Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '12

 
Kategori
Öykü
 

Başka şehrin insanları ve Ms Poppins

Başka şehrin insanları ve Ms Poppins
 

Zamanlaması harikaydı. Günlerdir sefil gizemin içinde hem aklımı korumaya hem de Shada'nın sonsuzluğa uzanışına anlam yüklemeye çalışırken geldi dostun mail'i. Öyle içten ve samimiydi ki. Zaten tıka basa dolu pınarlarım buruk bir tebessümü taçlamakta gecikmediler.

Ata Bey, bu sabah bir rüyanın içinde uyandım. Sahil lokantasında bir adam hatıra defterine bir şeyler yazıyordu. Adamın şöyle söylediğini duydum: 'Balık yerken güneş doğdu mu demedik mi?' Adamın yazdığı notlarda tarih, numara, yer ve yemek çeşitleri de vardı.

Bu noktadan hareket ederek kafamda bir öykü fikri canlandı. Lokantada yemek yiyen yaşlı bir adam birden fenalaşıp yere düşüyor. Adamı acilen hastaneye kaldırıyorlar; ama ölüyor.

Tabii, arkasında da anlamlı bir hikaye olmalıydı. Ben yukarıda ana fikrini belirttiğim öykünün yurt dışında geçmesini ve oradaki restoranların isimleri ve yemek çeşitleriyle birlikte gerçeğe uygun bir şekilde yazılmasını arzuluyorum ve bu öyküyü benim değil de sizin yazmanızın doğru olacağını düşünüyorum.

Hani sizin 'Misafir geldi.' şeklinde güzel bir uygulamanız vardı. Ama ben sayfanıza misafir olmak değil de -bu öyküyü en güzel şekilde yazacağına inandığım- sizin gibi usta bir kalemin okuyucusu olmak istiyorum. Bilmem ne dersiniz?

Kaleminin mütevazılığına, içindeki insan sevgisine, haksızlıklara karşı mizahî tepkilerine, dostlarına olan bağlılığına ve hayattaki duruşuna saygıyla baktığım değerli dostumun ricasını geri çevirmem tabii ki mümkün değildi. Bakalım Lillian'la Jayden'ın öyküsünü beğenecek misiniz!

==============================

Belki de hiç ayrılmamalıydık Sevierville'den diye düşündü yaşlı adam cama vuran yağmura aldırmaksızın. Oysa hesap sorar gibiydi damlalar. Rockland'a doğru çevirdi feri gitmiş gözlerini. Hasretiyle sevginin, sorarcasına hayatın anlamını. Tutamadı daha fazla suskun yaşları. Kucak açtı yüzünün derin vadileri. O'na kalsa Tennessee'den hiç ayrılmazdı; ama biricik kızları da evlenip Phoenix'e gittikten sonra iyice yalnızlaşmışlardı. Hemen her günü kızıyla geçiren Lillian için Sevierville de cazibesini yitirmişti. Oysa her ikisinin de ailesi üç kuşaktır Tennessee'de yaşıyorlardı. Jayden'ın biz de Phoenix'e taşınalım, çocuklara yakın olalım teklifini de geri çevirmişti. Aslında o kendini bildi bileli New York'ta yaşamak istemişti. Ama taşralı her genç kız gibi NY'a ulaşmak onun için de erişilmesi zor bir hayalden öte gidememişti. Evlenir evlenmez Jayden karısının bu hayalini gerçekleştirmişti. Binaların yüksekliği, caddelerin genişliği karşısında şaşkına dönmüştü Lillian. Öyle mutlu olmuştu ki ikide bir Jayden'a sarılıp öpmüştü. 51. Cadde'de şimdiki Times Square Church'ün yerinde Mark Hellinger Theatre vardı ve orada izledikleri My Fair Lady ilk müzikalleri olmuştu.

