Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Başarı, değer ve bir insan… (1)

Başarı, değer ve bir insan… (1)
 

Ankara Kalesi, Pirinç sokak, Eski Ankara Kafe


Sanki aylardır gitmiyormuş gibi o kadar çok özlemiştim ki…

Geçen yıl Kurban Bayramının üçüncü günü, sabah erkenden, büyük bir keyifle tırmanmaya başladım Koyunpazarı Sokağını.

Ankara Kalesiyle garip, ama çok güzel, bir bağım var. Kendimi orada çok mutlu, çok rahat hissediyorum. Orası sanki bir enerji merkezi; adımımı atar atmaz neşeyle, mutlulukla doluyorum. Sadece ben değil, tanıdığım herkes böyle söylüyor. Kale sanki bir arınma merkezi gibi…

Sabaha çayını Gramofon Kafede mi yoksa Eski Ankara Kafede mi içsem diye düşünürken, alışkanlık olsa gerek, Pirinç sokağa girdim.

Eski Ankara’ nın önündeki masalardan birine oturup, gelen geçen tanıdıklarla, kafenin sahibi Hüseyin beyle,  Pirinç Han esnafıyla, ferforjeci Nihat beyle, antikacı Faruk beyle bayramlaşır, sohbet ederim diye seviniyordum.

Sokağa girdikten az sonra Eski Ankara Kafenin kepenklerinin kapalı olduğunu fark ettim. Kepenklere yapıştırılmış bir de kâğıt vardı.

Herhalde “bayramda kapalıyız, bayramınız kutlu olsun” gibi bir yazı vardır diye düşündüm.

Çok kızdım Hüseyin Bey’e… Bayramda o güzel mekân açılmaz mı hiç? Oysa açık olacağını söylemişti bana.

O kızgınlıkla Ahiler Çarşısına gitmeye karar verdim. Gümüşçü Erdal Usta karanfilli çayını demlemiş, ikram edecek misafir bekliyordur nasıl olsa…

Eski Ankara Kafe’nin önünden geçerken siyah kepenge yapıştırılmış kâğıda, kızdım ya, hiç bakmadım. Bakmadım ama gözümün ucu, yine de, yazıya değdi.

 Birkaç adım attıktan sonra orada farklı bir şeyin yazılı olduğunu kavradım. Geri dönüp yazıyı okuduğumda siyah kepengin karşısında bir çivi gibi çakıldım…

Kâğıda aceleyle, özensiz bir yazıyla “Güzel insan Hüseyin Bektaş’ı kaybettik” yazmıştı birisi. Belli ki yazarken büyük üzüntü içinde, alelacele yazmış.

İnanmadım, inanamadım. Şakadır herhalde, esnaf kendi arasında şakalaşıyordur diye ümit ettim.

İnsan bayramda ölür mü hiç? Hele Hüseyin Bektaş gibi ince düşünceli, zarif bir insan böyle kötü bir şaka yapar mı?

Kâğıdın karşısında ne kadar süre durdum bilmiyorum. Aklımın içinden bir sürü düşünce geçiyordu. Ne olduğunu kavramaya, anlamaya çalışıyordum. Olamazdı! Öyle ince düşünceli, değerli bir insan, ansızın çekip gidemezdi! Onunla yapacağımız çok şeyler vardı…

Birkaç yıldır tanırdım, bilirdim onu… Selamlaşırdık, ayaküstü konuşurduk ama son zamanlardaki gibi yakın olmamıştık hiç. Aramızdaki bu yakınlığı Nihat sağlamıştı.

Altı sene önce, onunla tanışır tanışmaz, teşekkür etmiştim.

Çünkü Ankara’ya, hiç reklam yapmadan sürekli Sanat Müziği yayınlayan, yıllardır severek dinlediğim,  Radyo Bek (Ankara FM 89.5) gibi kaliteli bir radyoyu onun kazandırdığını öğrenmiştim.  Radyonun hiç geliri yoktu ama Hüseyin Bey onu, yıllardır, finanse ediyordu.

 Eski Ankara Kafe için de çok para harcamış, hiçbir ticari kaygısı olmadan “kaleye böyle bir mekân gerekli, hiç değilse dostları ağırlarız” diyerek açmıştı. Sırf kaleye hizmet olsun diye…

Gerçekten de dostları ağırlıyordu. Dostları ise, bir misafirlerini ağırlayacaklarsa, o yokken gitmeye çalışıyorlardı. Çünkü ya hesap almıyor ya da hesabı kuşa çevirip ödettiriyordu. Dost canlısıydı Hüseyin Bey…

Çok üzülmüştüm. Çok!

Sonraki günlerde çevre esnafla konuştukça üzüntüm daha da artıyordu. Bilmediğim, duymadığım o kadar çok güzelliği vardı ki…

Kale çocuklarının toplanıp, yürüyerek, cenazeye gitmelerinin ve üzüntülerinin nedenini o konuşmalardan anladım.

Hakkında anlatacak o kadar çok şey var ki...

Çevresinde sürekli güzellikler yaratan bu insan, yarattığı güzelliklerin yaptığı iyiliklerin bilinmesini sağken de istemediği için, anlatmak istemiyorum.

Bu ansızın gidişiyle tüm iyilikleri, güzellikleri ortaya dökülmüştü. Herkes tanık olduğu bir iyiliğini, güzelliğini anlatıyordu.

Yok, hayır bu değil, benim anlatmak istediğim onun iyilikleri ve güzellikleri değil!

Asıl anlatmak istediğim başka bir detay var… İçinde hepimizin alması gereken dersler olan başka bir detay…

Sonraki günlerde ferforjeci Nihat “o yoksa ben de yokum, kapatıp gideceğim” diye tutturmuştu. Onu bu fikrinden caydırmaya çalışırken, söz dönüp dolaşıp Hüseyin Bektaş’ a geliyor, üzüntüm giderek artıyordu.

Bir gün Nihat’a “neden bu kadar çok üzülüyorum, biliyor musun?” diye sordum.

-                Güzel bir insandı. Büyük bir kayıp hepimiz için.

-                Evet, öyle ama asıl neden bu değil Nihat…

Merakla baktı yüzüme.

-                Ben kendime üzülüyorum Nihat…

Uzunca anlattım düşündüklerimi. Sözüm bitince Nihat biraz düşündükten sonra konuştu:

-                Hiç böyle düşünmemiştim. Çok haklısın. Az bulunur böyle insanlar.

Karşılıklı sustuk…

Öyle ya. Az bulunuyor böyle insanlar.

Kaybedince yerini doldurmak hiç kolay olmuyor ve toplum büyük bir yara almış oluyor.

Vefatını öğrendikten birkaç gün sonra düşünmeye başladım: Hüseyin Bey’in kaybı beni neden bu kadar derinden etkilemişti?

İlk üzüntüm kendim içindi:

Onunla çok daha önce dostluk kurmalıydım. Çünkü onun hayata karşı duruşundan öğreneceğim, örnek alacağım çok şey vardı.

**

İş çevresine sorduğumuzda Hüseyin Bey için “başarılı bir iş adamıydı” derler.

 İş ahlakını överler. Verdiği sözleri tuttuğunu söylerler. Merhametliydi, adaletliydi derler.

 Eminim, bir iş adamı için, güzel olan ne varsa söylerler…

Ama bana göre o “başarılı bir insan” değildi. Hem de hiç değildi!

Evet, onun için başarılı diyemem. Eğer dersem, onun dedikodusunu yapmış sayarım kendimi.

O, başarısından çok daha öte, değerli bir insandı. Tam tanımı bu işte…

 

Devamı için tıklayınız.

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..