Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '17

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Başarı İlkeleri

Başarı İlkeleri
 

Başarılı çocuklar.


 

Tıpkı dağlar gibi, dalgalarıyla boğuşacağınız bir okyanusta doğarsınız! Yönettiğiniz gemi sarsılarak yoluna devam edecektir. Ancak bu zorlu yolda kaptanlar gemilerine rota çizmezlerse uğrayacakları mutlak sonuç, şüphesiz batmak olacaktır. Dalgalar merhametsiz, derin sular acımasızdır.

 

Mevlâna der ki;

"Sen de suya kanamış susuz gibi, Allah için olsun, elde ettiğinle yetinme, durma. Bu tapıda sonsuz makamlar var.

Başköşeyi bırak, senin başköşen yoldur. Gözünü yıldızlara dik, yol ara. Rahata ulaşma tuzağı daima rahatsızlıktır. Karınca Süleymanlık dilerse, onun bu dileğini hor görme, gayretine bak."

 

İnsanın sürekli çalışmaya odaklanması gerekir. Giriştiğin bir işte sana ölüm bile hoş gelirse, işte o iş senin sevdiğin iştir.

 

Bilmek ve heyecanlanmak asla yetmez. Bildiklerinizi içselleştirmeniz, deneyimlerle yoğurarak gerçek bir yeteneğe dönüştürmeniz gerekir. Yetenek başarının ruhudur.

 

 

Burada ilk adım, büyük düşünmektir! Önce beynimizde çalışıp düşünce yeteneğimizi geliştirmeliyiz.

 

İkinci adım, kalbimize odaklanarak coşkuyu yoğunlaştırmak gerekir.

Bu temel yapı üzerine "hedef belirleme" yi oturtmalıyız. Ve her hedef için "yöntem belirleme" yi yapıp, sonrasında "şiddetli isteme" adımını atmalıyız.

Şiddetli istemenin üstüne "coşkuyu yoğunlaştırma" gelecektir.

 

Diğer iki adım, bağlantılı olarak;

"Hemen yapma" alışkanlığı kazanmak, diğeri ise,"Şimdiyi yaşama" bilincini geliştirmektir.

 

Son ikili ise;

"Mazeretlerden kurtulmak" ve "Eseri tamamlamak"tır. Böylelikle mutlu sona ulaşılacaktır.

 

1.Adım: Büyük Düşünmek.

Büyük olmak sadece büyük sonuçlara ulaşmak değil, büyük düşünmek, büyük hissetmek ve büyük davranmaktır.

Başarının ilk adımı düşünebilmek, başarıyı geliştirmenin yolu da düşünceyi geliştirebilmektir.

 

Başkalarının bize ideal kazandırmasını umarsak, kıyamete kadar bekleriz. Sırları keşfedebilecek bellek, düşünmede ısrarcı olan bellektir. Düşüncelerini sınırlayanlar eylemlerini sınırlamış, hayallerini küçültenler de hayatlarını küçültmüş olurlar.

Düşüncenizi esnetmeyi öğrenmelisiniz. Lakin sistemli düşünmeyi alışkanlık haline getirmedikçe, öğrenmede sonuç alamazsınız.

Hiç düşünmediklerinizi, kimsenin düşünmediğini, daha büyük ve daha karmaşık düşünmeyi öğreneceksiniz.

 

Mevlâna; “Kardeşim, varlığın ancak fikirdir, gerisi bir yığın et ve kemiktir” der.

Düşüncelerimiz eylemlerimizin kaynağıdır. Eylemlerimiz de alışkanlıklarımızın nedenidir. Alışkanlıklarımız karakterimizi, kişiliğimizi şekillendirir. Karakterimiz ise geleceğimizi örgütleyen en önemli faktördür. Herkes yürüdüğü yolun sonunda var olana ulaşır.

 

Birçoğumuz daha kolay işlere başvurabiliyor. Kendimizi o kadar küçümsüyoruz ki, yola yüksekten başlamaya cesaret edemiyoruz. İnsanlar neden potansiyellerine güvenmezler? Yeteneklerini geliştirerek neden daha iyi işlerde çalışmayı ve hatta kendi işlerini kurmayı düşünmezler

 

Zirveye sadece zirveyi hedefleyenler ulaşabilir. Hedefleri büyük olan insanın her saniyesi arayış içinde geçer.

 

Hayalleriniz;

Hayallerinizle geleceğin temelini atıyorsunuz. Aklınızdan geçenler, geleceğinizi inşa etmek üzere biriken tuğlalara dönüşüyor.

Simit satmayı düşünürseniz simitçi olursunuz, bilgisayar satmayı düşünürseniz bilgisayarcı olursunuz ve hedefinizi büyüterek mutlak surette büyük sonuçlara ulaşırsınız.

Fiziğiniz ve maddi imkânlarınız çok küçük ve sıradan olabilir ancak kalbinizi, duygularınızı ve içtenliğinizi sınırlayamazsınız.

 

Temel Engeller;

Düşüncelerimiz yaşayacaklarımızın çekirdekleridir. Sorunlar, medeni uğraşlar idealsizlik ve zevk saplantısı, beynimizin düşünme yeteneğini köreltiyor. Başarı için bu engelleri mutlak surette aşmamız gerekiyor.

Başarısızlık aslında yapamamak değil, yapamayacağını sanmaktır. Bilincimizde biriken sorunları büyütüyor, onları çözemeyeceğimizi düşünüyoruz. Dolayısıyla düşünmeyi ve çözüm aramayı, işe yaramaz çabalar olarak görüyoruz. Oysa beynimizi kuşatan sorunlar stres üretirler. Bunun sonucu olarak, düşünebilme yeteneği hızla yok oluyor, düşünemeyen beynin büyük düşünmesi de imkânsız hale geliyor.

 

Düşünme yeteneğini öldüren en büyük neden, alışkanlıklardır. Sürdürüldükçe alışkanlıkları üreten monotonluklar zamanla düşünme yeteneğimizi pasifleştirir. Böylelikle beynimizde aktif uyarı azalır, dikkatimiz kaybolur, adeta robotlaşırız. Oysa düşünce yolculuğunun yakıtı dikkattir.

Uygarlık, yaşantımızı olumsuz alışkanlıklara yönlendirerek mekanikleştirdi. Biz düşünmüyoruz, bizim adımıza televizyonlar, oyunlar düşünüyor. İşimize her gün aynı şekilde gidip aynı şekilde geri dönüyoruz. Modern yaşam yapacağınız her şeyi tanımladığında, artık eksikleri tamamlama düşüncesinden uzaklaşıyorsunuz. Düşünmeniz ve sorgulamanız gerekmiyor, çünkü her şey sizin için önceden düşünülüyor. Adeta boyunlarına tasma takılıp sürüklenen tutsaklara dönüştürülüyorsunuz.

 

Medeniyet her geçen gün yeni bir şey üretiyor. Tekniğin ve kültürün ürettiği her şeyin bir gereksinim olduğunu düşünüyoruz. Televizyon seyretmekten gerekli gereksiz tüketimlere kadar. Uygarlık denen şey insanları adeta Kunta Kinte’ lere dönüştürdü.

Oysa büyük olanlar yaşamlarını daha farklı sürdürüyorlar. Koşuyorlar, üretiyorlar ve biz, oluşan eserlerin üzerinde onların imzalarını görüyoruz.

Hayatınızı kaplayan küçük işlerin kuyusu, öyle bir yoğunlukla karanlık hayatımızı kuşatır ki, başınızı kaldırıp yukarıya nasıl çıkabileceğinizi düşünemezsiniz. Mc. Arthur’un dediği gibi “insanı yaşlandıran geride bıraktığı yılların çokluğu değil, ideal yokluğudur. Yıllar cildi buruşturur fakat idealsizlik ruhu öldürür.”

Son asrın insanlık savaşı, düşünceyi özgürleştirme savaşı olacaktır.

