Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '11

 
Kategori
Güncel
 

Başkaldırının üç hali: Sitem, isyan, inkâr!...

Başkaldırının üç hali: Sitem, isyan, inkâr!...
 

Bahar... Toprak ... insan ... güne sakin uyanıyoruz.

Eyüp sırtlarında bir kır kahvesi... Piyer Loti. İstanbul, ayaklarımızın altında.

Haliç’te tek tük adacıklar... O adacıklarda kuş olmak vardı. Baharda uyanan doğada bir çalının dalına tutunup karşı kıyıları gözlemek... sonra pırrrr diye uçmak, köprüye doğru.

Teknelerden zehir akıyor durgun Haliç’e... İstanbul çok büyük, çok...

Sirkeci-Kadıköy vapurunda yorgun yüzlü insanlar vardır. Gözlerinin ferinde kalan iki kırıklık umutlarını da yorgunluk örtmüştür akşam üzerleri... Gazete okumaktan da bıkmış, öyle uzaklara dikmişlerdir gözlerini. Ara sıra göz ucuyla saate bakarlar.

Sahipler”le “zorbalar” arasına sıkışıp kalmıştır kısacık hayatları.

***

Sahiplerle zorbalar...

Sömürücü, sömürü sistemini; emekçinin doğaya olan yaşamsal muhtaçlığını kullanmak için, emekçiyle doğa arasına girerek kurar. Emekçinin doğaya olan doğal muhtaçlığının arasına, suni bir muhtaçlık olarak sokar kendini. Bunu; emekçinin doğada ihtiyaç duyduğu her şeyin başında, onun karşısına çıkarak yapar.

Sömürücünün; emekçinin ürettiği zenginliklere el koymada, onu kendi hesabına çalıştırmada, bu ‘haksızlık oyunu’ nu oynamada, iki yöntemi vardır: Biri ‘zorbalık’, diğeri ‘sahiplik’.

***

Kendimi bildim bileli karanlığın, kocaman bir yumaktan parça parça söküldüğünü düşünürüm. Her bir parçası, önceki parçanın üzerine devrilir. İlkin göz, nesneleri seçebilirken, giderek göz gözü görmez olur. Karanlık, yama üstüne yama yapar...

Yer altı dünyasının işine gelir karanlık. Zorba, karanlığın sorumluluğunu gönüllü üstlenir. Karanlığın asıl sahipleri ise, her konuda olduğu gibi, düpedüz, karanlığın da üstüne yatar!

Aydınlığa özlem duyan kimse, karşısında daima karanlığın “sahip”lerini bulur!

***

Zorbanın, ‘buralar benden sorulur’ diyerek istediği şeyi; sahip, ‘buralar benim’ diye ister.

Zorbalıkta; haksızlık, hukuksuzluk bir aradadır; sahiplikte, haksızlığın bir hukuku vardır.

Haksızlığın hukuku...

Haksızlığın hukukunda; haksızlık, sahipliğe dayandırılarak hakka dönüştürülür. Sömürücünün, emekçinin emeği üzerindeki amaçları, yasaların korumasına kavuşur.

***

Yağmur çiselemeye başlıyor. Önce seyrek, sonra sık yağmur damlaları düşüyor kaldırımlara. Bab-ı Âli yokuşu...

Ödenmemiş emeğin hesabını “işin sahibi”nden soramamış olmanın öfkesi taşıyor arnavut kaldırımının irili ufaklı taşları arasından.

Yol kıyısında eski bir kitapçı dükkanı... Dükkanı boşaltmışlar. Tadilat var içeride. Kapının dibinde kaynak yapıyorlar. Oksijen alevinin parıltısı, kaynak ustasının alnında birikmiş, şakağına doğru süzülen terinde yansıyor.

Dükkan sahibi kılıklı adam, az ötede, elleri cebinde kaynakçıyı izlemekte. Sanki çok anlıyor! Sanki müfettiş! Uzman...
Ya kaynakçı kaytarırsa? Ya işler öğleden sonraya sarkarsa?

***

Zorbalıkta, sömürücünün emekçiye musallatlığı ayan beyanken; sahiplikte, ayan beyan olan şey, emekçinin sömürücüye muhtaçlığıdır.

Sömürücünün, ‘sahipliğin suiistimali’ ne dayanan sistemi, giderek sahipliğine geçirmediği yer ve şey bırakmayarak; emekçiye, daha çok çalışmanın daha az para ettiği, yıkılası bir dünya dayatır.

***

Dünü ve yarını düşünmekten, bugünü düşünmeye, bugünün renklerini, seslerini algılamaya fırsat kalmıyor. Hayat kavgamız yarınları düşünmekle, dinlence zamanlarımız ise dünün muhasebesini yapmakla geçiyor.

Oysa bugün, çok önemli! Çünkü bugün, hem dündür, hem de yarın!

Özlemler, fırından yeni çıkmış taze ekmek gibidir... Ama, hileli undan yapılmış ekmekler gibi, çabuk soğuyor, çabuk bayatlıyorlar!

Keşke özlemlerimiz eskimeseydi... sıcağı sıcağına, tadıyla tuzuyla tazecik kalsaydı!

Yıkılası dünya, başımıza yıkılıp dururken, sistem bütün yüzsüzlüğüyle kasılarak dünyanın çevresini dolaşmakta.

Giderek ücretler artıp, çalışma saatleri azalacağına, ücretleri azaltıp çalışma saatlerini artırmak “sahipliğin suiistimali değildir de nedir!

Kapitalizmin, insan yaşamını hor gören ellerinden yakamızı kurtarmak zorundayız!

Yoksa İNSANLIK, tarihin tezgahlarında; imtiyazlıların, insanlığa iğrenç pazarlıklarda biçtikleri fiyatın da altında bir fiyattan satılığa çıkarılacak!

***

Sabahın alacakaranlığı...

İşbaşı beklemez! Çalışan eller çay bardağına uzanmış, çayını yudumlar yudumlamaz, yollara dökülecek! Konserve gibi doluşacaklar otobüslere...

Yağmacılarla haramiler de otobüslerin yanı sıra, yeni paylaşımlarda, yeni yağmalara doğru aceleyle yol alırken, özel araçlarıyla trafiği felç edecekler!!

Yeryüzünün başka coğrafyalarında, farklı ırklardan, farklı dillerden insanların ülkelerinde de benzer sabahlar yaşandığını biliyoruz.

Ve...


Bazı coğrafyalarda, yağmacıların bebelerin üzerine yağmur gibi bomba yağdırırken akşam yemeğinde yiyeceği yağlı domuz rostosunun düşlerini kurduğunu da biliyoruz.

Hüzün bulutları sinse de üzerimize, baharın isyancılığı, doğanın uyanışı, İNSAN’ın uyanışı için direnişlere çağırıyor bizi!

Ne yana baksak, bahar...

İsyan!...

(...)

Zelin Artuğ, Mart 2011, Yeryüzü


http://www.kucukisler.com/2011/03/25/baskaldirinin-uc-hali-sitem-isyan-inkar/


 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..