Jayden, Walmart'ta reyon şefiydi. Lillian'ın NY ısrarları dayanılamaz hale geldiğinde Walmart Garfield NJ'e transferini istemişti. Sevierville'deki evlerinin satışından gelen para Grace Avenue'deki yeni evlerinin ancak yarı bedelini karşılayabilmişti; ama olsundu. Lillian'ı mutlu olsundu da. Artık sadece yazları bir hafta değil, her NY günü onlarındı. Yaşam onlar için 42. Cadde demekti. Uzakta da olsalar, neredeyse hiçbir Broadway müzikalini kaçırmamışlardı ve artık sanatın kalbinde yaşayacaklardı. Cabaret, Funny Girl, Fiddler on the Roof, The Sound of Music, Evita, Les Misérables, The Phantom of the Opera ve birlikte son olarak da New Amsterdam Theatre'da Mary Poppins'i izlemişlerdi. Bazı müzikalleri ise birden çok kez izlemişlerdi. Her seferinde de ilk kez izliyormuşçasına keyif almışlardı. Lillian müzikalden günlerce önce havasına girer, sonrasında da karakterlerine bürünürdü. Cabaret'de Sally, Funny Girl'de Fanny olmuştu. Mary Poppins'i izledikten sonra da günlerce Chim Chim Cheree'yi söylemişlerdi birlikte. Genellikle cuma akşamları 8 matinesine giderlerdi; ama öncesinde mutlaka torunları Matthew için Sanrio'ya girerler sonra da Applebee's'te Sarımsaklı Somon ya da Izgara Karidesli Ispanak Salatası yerlerdi. Her ikisi de deniz ürünlerine bayılırdı. Obez Amerikalı değillerdi ve beyaz etçiydiler; ama Jayden tavuk etine ağzını sürmezdi. Beş yaşındayken horoz ve avanesinden kaçarken yere düşmüştü ve tavuklar da onu gagalanmıştı. Horoz ise sadece izlemişti. O korkuyla geçen çocukluğu aslında tavuk etinden nefret edeceği bir yaşamın başlangıcıydı.

Yonkers'taki Dolphin Restaurant'la ilk tanışmaları da bir arkadaşlarının doğum günü yemeği vesilesiyle olmuştu. Dolphin, taze deniz ürünleri kadar Akdeniz ve Asya Mutfağıyla da ünlüydü. Sıra dışı ambiyansı ve ışıklandırması, saydam oniks mermerleri, kocaman beyaz koltukları olan barı, nehre bakan kırmızı sandalyeli masaları etkileyiciydi. Cuma ya da cumartesi akşamları gitmeyi tercih ediyorlardı. Çünkü o günlerde bir saat daha geç kapanıyordu. Ama orayı sevmelerinin -Atlantik Somonu dışındaki- asıl nedeni şef garson Cole'du. Onlarla hemen hemen aynı yaşlardaydı. Cordon Bleu diploması olduğunu öğrendiklerinde ise çok şaşırmışlardı. Müşterileriyle mükemmel ahenkte ilgileniyor, sipariş alırken yemekleri öyle bir tanıtıyordu ki insanların daha yemeden iştahları kabarıyordu. Hangi üzüm aslında hangi ülkede yetişirse daha kaliteli şaraplar üretilebileceği konusunda fikir yürütebilecek kadar da bilgili bir someliye idi. Cole insanlarla iç içe olmayı seviyordu. O'nunla hemen her konuda sohbet edebiliyorlardı. Dünyanın birçok ülkesinde çalışmıştı. Dolphin'deki her lezzet şöleninin ertesi gününde Lillian mutlaka akşam yemeğini -önemli anlarıyla- anlatan bir takdir mektubu yazar, lokanta yönetimine gönderirdi. Bir kopyasını da Cole'a göndermeyi ihmal etmezdi. Çünkü o dostlarıydı.

Dolphin'de güneşi kaç kez batırdıklarını hatırlamıyorlardı; ama hiç onlarla doğmadığından eminlerdi. Lillian bunu söylediğinde Jayden verecek bir cevap bulamamıştı; ama konuyu da Cole'a açmıştı ve iki kafadar Lillian'a sürpriz bir evlilik yıl dönümü gecesi organize etmişlerdi. O gece Dolphin sabaha kadar Lillian ve Jayden'ın mutluluğuna eşlik edecekti. Işıklar kapatılacak, mum ışığı altında güneşin Hudson'a doğuşunu bekleyeceklerdi. Son müşteri de gittikten sonra baş başa kalmışlardı. Cole gitmeden önce masalarını tekrar kontrol etmiş, Jayden'ın sevdiği Crabcakeile Lillian'ın sevdiği Marine Kalamar'a ilave yapmıştı. Kovaya bir şişe daha Fume Blanc koyarken de Jayden'a göz kırpmıştı. Çok mutluydular. O duygu yoğun loşlukta yılları teker teker anmışlar, kâh gülmüşler kâh hüzünlenmişlerdi. Hudson'ın suları ışımaya başladığında güneşin yepyeni bir gün armağan etmeye hazırlandığını anlamışlardı. Dolphin ve Cole onlara hayatlarının en güzel hediyesini vermişti.