Düşünmek; merak etmenin, sormanın, ilgilenmenin ve ciddiye almanın sonucunda oluşur. Oysa idealsiz insanlar bunları önemsemezler, ilgilenmezler.

İnsan nefsi çılgınlar gibi zevk aramaktadır. Bu arayış insanı çoğu zaman aşağılaştırmakta, utanç verici çirkinliklere tapınan birer varlığa dönüşmektedir.

Kişi maddesel zevklerinin zorunlu boyutlarını onurlu şekilde doyuma ulaştırmak, sonrasında ise zevki ideallerde, yardımlaşmada, yorulmada ve yeni buluşlarda aramalıdır.

Aslında insan ruhu, evreni kuşatabilecek enginlikte bir sevgi çekirdeği taşır. Ruh, evreni inceleyip ona sahip olmak ister.

Düşünceleri özgürleştirmek için çevrenizi uzaylı gibi izlemeli, ısrarlı sorular sorarak hedefleri yükseltmelidir.

Çocukluğumuzda hemen her şeyi hızlı bir şekilde öğrenirken, ilerleyen yaşlarda bu öğrendiklerimizi yeterli bulmanın gururuyla “her şeyi bildiğimizi” düşünmeye başlarız. Oysa heyecan verici pek çok sır, bildiklerimizin arasında ve çevresinde dolaşırlar. Çevremizdeki küçük bilgi parıltıları, bilgi buzdağlarının görünen uçlarıdır.

Bildiğini sanmak, bildiğiyle yetinmektir, öğrenmeyi durdurmaktır.

Düşünmenin bir yönü de sormaktır. Sorularınızın kalitesi düşüncelerinizin kalitesini yansıtır. Ve ne kadar çok sorarsanız o kadar çok bilirsiniz.

Belleğimizi yeterince güçlendirmediğimizde sormamız da zorlaşmaktadır. Beyinler eğitildikçe duyarlı düşünürler ve karmaşık sorular üretebilirler.

Sorular ve sorunları tamamlayın, çözüm arayın. Çözüm ararken de bakış açınızı değiştirin, farklı yaklaşımlar yakalamaya çalışın.

Mantık dar kalıplıdır, sadece bilinenden var olandan anlam çıkartır. Oysa hayal gücü, alternatiflerin sınırsızlığını gösterir. Bu nedenle, Einstein’ in dediği gibi “Hayal gücü bilgiden önemlidir.” Büyük buluşları mantık gücünden önce hayal gücüne borçluyuz.

İşinizi geliştirmek istiyorsanız, daha iyisini nasıl yapabileceğinize odaklanın. Şu an yapamıyor olabilirsiniz ama buna saplanarak geleceğinizi esir almayın. Hafızanız zayıfsa onu güçlendirebilir, konuşmanız zayıfsa geliştirebilir, çekingen bir biriyseniz kendinize cesaret kazandırabilirsiniz.

Ayrıca büyük hedefler için acele etmelisiniz. Yarın geç olabilir.

Büyük hedefler belleğinizi küçük hedefler kadar yormaz. Düşünce işçiliği açısından büyük işler, küçük işlerden daha kolaydır. Çünkü daha heyecanlı daha eğlencelidir. Küçük hedefler ise ruhunuzu sıkar ve çektiğiniz acı yeteneklerinizi köreltir.

Hayallerimizi hızlandıracak güçlü coşkuya ve enerjiye ihtiyacımız olacak. Kimliğimizde adeta duygusal bir devrim yapacağız. Olumlu düşünce, pozitif bakış ve güçlü kelimeler beynimizin yeni düşünce yollarını keşfedecek.

Başarmak çalışmaya, dayanma gücüne gereksinim duyar. Dayanma gücümüz ruhumuza yüklenen bir enerjidir. Ruhsal enerji ise coşkudur ve coşku, çevresini mıknatıs gibi çeker.

Maddenin sınırlarında yaşarsanız, dünyanız ellerinizin ulaşabildiği yere kadar uzanabilir. Oysa ruhunuzun derinliğinde yaşarsanız, hayallerinizin gidebildiği yerlere uzanabilirsiniz.

Sınırlı insanlar olumsuzluklara odaklanırlar ve güzelliklerin arasındaki çirkinlikler üzerinde düşünürler.

Sınırlı düşünmenin nedenlerinden biri, odaklandığınız olumsuzlukların, yıkıcı hormonların salgılanmasına yol açması, sinir sisteminin yorulması ve giderek ruhsal enerjinin tükenmesidir.

 

Olumsuz insan, olayların beklenen zararlı sonuçları üzerinde düşünüp sadece zararlı sonuçlar üretir. Bardağın hep boş tarafını gören insanlar, yaşamlarındaki iyi olayları göremedikleri gibi, kötü olayların iyi sonuçları da olabileceğini düşünemezler. Olumsuzluk, kişiyi ayrıca adaletsizliğe de götürür.

 

Bir kişinin sürekli iyiliğini görüp de sadece birkaç olumsuz davranışına göre karar veren kişi adaletsizdir. Vicdanlar, bu tür kişileri mutsuzluğa mahkûm ederler.

 

Birbirlerinin küçük hatalarına odaklanan eşler arasındaki sevgi kısa sürede bu nedenle bozuluyor. Oysa hastalığınızda yardımınıza ilk koşan kimdir? Ölseniz en fazla kimin canı yanar? Ekmeğini sizinle paylaşmakta en istekli kimdir? Kim hayatını sizin hayatınıza bağlamış, özgürlüğünü size feda etmiştir. Bu örneklere göre; Nankör olan kimdir? Önemsiz birkaç hata yapan eşiniz mi, yoksa onun hatalarını beynine yerleştirip sürekli düşünerek karamsarlığa kapılan siz mi?

 

Kararsızlığın en belirgin kaynaklarından biri de inançsızlıktır. Bu durum da kişiyi endişeye götürür, korkutur. Ya üniversite sınavını kazanamazsam? ya dışlanırsam? ya işten kovulursam? ya ölürsem? gibi endişeler, en sonundakişide çaresizlik içinde vazgeçmeyi getirir.

Oysa endişeler olumsuzlukları yok edemez. Aksine daha da arttırır. Dahası, bir defa kaybedersiniz, bin defa kaybetmiş gibi üzülürsünüz.

“Ya dünya yıkılırsa” sözü evrensel endişedir. Evrensel endişe evrenin hakimi olan Allah’a güvensizliktir. Böyle bir kimse de Yaratıcı’nın korumasını hak edemez.

Dinlediğimiz, söylediğimiz ya da düşlerimizde geçen kelimelerin duygularımız üzerindeki etkileri inanılmaz boyutlardadır. Resimlerle ve kelimelerle düşünürüz. Bilincimizde canlanan duygular, aklımızdan geçen kelimeler tarafından tetiklenirler.

Bir saat içinde farklı duygularla yüklü olabilirsiniz. Üzgün, coşkulu ya da duyarsız bir görüntü verirsiniz. Sakıncalı sözler kişileri sevimsizleştirir, onları toplum içinde aşağılara iter. Her yönüyle olumlu görüntü veren kişiler ise, daima coşkulu ve toplumda saygın kişilerdir. Olumlu düşünmek; acıyı keyifli hale getirmek, yenilgiyi zafere dönüştürebilmektir.

Yaşadığımız büyük başarılara ivme kazandıran nedenler genelde önceki başarısızlıklardır. Bu gerçeği görmediğimizde ise acı sadece acı üretir. Hatta tat bile acıya dönüşebilir.

Hayatın olumlu ve olumsuz yönleri iç içedir. Aynı olayın bazı tarafları iyi, bazı tarafları kötü olabilir. Çocuğunuz tembel olabilir ancak dürüst ve karakterlidir. Çiçek kötü kokabilir ancak görünümü güzeldir. Yaşamın olumlu yönlerini seçerseniz hem mutlu yaşarsınız hem de performansınız artar.

