Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '07

 
Kategori
Güncel
 

Başbakan'ın yargı eleştirisi

Başbakan'ın yargı eleştirisi
 

Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, bir açıklama yaparak Başbakan'ın: "Tarih bu kararı alanları yargılayacaktır. Ben tarafsız yargı istiyorum. Bu 367 bitmedi, çok konuşulacak. Bu yargı için talihsizliktir, yüz karasıdır. Akılla, ilimle, tecrübeyle izahı mümkün değildir, " sözlerinin, eleştiri sınırlarını aştığını, mahkemeyi hedef gösterdiğini, bu nedenle konuyu, yargıya taşıyacaklarını beyan etmiştir. Önümüzdeki günlerde, Anayasa Mahkemesi'ne veya üyelerine, bir örgüt saldırısı olursa, hiç şaşırmayın. Çünkü bu tür olayları kullanarak, "ortalığı karıştırma" fırsatı arayanlar için uygun zemin hazırlanmıştır.

Burada sadece, "yüz kızartıcı" ifadesine bakarak Başbakan'ı, "maksat dışı açıklamada bulundu, " diye eleştirmek mümkündür. Fakat bu rahatsız edici açıklamaya yol açan nedenleri nasıl görmezden geleceğiz? Eğer dürüst davranmak ve doğru yargıya varmak istiyorsak olayın arka planı üzerinde de durmak zorundayız.

Söz konusu ifadeye sebep olan mahkeme kararını, eleştiren çok sayıda hukukçu var. Bunların en başında, Yargıtay onursal başkanı, Sami Selçuk geliyor. Üstelik, aynı Anayasa'nın, aynı maddeleriyle ve aynı uygulama usülleriyle seçilmiş, üç tane cumhurbaşkanımız olmuştur ve sonuncusu hala görevinin başındadır.

Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili Anayasa'nın 102. maddesinin gerekçesindeki temel amaç, cumhurbaşkanlığı seçimini kolaylaştırmaktır. Bunu herkes bilmektedir. Yasa koyucu bu yolla, 1961 Anayasası'nda karşılaşılan zorlukları aşmayı hedeflemiştir. Davaya konu olan son cumhurbaşkanlığı seçimi oturumları da, süregelen meclis teamüllerine uygun biçimde ifa edilmiştir. Yeni bir içtüzük ihdasına yol açıldığını düşündürecek farklı bir uygulama olmamıştır. Bütün bunlara rağmen Anayasa Mahkemesi, sadece bu meclisin değil, daha sonraki bütün meclislerin cumhurbaşkanını seçmesini, neredeyse imkansız hale getiren bir karara imza atmıştır.

Hukuki problemlerin çözüm mercii olan mahkemelerimiz hakkında kafalarımızda, adalet duygusunu zedeleyecek ve şüphelere sebep olacak sonuçlar üretmeye kimsenin hakkı yoktur. Böyle bir tereddüt duygusu, hukuka olan güvenin yitmesine, herkesin kendi adaletini uygulamaya kalkmasına yol açabilecektir.

Yargının bağımsız olup olmadığı hep tartışıla gelmiştir. Hala da tartışılmaya devam edilmektedir. Bu konudaki görüşleri iki farklı biçimde değerlendirebiliriz. Birinci bölümdekiler, bir siyasi kişilik olan Adalet Bakanı'nın, HSYK'lunda görev almasının yargı bağımsızlığını zedelediğini düşünmektedirler. İkinci bölümdekiler ise yargıçların kararlarında, yasalara ve vicdani kanaatlerine göre değil, ideolojilerine göre davrandıklarını, bunun da yargı bağımsızlığına gölge düşürdüğünü iddia etmektedirler. Buna yargının, "vicdanla cüzdan arasında" bir yerlere sıkışıp kaldığını söyleyen, bir yüksek yargı mensubunun beyanını da ilave edebiliriz.

Bu durum sanki, vicdanlarına danışmaları bir Anayasa hükmü olan yargıçların zaman zaman, kendilerine dönüp, bir iç muhasebe yapmaları ihtiyacını da bereberinde getiriyor gibi. Yagıçlar, elbette bunu yapıyorlardır. Sanıyorum eleştirileri daha makul karşılayabilmeyi sağlayacak yöntemlerden biri de bu olabilir. (Anayasa, Madde 138/1: Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.)

Ayrıca, on dört üyenin katılımıyla hazırlanan bildiride: "Kuvvetler ayrılığı ilkesi de üstünlük sıralaması değil, devlet yetkisinin sınırlı-medeni bir iş bölümü içinde kullanılması anlamına gelmektedir." ifadesi de yer almaktadır. Bu cümlenin bana göre doğru, fakat uygulamada yanlış veya tamamen yanlış şıkları var.

Mesela: "Kuvvetler ayrılığı ilkesi, bir üstünlük sıralaması değil"se niçin, Anayasa Mahkemesi hep üstte ve haklı, siyaset kurumu ise, hep altta ve haksızdır? Siyaseti (yasama ve yürütmeyi) denetleyen bir dizi erk varken (cumhurbaşkanı, yargı, seçmen) Anayasa Mahkemesi neden denetimden muaftır? Yoksa, ülkenin en akıllı ve en tarafsız insanları yargıç, en ahmak, en taraflı ve en kural tanımaz insanları siyasetçi olduğu için mi? Burada hukukilik yerine, "güç bende" tavrının ağır basmadığını söyleyebilir miyiz?? Bu hususları tek, tek vicdanlarımıza sormalıyız.Bakalım ne diyecekler? (Parti kapatma davalarını ve son 367 kararını düşünün.Anayasa Mahkemesi kararları kesindir.)

Bir de cümlenin: "Devlet yetkisinin sınırlı-medeni bir iş bölümü içinde kullanılması" kısmı var. Bana sorarsanız devlet yetkisi, sınırlı ve medeni bir iş bölümü içinde kullanılmaz. Çünkü kamu kendi otoritesini, sınırlı ve medeni bir biçimde değil, kurumların özelliklerine ve yasalara uygun biçimde dağıtmış olmalıdır. Mesela, yargı yetkisini "mahkemelere, " yasamayı "meclislere, " yürütmeyı "hükümetlere" vermiştir.Yani yasalara uygun olduğu sürece kurumların kendi yetkilerini kullanmalarında bir sınırlama yoktur.

Sonuç olarak Başbakan'ın hissiyatına kapılarak, "bu karar, yargı için yüz karasıdır" sözüyle, olağan sınırı aştığını kabul ederken onun, bu haleti ruhiyenin içine düşmesine sebep olan sonuçların da pek masum durmadığını görmek zorundayız. Bu tavsiyemin, iki taraftan birini tutan insanlar için, hiçbir anlam ifade etmeyeceğini biliyorum. Buna rağmen düşüncemde ısrar ediyorum.

Not: Bn.Tuğcu'nun ve Başbakan'ın açıklamalarına dair tırnak içindeki sözleri, 30.05.2007 tarihli ;"Tuğcu, Başbakan Bize Hakaret Etti" başlıklı Milliyet'teki haberden alınmıştır. 14 üye bilgisi ise aynı tarihli Hürriyet'tendir.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..