Rutin sağlık kontrolleri sırasında doktorun Lillian'a göğsünüzdeki dominant kitlenin alınması gerekiyor demesiyle yaşamları bambaşka bir boyuta taşınmıştı. Sitolojik analizin sonucunda kitlenin malign olduğu anlaşılmış, eksizyonel biyopsiyle çıkarılmıştı. Sırtlarında taşıdıkları bir torba soru işaretine rağmen Dolphin'e gitmeye devam ediyorlardı; ama yemek arası sohbetlerin tek konusu artık Lillian'ın hastalığıydı. Kanserine iyi gelir diye Lillian'a durmaksızın humus yediriyordu Cole. Öncesinde de soğan çorbası.

Birkaç ay sonra yeni bir kitle daha tespit edildi. Lampektomi ve koltuk altı lenf bezlerinin alınması hastane psikolojisiyle birleşince her ikisinin de yaşam kalitesi düşmüştü. Bir süre sonra da Lillian'ın şikayetleri artmış, sağ göğsüne mastektomi uygulanması kaçınılmaz olmuştu. Kemoterapi ve radyoterapinin yan etkileri Lillian'ı hastaneye ya da eve bağımlı hale getirmişti. Cole onları sık sık ziyaret ediyor, yanında da mutlaka Lillian'ın çok sevdiği baharatlı Wasabi Tuna getiriyordu. Ama Lillian mide bulantısından genellikle yiyemiyordu. Hayat arkadaşının gözlerinin önünde erimesine dayanamıyordu Jayden. Kaç kez gizlice ağlarken Lillian'a yakalanmıştı.

Doktorunun tavsiyesine rağmen meme rekonstrüksiyonu istememişti Lillian. Bu kararı verirken Jayden'ın gözlerinde hep var olan aşk pırıltısına güvenmişti. O, saçsız halinden de hiç rahatsız olmamıştı ki. Hastane günlerinde -eğer Lillian kendini iyi hissederse- sabaha kadar sohbet ediyorlardı. Birlikte büyümüşlerdi. Aynı okula gitmişlerdi. Bir ömrü birlikte tüketmişlerdi. En çok da kapı önünde Lillian'ı ilk öpüşünde babasına yakalanışlarına gülüyorlardı. Lillian yakında senden ayrılacağım dedikçe, Jayden ben önden gidip kalacağımız yeri hazırlayayım tatlım diyordu. Bir sohbetlerinde de Dolphin'deki o güzel gecenin sabahında güneş mi doğdu mu sanıyorsun? Hudson'a vuran senin ışığındı aşkım demişti. Gözleri dolmuştu Lillian'ın, gittiğim yerden de seni izlemeye devam edeceğim. Ne zaman ki sana olan özlemim dayanılamaz hale gelir -bakarım ki sen de bana kavuşmak için sabırsızlanıyorsun- işte o zaman sana bir şişe Conti Montrachet göndereceğim ve yanında da tavuk eti olacak! Böylece, seni çok özlediğimi ve beklediğimi anlarsın demişti. Lillian'ın o halinde dahi şaka yapabiliyor olmasına inanamamıştı; ama çok da sevinmişti.

Lillian, Robert Wood Johnson Hastanesi'nin 136 no'lu odasında soğuk bir şubat sabahı hayata veda etti. Elleri Jayden'ın ve kızının ellerindeydi.

*****

"Şu yağmur da acımı söndürmek için yağıyor sanki. Ben oralı olmadıkça da kızıp şiddetini artırıyor. O'nu çok özlüyorum Cole. O'nunla yapmaktan hoşlandığımız her şeyi yapmaya, onu yaşatmaya devam ediyorum. Geçenlerde Ambassador Theatre'da Chicago müzikaline gittim. O'nun gözleriyle bir kez daha izledim. O Roxie oldu, ben de Avukat Billy. Bir süredir de geçmişte birlikte gittiğimiz müzikalleri, oyunları, konserleri ve hatta sevdiğimiz lokantaları tarihleri ve o günün anılarıyla yazmaya başladım. Bak, işte şu sevimli deftere. Artık yalnız gidiyorum oralara; ama aslında o hep benimle. Her akşam da günümü ona anlatır gibi yazıyorum. Şiir de yazmaya başladığımı söylemiş miydim sana Cole?