 

Düşler ve düşünceler çevre faktöründen de etkilenirler. Olumsuz insanlar arasında bulunup karamsar olmaktansa bu kişilerden uzaklaşmak en iyisidir.

İnanılmaz kolaylıklar içinde yaşamalarına rağmen bazı kişilerin mutsuz olmalarını anlamak güçtür. Ellerini kullanamayan kişi ayaklarıyla resim yapabiliyorken, göremeyen, duyamayan hatta konuşamayan engelli kişiler yaşamlarını kolaylıkla sürdürebilirken, sağlıklı bedenlere sahip kişilerin özürleri ne olabilir?

 

İnsanruhunun doğasında güzelliğe yöneliş vardır. Güzellik nedensiz sevilir, bunu algılamak kişiyi mutluluğa ve coşkuya götürür.

Ancak gerçek mutluluk, sadece güzellikler içinde doğanların değil çirkinliklerin bile güzel yanlarını keşfedenlerindir.

 

Güzellik; doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki boyutludur. Doğrudan olan hemen gözümüze çarpan, diğeri ise gizlenen güzelliktir. Örneğin ruh güzelliğini buna örnek verebiliriz.

Güzellik evrenseldir. Tanrı her şeyi güzel yaratmıştır. İstenirse herkes evrenin detaylarında gizlenen güzelliklere ulaşabilir.

Çirkinlikler özde ve kimlikte değil, daha çok eylemlerde kendini gösterir. Eylemler kötü olabilir, onların çirkinliğine bakarak kişiyi suçladığımızda, evrensel bir karamsarlığa saplanırız.

Güzel görmek, güzelliğe hayranlığı ve hayranlık da güzelliğin sahibine teşekkürü gerektirir. Bilinç; uyanıklık, zeka ve kavrayış gerektirir. Çünkü evrensel güzellikleri kavrayamayan, şükrüne kaynaklık edecek coşkuları tadamaz. Sahip olduğu değerleri bilmemek ise nankörlüktür. Böyle bir kalp; özveri, bağışlama, cömertlik ve sevme gibi yüksek duyguları, temiz formlarında yaşayamaz. Oysa şükreden ruhun algıları gittikçe duyarlı hale gelir ve güzelliklerden aldığı algı da sürekli artar.

 

Bilinciniz gelecekte dolaşırken, olası sorunlar düşlerinizde uçuşur, endişelenip cesaretiniz kırılır. Oysa gelecek daha ortaya çıkmamıştır. Geleceğe elbette ümitle bakmalısınız. Ancak sınırsız güce güvenmeyen, başarıyı salt zenginlik, ün ve eğlence gibi unsurlarda arayanlar endişe duygularından uzaklaşamazlar. Ruh şimdiyi yaşar bu nedenle ruhsal enerji depolanamaz. Şimdi tüketilmeyeni geleceğe saklayamazsınız.

Temel sorunlarımızdan biri de; ”Elimden geleni yaptığım halde sonuç hakkında endişeleniyorum”. Oysa endişelerimiz şükretme duygularını yok eder ve coşkumuz kırılır. Yapmamız gereken, yapabileceğimizi en iyi şekilde yapmaktır. Eğer üzüleceksek, üzerine düşeni yapmadığımızdan yani tembelliğimizden olmalıdır. Kazanmak ve kaybetmek bizi ilgilendirmemeli; biz kendimizi “kazanmak için çalışmaya” adamalıyız.

Başarı için hedef belirlemek, yol ve yön belirlemektir. Hedefi belli insanın bilinci, hedefini yaşam boyunca sürekli hatırlatır, düşünür.

Başarı aynı yönde sonuna kadar gitmektir. Storr Jordan’nın söylediği gibi, ”Nereye gittiğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana çekilir”

İnsanlar iki guruptur. Hedefi olanlar ve hedefsizler. İnsanın hedefini belirlemesi ve kendini ona odaklaması gerekir. Çevrenizde çokça fırsat varken ne yapmak istediğinizi bilmiyorsanız, hiçbir konuda yeterli verimi alamazsınız. Hedefiniz varsa, yaşadığınız deneyimlerle inanılmaz başarılara imza atacaksınız.

Hedefinizi belirlediğinizde, beyninizin potansiyeli giderek artacak, bilinciniz hedeflerinize odaklanacaktır. Bu odaklanma, zamanla özümüzden bir parçaya dönüşür. Özümüzle özdeşleşen her şeyi de onurumuz gibi koruruz.

Aynı konuya ısrarla odaklanabilen beyinler, geleceğin  dahileştireceği beyinlerdir. Bu düşünce yoğunlaşması, beyin hücreleri arasındaki bağlantıların yeni bağlantılarla ve çağrışımlarla giderek gelişmesine, beynin daha karmaşık düşünebilmesine yol açar. Düşündükçe düşünmek kolaylaşacaktır. Bu arada yüreğiniz de hedeflerinizi destekleyecektir. Çabanızı artırır, çalışmanızı keyifli hale getirir ve böylece direncinizi geliştirir.

Ruh, ruhsal zekamızın en önemli boyutudur. Yaşamımızdaki pek çok olay, sıra dışı ve olağanüstü yaptırımlarla sonuçlanır. Ruhumuz, evrenin gizli boyutlarından yaşantımıza akar; şans, rastgele, içgüdü gibi maskeler arasından sonuçlarımızı değiştirir.

 

Ruhumuz hedeflerimizle yoğrulur; hedeflerimiz ruhumuzdan akmaya başladığında, canlanmıştır. Hatta hedefimiz başka bir ruh, belki bir melek suretinde evrene açılmıştır. Bu, ruhumuzun hedefimizle özdeşleşmesi, bir anlamda hedefimizin ruhsallaşmasıdır.

Maddesel evrende olduğu gibi ruhsal evrende de bir çekim gücü vardır. Benzer özelliklerdeki ruhsal anlamlar birbirlerini çekerler, birbirleriyle bağlantı kurup ortak eylemlere sürüklerler.

Ruhumuzun doğasında telepati(uzaktaki insanlarla ruhları aracıyla haberleşme) yeteneği vardır. Şiddetli hedefleriniz konusunda uzaklardaki ruhlarla iletişim kurabilirsiniz. Bilmediğinizin kalbinize ilham edilişine tanık olursunuz.

Ruhunuzun önsezi yeteneği de vardır. Bazen rüyanızda gösterilir, bazen uyanık bilincinize hissettirilir.

Sizin ruhunuz da psikokinezik güç yansıtır. Nazar örneğinde olduğu gibi. Sınırsız gücün ruhta yansıttığı güçle; maddi eşyaları, güncel yaşantı akışlarını etkileyebilirsiniz.

Bu güç peygamberlerde “mucize“ ölçeğinde büyük yansır, velilerde ise “keramet” olarak kendini gösterir.  Parapsikolojik özellikler bütün insanlar için geçerlidir. Hedefleriyle özdeşleşen kimselerin ruhları, bu ruhsal yetenekleri daha güçlü kullanmaktadır. Bir yakınınızı andığınızda aniden çıkagelmesi rastlantı mıdır? Nazarı güçlü kimseler “elbiseniz ne güzel” dediğinde, düşerek elbisenizi yırtma nedeni ya da eve gelen konukların ziyareti sonrası evde tabak-bardak kırılmaları nedeni üzerinde hiç düşündünüz mü?

Hedefiniz büyük olduğu sürece o kadar istekli çalışırsınız. Yaşamda en büyük harekete geçirici güç, hedefiniz sonrası elde edeceklerinizin büyüklüğüdür. Kim daha büyüğü amaçlarsa, o daha yükseklerde dolaşacaktır. Elbette herkes en üstte olamaz. Ama kim ne ise; onun en iyisi, en güzeli olabilir. Çünkü her insana; kendini disipline etme, insana yaraşır üstün bir onura, yüksek bir etiğe ulaşma özgürlüğü verilmiştir.

