Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '10

 
Kategori
Siyaset
 

Başbakan anlayamıyor!...

Başbakan anlayamıyor!...
 

Tekel işçilerinin başlattığı direnişin geldiği noktada, bu gün genel grev var. Gerçi Kamu-sen son anda vazgeçti ama diğer bütün sendikaların iştirak ettiği greve halk da destek veriyor. Sokaklar tıpkı Pazar gününü andırıyor. Sessiz, ıssız. Acil bir durumu olmayanlar evde oturmayı tercih etmiş. Başbakanımız anlayamıyor.

Bu kanıya varmamızın sebebi başbakanımızın bizzat kendi sözleri. Bir ara tekel işçilerini yeniçerilere benzeterek “bunlar istemezükçü” dedi. Bunun anlamı pekâlâ “biz, onlar madur olmasın diye, 4-C ye alıyoruz, hala olmaz diyorlar. Oysa benim halkım iki torba kömür ve bir koli gıdaya oy veriyor, ne biçim iş bu” şeklinde yorumlanabilir. Başbakanımız, “kimse kusura bakmasın, burası yolgeçen hanı değil. Yatarak para kazanma dönemi bitti” sözlerinin de sahibi. Bu konuşmaları dikkatle incelediğimizde ortaya çıkan şu. Başbakanımız durumu anlayamıyor. Önce şu 4-C nedir bir bakalım.

Yasa şöyle: 657 sayılı devlet memurları kanununda Kamu hizmetlerinde memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel A, B ve C fıkralarıyla tanımlanıyor. A fıkrasında kadrolu devlet memurları B fıkrasında Sözleşmeli personel, C fıkrasında da özelleştirmelerden dolayı başka kamu kurumlarına yerleştirilecek Geçici personel tanımları yer alıyor.

C statüsünü tanımlayan ilk koşul bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olması. Bu göreve de Bakanlar Kurulu'nun karar vermesi gerekiyor. İşte bu şekilde çalışanlara 4C'li deniyor. Tekel işçileri için bu maddenin uygulanmasının anlamı şu: Bu maddeye göre çalışan bir işçi en çok 10 ay çalışacak. Bu en yüksek süre. Gerçekte ise bir yıl içinde çalışılan ay sayısı 4'e kadar düşebiliyor. Peki, maaş ne kadar? Tamı tamına 630 Türk lirası. (Şimdi biraz iyileştirildi) İşte Tekel işçilerinin kabul etmediği koşullar bunlar. Kaldı ki özelleştirilen işyerlerinde pek çok işçi, 4C kapsamına bile alınmadı. İşsiz kalan işçi sayısı on binlerle ifade ediliyor. Görüldüğü gibi, 4-C li olmak hiçte iyi bir şey değil.

Neden Tekel işçileri direniş başlattı da diğer özelleştirilen kurumların işçileri ses çıkarmadı diye sorulabilir. Malum, bir kurumun sessiz sedasız özelleştirilebilmesi için zarar etmesi veya bilinçli olarak zarar ettirilmesi, işsiz kalanların biraz da suçluluk duyarak seslerini çıkarmamaları için iyi bir yöntemdir. Tekel ise bir türlü zarar ettirilemedi. Ancak her ne hikmetse satılması gerekiyordu. (Hikmete aşağıda değineceğiz) Bence, doğrudan Amerikan çok uluslu şirketine devretmeye utanıldı ve hülle yolu ile bu iş gerçekleştirildi.

Satın alan şirketin ise tabii ki, Tekeli çalıştırmak gibi bir niyeti yoktu. İşçiler atıldı. İşletmeler kapanacak. Hem tütün üretici köylü, hem de Tekel çalışanı açlığa mahkûm edilecekti. Doğasında sabırlı ve yumuşak başlı olan Türk işçisinin sabrını bu yapılanlar taşırdı. Görülüyor ki, cin şişeden çıktı. Tekel işçileri bir şekilde bastırılsa da sırada başkaları var.

********

12 Eylül darbesi bir çok şeyin olduğu gibi iktisadi hayatın da köklü bir şekilde değişmesine neden oldu. 1950 den beri ufak ufak içimize yerleşen küresel çeteye ekonomi tamamen teslim edildi. Bu işin ilk görevlisi Turgut Özal’dı. İleriki yıllarda da Kemal Derviş son rötuşları yaptı. 12 Eylül, örtülü olarak kapütilasyonların kabul tarihi idi.

Teslimiyet için ne lazımsa yapıldı. Öncelikle özel şirketlerin yabancı sermaye ortaklığı kuralların gevşetilmesi ile özendirildi. Hatta bir ara devlet özel şirketlerin borcuna kefil bile oldu. Eş zamanlı olarak özelleştirmeler başlatıldı. Satılabilecek ne varsa kar gözetilmeden elden çıkarıldı. Bu arada birilerinin hangi oyunlarla neleri götürdüğüne değinmeyeceğim. Devlet hızla borçlandırıldı. 2000 yılında iki yüz milyar dolar olan toplam borç sırf bu hükümet döneminde rekor üstüne rekor kırarak beş yüz milyar doları aştı. Bankacılık sektörü küresel çeteye teslim edildi. Peki, bu paralarla milli sanayi mi oluşturuldu? Halkın refah seviyesi mi yükseldi? Hayır.

12 Eylül imalatı olan bu günkü iktidar bu açıdan bakıldığında başarılıdır. Görevini hakkı ile yapmıştır ve yapmaktadır. Bu yüzdendir ki ABD ve çok uluslu şirketlerinin övgüsü hiç bitmemektedir.

**************

Çözümü uzaklarda aramanın hiçbir anlamı yok. Mustafa Kemal Atatürk’ün uyguladığı milli iktisat politikasına geri dönülmelidir. Eğer yetersiz görülüyorsa, geliştirilebilir. Günümüze uyarlanabilir. Globalleşme, küreselleşme gibi deyimler, yeterli sermaye birikimi olan ülkelerin, diğerlerini sömürme modelleri olduğu ortadadır. Eğer biz de sömüren bir devlet olmak istiyorsak en önce öz sermayemizi onların seviyesine çıkarmalıyız.

Kamusallık azaldıkça sosyal devletin biteceği kesindir. Bu konuda bazı aklı evvellerin ABD ve AB ülkelerini örnek göstermeleri en azından bilgisizliklerini sergilemeleri anlamına gelir. Zira Türk halkının %80 inin milli gelirden aldığı pay 4000 dolar seviyesinde bile değildir. Hal böyle olunca, milli geliri 20000 doların üzerindeki insanların oluşturduğu toplum ile aynı şartlarda bir yönetim hayalcilikten öteye geçmeyecektir.

Türk halkının ortalama milli geliri kıyasladığımız AB ülkeleri ile aynı seviyeye gelene kadar sosyal devlet olmaktan vaz geçilmemelidir. Etnik kimlikler her alanda ön plana çıkarılıyor ki, bu son derece yanlıştır. Yoksulluğa etnik kimlik ekseninden değil, emek/ kazanç ekseninden bakmalı, gerekli kesimlere gerekli pozitif ayrıcalıklar uygulanmalıdır.

Günümüzde uygulanmaya çalışılan modelin bizi getirdiği nokta ortadadır. Israrında ise ilerde bu günleri de arayacağımız kesindir.

05/02/2010

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..