Her günü seninle uğurladım
Her uykuya seninle daldım
Her rüyamda sen vardın
Her güne seninle doğdum

Hadi, asma suratını. En sevdiğimiz lokanta her zaman Dolphin olmuştur. Aslında sana bir itirafta bulunayım mı dostum? Bıktım artık onsuz dünyada yaşar gibi yapmaktan. Yorgun kalbim daha ne kadar dayanır bilmiyorum; ama her gün tanrımdan bir an önce beni onun yanına almasını diliyorum. Çok özledim aşkımı çook."

"Dur bakalım ihtiyar, nereye gidiyorsun? Biz seni özlemez miyiz! Hem torunun da artık NY'ta yaşıyor. Sahi, sen bizi Applebee's'le aldatmaya devam mı ediyorsun?"

"Lillian için gidip Karidesli Ispanak Salatası yiyorum tabii. Ama senin Bouillabaisse'n gibisi yok hiçbir yerde. Üstelik Lillian gittiğinden beri de yemek ve şarap seçimini sana bırakıyorum. Sahi, bu yediğim ne balığı Cole? Tadı da bir garip geldi. Ama şarap muhteşem. Hiç böylesini içmemiştim!"

"Yediğin Chicken Portabella dostum, içtiğin de Conti Montrachet Grand Cru."

*****

"Afedersiniz, ne oldu şu cam kenarındaki masada?"

"Müşterilerimizden biri rahatsızlandı da ambulansla hastaneye kaldırdık efendim."

Jayden Larrimore huzur içinde, özlemle biricik Lillian'ına koşmuştu. Çünkü karısı da onu çok özlemişti.

Defteri yerden alan Cole zamanı geldiğinde onu Matthew'a verecekti. 
 

*****

"Seni görmek beni mutlu etti Cole. Geldiğin için teşekkür ederim. Jayden yokken konuşmak istedim seninle."

"Meraklandım ben de! N'oldu Lilly, iyi misin? Neyse ki gözlerin eskisi gibi pırıl pırıl yine!"

"Seni gidi Pinokyo! Biliyor musun, Lilly'i Lillian'dan daha çok seviyorum. Sen iyi bir dostsun Cole. Yıllardır bizim için ne çok şey yaptın! Hatta New York'u bu derece sevmemizin en büyük nedenlerinden birisin. Yakında aranızdan ayrılacağım ve Jayden'ı sana emanet ettiğim için de yüreğim rahat dostum!"

"Bu da ne demek Lilly!! Hızla iyileşiyorsun, görmüyor musun?"

"Bırak şimdi bunları Cole. Senden bir şey yapmanı isteyeceğim. Ama bu aramızda bir sır olarak kalacak. Sana güvenebileceğimi biliyorum. Biz yarım asırdır Jayden'la hiç ayrılmadık. Birbirimizsiz bir hayatı tanımıyoruz. Benden sonra hayata tutunması çok zor olacaktır. Belki sen ve diğer arkadaşları gününü keyifli hale getirebilirsiniz; ama akşam eve girdiğinde tüm neşesi bir anda kaybolacaktır. Şu dolabı açar mısın? O şatafatlı kutuyu da bana getir lütfen."

"Vayy!! Bu bir Conti Montrachet Grand Cru."

"Evet, hayatımız boyunca gittiğimiz her lokantada onu sipariş etmeyi hayal ettik. On dolarlık şarap içerken dahi binlerce dolarlık o muhteşem Chardonnay'nin tadını hissettik damağımızda."

"Buna bir servet ödemiş olmalısın! Ne yapacağız bu şarabı Lilly? Akşam Jayden da gelince mutluluğunuza filan mı açacağız? Dolphin'e dönüp bir şeyler getireyim bari."

"Hayır Cole. Jayden hiçbir şey bilmiyor. O gün bugün değil. Bu şişeyi saklamanı istiyorum. Nasıl koruyacağını sen hepimizden iyi bilirsin. Bu şarabı Jayden'ın içmesini istiyorum; ama kendini en mutsuz, en çaresiz ve en bensiz hissettiği günde onu sen servis etmelisin. O'na her zaman yakın ol dostum. Gözle, dinle. Haa, bir şey daha rica edeceğim. Biliyorsun, yaşadığım sürece ona tavuk eti yediremedim. Şarabı açtığın gün tavuk etini de Marsala sosun altına gizleyip sanki balıkmış gibi koyarsın önüne! Montrachet'nin büyüsüyle fark etmeyecektir. Yemekten sonra da itiraf edersin, gülüşürsünüz. Yüzü gülsün de bi'tanemin!.."

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..