Hedefe ulaşma konusundaki acelecilik, öğrenme isteksizliği, şans faktörüne inanma gibi yanlışlar, kişinin hedef belirleme becerilerine engel teşkil edeceğinden, bu konulara dikkat edilmelidir.

Kendilerini başarısızlığa adayanlar, hedefi geçici hayallerle karıştırırlar. Onlara kapasitelerine göre neler başarabileceklerini söyleseniz bile inanmak istemezler.

Okuma yazma konusuna gelince; Devrim gibi değişimin sırrı önce okumada sonra yazmada saklıdır. Öğrenmek okumakla, yapmak da yazmakla gelişir. Yapacaklarınızı programlayarak, geleceğinizin haritasını çizersiniz.

Bazı kişiler için ise hedefsizlik öncelikli tercihtir. Hedefe odaklanmak boş şeylerdir. Herkes yaşamın, şansların ve fırsatların kendisine sunduğuyla yetinir. Bakış açısı bu yönde olanların hedefleri olabilir mi?

Özellikle şans oyunları bilincimize yerleşerek, geleceğimizi karartıyor. Alın teri olmaksızın, başarı şans eseri gerçekleşemez. Ayrıca şans oyunlarından kazananlar, başarıyı sadece paraya indirgerler. Oysa başarı, paranın çok üstünde değerlerdir.

Bilgisayar, internet kullanımı, yabancı dil gibi becerilerin yanında, yazılı ve özellikle sözlü anlatım etkinliği, genel hedeflere ulaşmada önemli olgulardır. Ayrıca belleğimizi güçlendirme, düşünme yeteneğimizi geliştirme gibi başarı odakları için beynimize önemli görevler düşerken, ruhsal ve bedensel sağlığımızı korumak üzere; beslenme, uyku ve  kondisyon konularına da gerekli önemi vermemiz gerekmektedir.

Özel hedeflere gelince, öncelikle eğitimimizde bir hedef belirlemeliyiz. Herkes doktora yapacak diye bir şey yoktur. İyi bir eğitim sonrası sırada meslek tercihi olacaktır. Bu tercih eğitimle ilgili olabildiği gibi, aileden gelen bir meslek, odaklanılan bir hobi de olabilir. Meslek başarıları, sonunda kişiye mutlak bir başarı öyküsü getirir.

Hedef seçimi sonrası bu defa onları planlayıp olgunlaştırmamız gerekiyor. İlk anda aklımıza pek çok hedef gelir. Bunların bir kısmı anlık istekler ve etkilenmenin eseridir. Burada amaç; hedef tercihlerinin sayısını azaltmak, içerik, derinlik ve önem açısından büyütmek olmalıdır. Önemli bir konu da hedeflerin, hobiler ve ilgi alanlarının birbiriyle uyumlu olmasına dikkat edilmelidir. Örneğin roman yazmak asıl hedef ise, aynı anda bilimsel kitaplar yazmakla çelişirsiniz, etkinliğiniz azalır.           

Tam olarak neyi, nasıl, nerede ve ne kadar yapmak istediğimizle ilgili yöntem belirlemek zorundayız.

Böylelikle işin çoğunu yapmış oluruz. Sonuçta da düzenli yaşarsınız ve başarırsınız. Aksi takdirde yaşamınızı israflarla doldurup; zamanı, emeği ve duygularınızı boşa harcarsınız.

Tanrı; eksiksiz ve kusursuz olarak donattığı evrende yaşamı planlayarak gereksizliği önlemiştir. İnsanların neden oldukları dışında, evrende çöpe atılan ve gerçek bir kirliliğe yol açan hiçbir oluşum göremezsiniz.

Başarı yolunda aslolan; yüksek bilinç, sağlam ve evrenle barışık bir kişiliktir.

Yaşam, deneme yanılmalarla yaşanacak kadar uzun değildir. Hedefi netleştirmek, başarı yolundaki iki nokta arasında ideal olan en detaylı yolu çizmektir. Yöntem bilinci, kalite bilinciyle ilişkilidir. Kalite bilincini; “daha iyi yapmanın ve daha iyi olmanın“ sürekli gündemde olması şeklinde tanımlayabiliriz.

Yöntem alışkanlığı, daha iyiyi hedefleyen kişinin yüreğinde gelişir. “Daha iyi” yaşam sloganı olmalı, bu kavramı varlığımızın bütün benliğine yerleştirmeliyiz.

Gün boyu yapacaklarınızı bölümler haline getirip, onları en kolay ve hızlı biçimde gerçekleştirme yöntemine akıl yormak, yarın yapacaklarınızı bu günden planlamak gibi verimli çalışmalar zamanı verimli kullanmayı sağlar.

İşler ayrıntılarda gizlidir. Ayrıntılara sıcak bakmayanlar, yapılacak işleri keşfedemez dolayısıyla planlayamazlar.

Aceleci insanlar, yönteme çaba harcayarak zaman kaybetmek yerine doğrudan eyleme odaklanmayı tercih ediyorlar. Bu tür insanlar, ihmalin bedelini sonuçsuz çabalar arasında dolaşmakla ödüyorlar. Oysa alışkanlığın getirdiği yorgunluk, kişiye uğraşının değerini hissettirir.

 

Çözüm yöntemi üç temel nedene dayanır. Bunlar; “Bilgi”, “detaylandırma” ve “plan” dır.

 

Bilmezseniz yapamazsınız, ayrıntılar yoksa eylemler de yoktur. Plan yoksa çabaların çoğu boşa gidecektir.

Hedeflerin ayrıntıları bilgi birikimine bağlıdır. Aradığımız bilgiler çoğu zaman yakın çevremizdedir. Kişilerin davranışlarını, anlatımlarını dikkatli bir biçimde gözlemleyerek pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz.

Ayrıca evreni de gözlemleyebilirsiniz. Evren, kendi başarı sistemimizi üretmemiz için bize inanılmaz ufuklar kazandıracaktır. İnsan yaşamı kadar hayvanların yaşamlarından ve bitkisel dengelerden önemli kazanımlar sağlayabiliriz.

 

Hedefi belirlerken net olarak ne istediğinize karar vermelisiniz. Meslek olarak bir işe karar verip te bir süre sonra onu bırakıp hedef değiştirdiğinizde, her şeye baştan başlamak zorunda kalırsınız. Gelecekte kararlarınızı esnetebilirsiniz ancak bütünüyle değiştiremezsiniz. Özellikle uzun soluklu önemli kararlarınız için çok iyi düşünmelisiniz. Çok kişiye danışmalı, araştırmalar yapmalı ve karar vermelisiniz.

Detaylar elbette hemen oluşmaz. Sürekli yeni bilgiler edinip, her defasında detayları yeniden gözden geçireceksiniz.

Hedeflere ulaşırken attığınız her adım, zirveye giden bir yolculuktur. Belirleyeceğiniz sürenin sonu, hedefe ulaştığınız noktadır. Hedef sürecinin belli bir limiti yoksa kendinizle yarışamazsınız.

En coşturucu enerji, “istek duygusu” nda gizlidir. Yoğun zorluklar sizi vazgeçireceği zaman istekleriniz yardımınıza koşar. Şimdiki zorluk düşüncesini gelecekteki mutluluk düşüncesiyle değiştirir. Güzel bir söz vardır. “Başarıya ulaşmak istiyorsanız dağları sırtınızda taşımalısınız.” Moliere ise şunları söyler. ”Zorluklar, başarının değerini arttıran süslerdir.”

İş yapmanın iki boyutu vardır. Biri miktar, diğeri içerik. İşlerimizin içeriğini arzularımızla belirleriz. Çok çalıştığı halde verimsiz, az çalışıp üretken olan kişilerin sırrı, ne kadar yaptıklarında değil ne yaptıklarıdır. Başarı çok çalışmayı gerektirir ancak bu çalışma farklı biçimde ve derin duygularla olmalıdır.

Başarıyla ilerlemek istiyorsanız, hedeflerin tümünü, sürekli biçimde coşkulu duygularla ve heyecanlarla anımsamak gerekir. Hedefsizliğe yol açan duygusuzluğun bir nedeni, dünyadaki yaşamın sonsuz olduğunu sanmanın getirdiği duyarsızlıklar, risklerden kaçış ve tembelliktir.

Ayrıca, bilincimizi kontrol edemediğimiz durumlarda, arzularımızı da kontrol edemeyiz. Güçlü arzular için bilincimizi kontrol etmek; düşlerimizi ve düşüncelerimizi kendi isteğimizle yönetmeyi başarmak zorundayız. Çevre; resimleriyle müzikleriyle ses ve görüntüleriyle bilincimizi belirler. Bunları kontrol etmediğimizde ise bize ait olamazlar.

Yazarak ve okuyarak hedeflerinize odaklanırsınız. Farklı açılardan hedefler üzerinde düşündükçe, bilincinizde inanılmaz bağlantılar oluşur. Giderek mükemmel buluşlar yaparsınız ve sonrasında zekanızı geliştirirsiniz.

Hayatımızı telkinler yönetir. Beynimizi ya biz yönlendiririz ya da başkalarına teslim ederiz. Gazete, Tv, dinlediğimiz yorumcu ve seyrettiğimiz filmler tarafından yönlendiriliriz.

Krizlerle ve bencilliklerle dolu bir çevrede yaşıyorsanız kendinizi yıkılmış gibi hissedersiniz. Gördüğünüz herkes tembelse, çalışmaktan keyif alamazsınız. Bilincinizi yıkıcı çevreden kurtarmak, hedeflediğiniz geleceğe yönlendirmek zorundasınız. Kötü alışkanlıkları, onlara saldırarak yok edemeyiz. Onlardan kurtulmanın yolu, esir aldıkları yüreğimizi ikna etmek için aklımızı kullanmaktır.

 

Yöntemimizi eyleme dökerken kararlılığa gereksinimiz olacaktır. Korkular, özellikle sosyal ilişkilerde hareketlerimizi kısıtlarlar. Eylemlerimizin sosyal boyutlarında kararlılık göstermeli, gerektiğinde risk almaya hazır olmalıyız.

Nice yüksek yetenekli insan, cesaretsizliği nedeniyle keşfedilememiştir. Bazen inanılmaz utangaçlıklar sergiliyoruz. Örneğin birkaç yıl önce yapılan bir araştırma, ABD’lilerin % 40 ının çekingen olduğunu ortaya çıkardı.

 

Oysa coşku cesarettedir, ilişkilerdedir. Gülümseyen kişilerin çoğunlukta olduğu bir ortamda kendinizi çok mutlu hissedersiniz.

“Başarı cesaretin çocuğudur” der Benjamin Disraeli. Cesaretiniz yoksa iç dünyanıza kapanırsınız. Korku ve kararsızlık, içinizdeki güzellikleri kara delikler gibi yutar, yok eder.

Başarı bazen önümüze geldiğinde, ne yazık ki cesaretten yoksun oluşumuz nedeniyle ondan kaçarız. Anthony Robbins, “Şans fırsatlara hazırlıklı olmaktır” der.

Bir dizi sorun cesaretimizi kırıyor. Ayıplanma korkusu, kendini küçümseme, yeteneksiz görme ve sonunda girişimde bulunma korkusu.

Aslında hatasız kimse yoktur. Eğer yanlış yapma korkusuyla yaşasalardı, siyasetçiler bizi yönetmeyi düşünmezlerdi.

İnsan yanlış yapa yapa doğruya ulaşır. Kişinin kendini küçük görmesi, kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Bilgisizliğiniz sizi zor durumda bırakıyorsa kitaplar yanınızda bekliyor.

Tek hatasız ve yüce olan Yaratıcı’ dır. Her şey Yaratıcı’ sına yakınlığıyla yükselir. Hiçbir ırk, hiçbir tür doğası nedeniyle üstün değildir. Doğuştan getirdiklerinizle değil, çabalarınızla başarılı olabilirsiniz.

Yetenek onu isteyen kişiye, uğrunda uykularını feda edip gece gündüz çalışanlara verilir. Bu tür insanlar, idealleri uğruna yaşamın parlak görünen günlerinden daima fedakarlık etmişlerdir.

Şöyle dediğiniz oluyor mu? “Yeteneklerim var ancak başaramazsam” Mükemmeli başarmanız, hatta mutlaka başarmanız gerekmiyor. Eyleme geçip ısrarla girişimi sürdürmeniz gerekiyor.

Başarmak, alkışlanacak sonuçlar üretmek değil, alkışlanacak çabalar içinde olmaktır.

Cesaretinizi geliştirmek için yürekli bir biçimde dik durun, hızlı hareket edin, gülümseyin, güç merkezlerine yakın durun, anlaşılır ve gür bir sesle konuşun.

İçinizde olanlar, o anda dış görünümünüzde kendini gösterir. Omuzlarınızı çökerttiğinizde, yüzünüze sıkıntılı bir görünüm verdiğinizde kendinizi güçsüz hissedersiniz. Çünkü beden hareketlerinizle beyninizin salgıladığı hormonlar arasında bağlantı vardır.

Ayrıca, yaşamınıza hız kazandırmalısınız. Bedensel hızınız bilinçsel hızınızı arttırır, böylece vücut enerjiniz ve duygularınız gelişir. Cesur insanlar hızlı yürüyüp hızlı hareket ederler. Korku bir kafesdir, içinde özgürce hareket edemezsiniz.

Bir şeyi yapmaya karar verdiğinizde ise, beklemeyin hemen harekete geçin. Cesaret gösteremeyip sürekli ertelerseniz, sonunda vazgeçersiniz.

Bu arada, insanlarla göz teması kurulabilmeli ve içtenlikle gülümseyebilmelisiniz. Bu tutum, varlığınızı güçlü hissetmenize, karşınızdakinin sizin gibi biri olduğuna algılamanıza yol açar. Kalabalık bir ortamda en çok gülümseyen ve heyecanla konuşanlar, iletişimin odak noktasını oluştururlar.

Ruhlar gözlerin arkasında saklanır. Gözlerine bakamadığınız insanları göremezsiniz.

Korku, kişiyi güç merkezlerinden uzak tutar, yaklaştıkça cesaretiniz artar. Çevrenizdeki kişilerin yüzleri size dönükse güç merkezi sizsiniz. Başka bir kişi ilgi alanı ise onun en yakınında durun.

Büyük toplantılarda ön sıra her zaman protokole ayrılır. Protokolde değilseniz hemen arkasındaki ikinci sıraya oturun. Oradan en güçlü cesaret telkinleri alacaksınız. Çünkü yakınınızdaki cesaretli kişilerden alınan titreşimler önce sizi etkiler.

Bu arada, elden geldiğince sosyalleşmeli, çevrenizle ortak hareketlerde buluşmalısınız. Yalnızlıktan çok birlikteliği yeğleyin. Duygularınız sizi içeri çekmeğe çalışsa da, dışa açılmak için var gücünüzle direnin.

Bir başka yapılması gereken konu, korkak kişilerin oluşturduğu kafes, sadece beden hareketlerini kısıtlamıyor, seslerinin de cılız çıkmasına neden oluyor. Adınızı, herkesin duyabileceği tonda gür ve kolaylıkla anlayabilecekleri ölçüde doğru ve pürüzsüz söyleyin. Aksi takdirde, yeterince duyulup anlaşılamayan sesler etkili olmayacaktır.

Ruhsal ve bedensel emeklerimizin pek çoğunu, işlerimize başlamaya çabalarken gereksiz yere oyalanarak tüketiriz.

Oysa hemen yapma alışkanlığı, gelecekle ilgili projelerimize zaman kaybetmeden başlamamızı sağlayacaktır. Epiktetos şöyle soruyor. ”Yarın çok farklı bir insan olacağım diyorsan, niye bu günden başlamıyorsun?”

Doğanın değişime ve göreve tepkisi anında gerçekleşir. Doğa zamana sadıktır; çiçek zamanında açar, kuş zamanında uyanır. Güneş de zamanında doğar. Mükemmel sistemler, yapılması gerekeni zamansal boşluk bırakmadan gerçekleştirirler.

Kolaylık ve başarı, evrensel sistemin çarklarına uymakta ve hemen gerçekleştirmede gizlidir.

Hemen yapma alışkanlığı; güçlü bir kişilik imajı vermekte, güçlü imaj da kişisel etkinliği arttırmaktadır. Hemen yapanlar işlerini hemen bitirirler, aynı zamanda böylelikle her anınızı öğrenme sürecine dönüştürmüş olursunuz.

Hemen şimdi ne öğrenebilirim, diye sorun kendinize. Bir çocuktan, bir karıncanın yürüyüşünden, ağacın yapraklarından bir şey öğrendiğinizi göreceksiniz.

Yetenek, bir egzersizi sürekli tekrarlayarak gelişir. Tekrarlamanın yolu ise ertelemeyip hemen yapmaktır. Yapılacak işe hemen girişerek, potansiyel yeteneklerimizi ortaya çıkartırız.

Ertelemek, aynı zamanda endişeyi, stresi ve başarısızlığı beraberinde getirir. Bir sorunu ne kadar ertelesek te o sorun belleğimizde varlığını korumaya devam edecektir. Bir gün mutlaka yapılması gereken iş, bizi sürekli izleyerek içimizi kemirir.

Büyük amaçlarınız yoksa, yaşamın ortasında bir saman çöpü olarak her fırtınada bir yana sürüklenecek, sonrasında öz iradenizi yitirmeye başlayacaksınız. Bu durumda her tür eylemleriniz, çevreniz tarafından belirlenmeye başlayacaktır.

Bir de yöntemsizlik ve plansızlık gerçeği vardır. Büyük hedefleriniz ve yaşama gerekçelerinize rağmen detaylar belirlenmemiş, eylemler planlanmamış olduğundan ne yapacağınızı bilemezsiniz. Bu nedenle de beklersiniz, ertelersiniz.

Yapmak istemiyorsanız, kendinizi kandırmayı arzuluyorsanız o zaman engellerinizle baş başa kalırsınız. Hayatta neyin eksikliğine sığınırsanız, onun eksikliğine terk edilirsiniz.

Hemen yapma alışkanlığını geliştirmek için, önce yaşama biçiminde değişiklikler yapmaya başlanmalıdır. Çok çalışanlar, zamanlarını iyi yönetip çabuk iş bitirenlerdir. Hepimizin etrafında tüm zamanlarımızı dolduracak yaygınlıkta işler vardır.

Yapacaklarımızı kaydedeceğimiz ajanda, yaşamımızda yapacağımız en önemli değişikliktir. “Söz uçar yazı kalır” buna en güzel örnektir.

Kimi işlevlerin nitelikleri birliktedir. Disiplin, bunların başında gelir. İşlevlerinizi tamamladığınızda, başarı telkiniyle yoğrulmuş bir duyguya sahip olarak, hemen diğer işlere başlayacaksınız.

 

Derhal yapmanızın bir yolu da, yaptığınızın getirdiği kazanımları düşünerek, kendinizi kutlamaktır. Başka insanlar bizi her zaman alkışlamayabilirler. Başarılarını diğer insanların beğenisine dayandıranlar, uzun soluklu başarı yolculuklarına çıkamazlar. Bu nedenle kendi içinizde sizi sürekli kutlayan bir bakış açısı geliştirmeniz gerekiyor.

Kişi, her gününde belirli duraklar oluşturmalıdır. Bunlar sizin enerji biriktirdiğiniz, kendinizi yeniden diri hale getirecek ve harekete geçirecek kutlama anları olacaktır.

Başarılarınızı beğenmenin yolu, ruhsal boyutla dostluğunuzu geliştirmektir. Yaratıcının sevdiği her iyi davranışın karşılığını, görkemli bir gelecekte yaşayacaksınız.

Şimdiki zaman bilinci, şu andaki işinize ne kadar odaklanabildiğinizi gösterir. O oranda da iyi yaparsınız. Bilinçlerini geçmiş-gelecek hayaline dağıtanlar ise, şimdiki işlerini yüzeysel yaparlar.

Yaşadığınızı hissetmenin en iyi yolu, şimdiyi yaşamaktır. Zira gerçek yaşam sadece şimdidir. Bilinçlerini ölmüş geçmişte ve doğmamış gelecekte yaşatanlar, şimdiki zamanda yaşaması gereken varlıklarını öldürürler. Varlık ölürse beyni de beraber götürür.

Yakamozlar gibidir yaşam. Varlığa çıkış şimdiki andır. Sevmek şimdidir, ağlamak şimdidir. Denizde parıldayan ışık gibi, evren denizinde görünüp kayboluyoruz. Şimdiler, kaçırılmayacak, tembelliğe yer vermeyecek kadar hızlı akıyor.

Bilincinizi seçtiğiniz konuya odaklayarak, zamanı en iyi şeklinde kullanır, böylelikle performansınızı üst düzeye çıkarırsınız.

Performansla dikkat ve odaklanma arasında tam bir birliktelik vardır. Dikkat ölçeği performans ölçeğidir. Yarım dikkat, emeğin yarısını yok eder. Tam dikkatsizlik ise, emeklerinizi boşa çıkarır.

İşlerinizin kapasitesi büyük olduğunda, onları bir bütün olarak değerlendirmek cesaretinizi kırabilir. Ağır ve yorucu işlerden yoruluyorsanız, dayanma gücünü yüksek tutabilmek için, yorgunluğu akla getirmeyeceksiniz.

Yaratıcımız hayatımızı bölümlemiş; ömrümüzü yıllara, mevsimlere, günlere ve saatlere ayırmıştır. Bir ömrü bize sürekli yaz ya da kış olarak yaşatsaydı, bu yaşantıya dayanamazdık.

Şimdiki zaman stresi de azaltır. Acılarımızı hayallerimizle büyütüyoruz. Bunları aşabilecek kişi sadece biziz. Kendinizi kendinizle karşılaştırın. Düne göre bugün yeni bir bilgi öğrenmişseniz doğru yoldasınız.

 

Şimdiyi yaşamanın bir yararı da sadece o anki çektiğiniz yükü hissedersiniz, oysa şimdi üzerinizde önemli bir acı yoktur.

Yaratıcı, bir ayetinde, hiçbir kuluna kaldıramayacağı yük yüklenmeyeceğini söyler.

Hayallerimizi biz kontrol edersek, dikkatimizi yönetmek zor olmaz. Ancak hayallerimiz bizi sürüklerse, kontrolümüzü kaybederiz. Hayallerimiz, geleceğimizin yolunu çizdikleri ve bilinçsel zaman boşluklarını coşkulu anlamlarla doldurdukları sürece değerlidirler. Geçmişe ve geleceğimize elbette ihtiyacımız vardır. Geçmişe üzülmek için değil, oradaki tecrübelerden ders çıkarmak için bakmalıyız. Geleceğe ise, o zaman yapacaklarımızı planlayıp şimdiden hazırlanmak için yönelmeliyiz.

Yaşadığımızı hissetmek istiyorsak şimdiye bakmalı, beş duyumuzdan yararlanarak dokunmalı, koklamalı, dinlemeli ve tatmalıyız.

Duyularınıza yatırım yapın. Onları daha iyi algılayabilmeniz için dikkatinizi geliştirmeniz, estetik ve anlam konusunda bilinçlenmeniz gerekiyor. Şu an baktığınızı daha net görün. Yaşamı ne kadar canlı tuttuğunuz, duyularınızın ne kadar uyanık olduğuna bağlıdır. Bu özelliklerin gelişmesi, yapılanların tam  olarak algılanmasına neden olur. Böylece başka şeylere odaklanmanıza ne ihtiyacınız ne de fırsatınız kalır.

Kültürsüz ve eğitimsiz kişilerin “şimdiyi yapma” potansiyelleri düşüktür. Evrenden en büyük coşkuları alanlar, evreni en iyi tanıyanlardır.

Hayalleri yaşamakla eylemleri yaşamak arasında ayırım oluşmalı, her iki alanı ayrı ayrı algılamalıyız. Örneğin kitap okurken bir başka konuyu düşünmemeliyiz.

İnsanoğlu aslında, mutlak olarak şimdiyi ve sadece anı yaşamak üzere programlanmamıştır. Bunu en iyi başaranlar; ölüm, açlık ve yokluk kaygısı yaşamayan, anındaki zevkiyle tadan “hayvanlar” dır. Oysa Tanrı bizi, yaşam ruhumuz aracılığıyla sonsuzluk bilincine alıştırıyor. Hayal kurmalıyız, geçmişimizi, dostlarımızı hatırlamalı, deneyimlerimizden ve çevremizden ders almalıyız. Geleceğimize ilişkin planlar yapıp çalışma tempomuzu sürekli yüksek tutmalıyız.

Ancak bir eser üzerinde çalışıyorsak, sadece şimdiyi yaşamalıyız. Olağanüstü eserler ve buluşlar, bir şeye odaklandığında ilgisiz her şeyden uzaklaşan bilinçlere sunulmuştur.

Bilincinizi kontrol edemezsiniz, çevresel imajlar nereye iterse oraya sürüklenecektir. Böylesi bir yaşama “uyanık uyku hali” diyebiliriz. Beynimiz ilgisiz bağlantılar kurup, daldan dala atlıyor olacaktır.

 

 

Hedefiniz ve yapılacak işleriniz yoksa, teknikler fayda vermeyecektir. Bilincinize, onu sürekli yoğun tutacak, ilgilenecek amaçlar ve uğraşlar sunmalısınız. Yaptığınız bir işin size bir yararı var mı?, hedefe giden yolda size fayda sağlıyor mu? sorularının cevabı ‘’hayır’’sa, yararsız uğraşılarla ömrünüzü tüketmek size yalnızca acı verecektir.

 

Başladığınız işi bırakıp başka bir işe yönelmenizin nedeni, sonraki işi ondan önemli görmenizden kaynaklanır. Oysa en önemli iş, başlayıp bitirmeniz gereken iştir. Bir amaca dayanan hiçbir işi önemsiz görmeyin. Unutmayalım ki, büyük sonuçlar üretmemizi sağlayan küçük işlerdir.

 

Mazeret konusuna gelince; Genelde mazeret, ayıplanmak endişesi taşıyan kimselerin başvurduğu yalanlardır. Mazeretlere sığınanlar, sorunları çözmek yerine örtmeyi yeğlerler. Oysa başaramamak utanılacak bir durum değil, ayıp olan çalışmamaktır. Başarılı kişiler; her an, her ortamda ve her koşulda üretmeyi gerçekleştiren kimselerdir.

Bazıları yaşamın zorluklarıyla erken yaşlarda yüzleşirler. O yaşlarda geleceğe baktıklarında, bazı kişilerin kendisini geçtiklerini düşünür, eşit davranılmadığını sanırlar. Oysa yıllar sonra çıktıkları zirveden aşağıya baktıklarında, bir zamanlar çok yukarıda gördükleri başkalarının küçük tepeleri bile aşamadığını şaşkınlıkla görürler.

Başarılı insan “kış uykusuna yatamaz”. Yaşam savaşı verirken onun da önüne engeller çıkacaktır. Ancak ısrarla engelleri aşarak yoluna devam eder.

Bazı kişiler de “kader” engeline takılır. Büyüklerin “yüksek zeka ve özel yetenekler doğuştandır” sözlerine inanıp, başarılı olamayacaklarını sanırlar. Böylece sorumluluktan kurtulup, tembelliği iyi bir mazeretle örterler. Oysa başaranların mazereti olamaz.     

Herkes gibi yetenekli olabileceğimizi kendimize inandıracağız. Eksiklerimiz, engellerimiz elbette olabilir. Ancak biz yapabileceğimizi yapmaktan sorumluyuz.                              Mazeretleri reddettiğinizde ayıplanmaktan utanmazsınız. Amacınız, başkaldırının sizi onurlu sanması değil, gerçekte ve vicdanınızda onurlu olmayı başarabilmektedir.           İhmale veya ertelenmeye kurban gitmişseniz, gerçeği kabul edip yeniden denersiniz. Cesaret en kötü ihtimali göze almaktır.

Mazeretlere sığınmanın en büyük nedeni, bencil olmamızdan kaynaklanmaktadır. Evreni sadece kendi penceremizden görmekteyiz. Başkalarının hatalarını, gerekçeleri olabileceğini düşünmeksizin yerden yere vururuz. Kendi hatalarımız olduğunda ise nefsimizi derhal temize çıkarmanın yollarını ararız. Bu durum çirkin bir bencilliği gösterir. Mazeretlerin olduğu yerde başarı yokluğa mahkumdur. Doğru olan tek mazeret var.”Rahata düşkünlük”. Bunun için de mazeret arıyoruz. Nedeni, zorluklardan kaçındığımızı kendimize itiraf edemiyoruz. Rahata düşkünlük kişinin nefsine yenilmesidir.

Eflatun der ki “En büyük başarı, insanın kendisini fethetmesidir. Kişinin kendi nefsine esir olması, yenilginin en utanç verici olanıdır.

Mazeretlere sığınmaktan korunmak için; zorlukların anlamlarını değiştirerek olumlu sonuçlar arayışına girmeli, sorunların nasıl fırsata dönüştürülebileceği düşünülmeli, hayali sorunlardan uzak durulmalıdır.

Parasızlık, eğitimsizlik, hastalık ve anlaşılamamak gibi sorunların üzerine gittiğimizde, bunların zaman içinde kolay bir şekilde aşılabileceği düşünülerek, zaman yetersizliği ve işsizlik gibi sudan bahanelerin arkasına sığınılmamalıdır.

Sorunlara odaklandığınızda içinize kapanırsınız. İçinize kapandıkça da diğer insanlardan koparsınız. Oysa diğer insanlar yoksa; heyecan, çalışma hırsı ve sonuçta sosyal başarı da yoktur. Ayrıca şunu da akıldan çıkarmayalım, yaşayacağımız sorunların çoğu, beklemesini bilirsek önemli fırsatları da beraberinde getirecektir. Yenilgi yeni bir başarı şansına hazırlanmaktadır. Aklımızı kullanabilirsek, sorunlarımızı bilincimizin üniversitesine dönüştürebilirsiniz Andre Gide der ki “Yüklendiğiniz görev ne kadar zor olursa, bilincinizi o denli eğitir, yüceltir.

 

Yaşlılığı engel olarak görürseniz; beliniz bükülür, hafızası zayıflamış, kasları erimiş, iki büklüm yürümeye mahkum insanlardan olduğunuzu düşünürsünüz. Moraliniz bozulur, köşenize çekilirsiniz. Gücünüz giderek tükenip, çevrenizin maddi ve manevi sorunu haline gelirsiniz.

 

Oysa yaşlılığı fırsata dönüştürmekle kişiler; tecrübelerinin de ışığında daha az hata yaparlar, yaşam boyu çektikleri zorluklar nedeniyle manevi dirençleri artar, sorunlar karşısında kolay yenilmezler. Yaşlılık bedeni zayıflatır, ancak duygusal ve düşünsel derinliği ve evrenin manevi güzelliklerini algılama becerisini geliştirirler.

Evrensel kader olan yaşlılık kimseye özel bir dezavantaj sunmaz. Kişi dünya yaşamının geçici olduğunu ve sonsuzluk yolculuğunu yaşlılık döneminde daha iyi anlar, böylece onurlu ve yüksek bir sonsuzluğa hazırlanır.

Fakirliği engel olarak görüp mazerete dönüştürürseniz, üzerinizdeki zararı katlamış olursunuz. Oysa fakirlik de fırsata dönüştürülebilir. Öncelikle fakirlik; alın terinin önemini, israftan kaçınmayı, kaynakları verimli kullanmanın yollarını keşfetmeyi öğretir. Ayrıca hayatın gerçek keyfinin zenginlikte olmadığını; şefkatli-sabırlı bir eş, güzel-başarılı çocuklar ve kuru bir ekmeğin bile kişinin kendini mutlu hissettirebileceğini görür. Önemli bir konu da, fakirlik, bilinçli bir insana Yaratıcısı’na olan ihtiyacı hissettirir. Fakirlerin ve çaresizlerin durumlarını öğretir, duyarlılığıyla onurunu arttırır kısaca insanı bilinçsel olarak eğitir, olgunlaştırır; saygılı, arzulu ve çalışkan hale getirir.

İşsizliğin fırsata dönüştürülmesine gelince, kişi kaliteli bir iş aramadan önce kendini geliştirecek eğitimlere başvurmalıdır. Kaliteli işsizlerin hem kendilerine güveni artar hem de daha kolay iş bulma şansına sahiptirler.

Zaman dışıyla dertleşmemize neden olan iki hastalık belirtisi vardır. “Keşke” ve “Eğer”. Bu iki kavram insanları sorunlu hayallere sürüklerler, enerjilerini geçmişle ve sorunlarla çatışarak tüketmelerine neden olurlar. Geçmiş olumsuzluklarla dertleştiğinizde kazancınız nedir? keşke diyerek dile getirdiğiniz sorunların hangisinin çözümüne adandığınızı hatırlıyorsunuz. Sonra, dertleşmenizi geleceğe yönelik yapılandırırsınız. Henüz kazanılmamış değerleri hayal ederek, “ Eğer zeki olsaydım çok başarılı olurdum” dersiniz. Oysa yokluk zamanında zorluğa katlanmayan, varlık zamanında eğlenceye saplanır. Çok zeki bir insanın, gerektiği gibi çalışma garantisi yoktur.

Bir eser bütünüyle tamamlandığında eserdir. Başarılı kişilerin yaşamları bitirilmiş işlerle, başarısız kişilerin yaşamları ise yarım kalmış işlerle doludur. Bitmemiş iş, yapılmamış iş gibidir.

Bir kişiye, yapabildiğini bizzat görmekten daha çok cesaret verebilecek bir şey yoktur. Başarı eserdir, üretimdir.

Başarının vazgeçilmezi “yapmak” tır, yaptıkça bitirirsiniz. Sadece biraz daha ısrarcı ve sabırlı olmaya ihtiyacımız var.   Büyük projelere odaklanmış kişi olarak aşırı çalışmanız gerekmiyor. Yalnızca, işlediğiniz konuyu sıkça değiştirmeden bitirinceye kadar başka konularla uğraşmamak gerekiyor.     Yaşamın akışında yüreğimiz ve bedenimiz çeşitli sorunlarla yüzleşecektir. Bunların oluşturduğu yorgunluklar yaşayacağız.  Sanılanın aksine, böyle sorunlar eserimiz üzerinde çalışmayı her zaman engellemez. Yaşam, üretmeyi her şeyin üzerinde tutanlara, en ağır koşullarda bile bir şeyler yapma fırsatı sunacaktır. Bu durum aynı zamanda kişiyi sıkıntılardan kurtaracaktır.                                            Büyük işler başaranlarda, olağanüstü özellikler olduğunu düşünürüz. Aslında bizden farklı özellikleri olmayan bu kişiler de birtakım zaaflara ve ihtiyaçlara sahiptirler. Ancak onlar yaptıkları bir işe çok önem verirler ve onun sonuna kadar giderler.                                                       

 

Bir şeyin bize ait olması için onunla yeterince ilgilenmek zorundayız. Aidiyet yüklediğimiz her şey, alın terimiz ve gözyaşımızdan izler taşımalıdır. En kötü sonucu göze alma cesareti gösteren, en iyi sonucu elde edecektir. Kimse, ölmekten korkmayan asker kadar güçlü savaşamaz.                                            

Duvara toslayacaksanız, doğru yaptığınıza inandığınız sürece ilerlemenizi sürdürün ve gerekiyorsa toslayın.              

Ne kadar kötü yapsanız bile sürekliliği devam ettirdiğinizde en iyisini yapmaya dolayısıyla başarıya ulaşmayı mutlaka öğreneceksiniz.                                                                “Eser üretmek çiçek yetiştirmek” gibidir. Önce sizi fark etmezler, okumazlar, dinlemezler. Sonrasında bir gün gözleriniz kamaşır, çevreniz hayranlarınızla dolar. Yolunu değiştiren siz değilsiniz. Zamanı gelince başkalarını değiştiren siz oldunuz. “Dünyadan erken göç edip kopan alkışları belki duymayacaksınız. Ancak, nereye giderseniz gidin, sizin olan her zaman sizinle olacaktır. Eflatun, Aristo gibi ilkçağdan gelen filozoflar bunlara güzel bir örnektir.

Eser üretenler ve başarılı olanlar, başkalarının korkusuyla hareket etmezler. Başarılarını önce kendi vicdanlarına sunmak için çaba gösterirler.

Sonuç olarak;

Benzer biçimlerde geldik dünyaya. Yetenekler yaratılışımızın çekirdeğinde kodluydu. Bazılarımız, farklı ortamlara bakarak “sınırlı” olduğumuzu sandı. Aşabileceğimiz engellere mahkum edildiğimizi düşündük. Oysa insanlık tarihini değiştirenlerin %75i; yokluklara, acılara ve engellere rağmen başarmışlardı.  

Ne başardıysanız siz başardınız. Geçmişinize baktığınızda, başarınızın sonuçlarda değil eylemlerde gizli olduğunu göreceksiniz.                                                Hiçbir şey yapmıyorsanız, sorumluluğu yine kendinizde arayacaksınız. Eğer bir komando gibi eğitildiyseniz alevlerin arasından, iplerin üzerinden yürüyebilen yenilmez bir asker olacaktınız. Yaşam yolculuğunda kimse, komando olmanız için sizi zorlamaz. Sadece siz kendinizi komando gibi eğitebilirsiniz. Zorluklar herkes için yaratılmıştır.                    

Tanrı, kurallarını koymuştur. Kimseye, çaba göstermeden şan ve başarı yolu açılmamıştır. Bu yolda ilerlemek istiyorsanız, yolunuza çıkacak engellerden geçmeyi göze almalısınız. Düşüncelerinizle yeni evrenler ve aydınlıklar keşfedersiniz. Işıklarınız karanlıktaki hedeflerinizi aydınlatır. Onları elde etmek için dayanma gücüne ve coşkuya gereksinim olacaktır.           

Gerçek başarı, insanı coşkulu sonsuzluğa taşıyacak değerdir. Öğrendiklerinizi kalıcı hale getirin. Bunun da yolu bilgiyi uygulamak ve öğretmektir. En iyi öğrendiklerimiz, öğrettiklerimizdir.

Hazineyi miras bırakabilirsiniz ancak kullanmadığınız bilginin ne size ne de mirasçılarınıza bir yararı olacaktır.

 

 

Tevfik Yağcı.                                           

 

 

 

                                Kaynak. M. Bozdağ.

 
Toplam blog
: 7
: 621
Kayıt tarihi
: 20.11.15
 
 

Ödemiş Lisesi eğitimi sonrası İstanbul'da Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni-şim..