Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '10

 
Kategori
Edebiyat
 

Başkaldırıyoruz, öyleyse varız:Woolf & Camus

Yerleşik düzene başkaldırmak zordur. Yıpranır, hırpalanır, dışlanırsınız. Virginia Woolf, olanca naifliğine inat güçlü bir yüreğe sahipti. Onun özgür ve sıra dışı ruhu Viktorya döneminin önerdiği kadınlık idealine ve iki yüzlü ahlak anlayışına karşıydı. Erkeklerin her durumda hoşnut edilmesi gerçeğini savunan ve kadınların kendisine ait hiçbir görüşü olamayacağı ileri sürülen bu dönemde, "Yazar, kendisi olabilme cesareti gösterebilmelidir!" diyerek deneme ve eleştiri yazılarında bu görüşlere meydan okudu.

Oxford ve Cambridge üniversitelerine kızların alınmasını engelleyen kurallara yazılarıyla karşı çıkan Woolf, pek az kadına nasip olan Kraliyet Onur Nişanı ve Manchester Üniversitesi Onur Üyeliğini kabul etmedi. Yaşadığı dönemin kadın gerçeğini değiştirmeye yönelik çabaları yanında, dönemin geleneksel roman anlayışına karşı da bir başkaldırı söz konusuydu. O, İngiliz romanının biçim ve içeriğini değiştirerek kendi roman tekniğini geliştirdi.

Geleneksel romanlardaki gerçekçiliğin yaşamı yansıtmadığını, yazılanların yapay durduğuna inanıyordu.Gerçek her insana göre değişebilen,elle tutulamayan bir şeydi. O halde romanlarda bir kişinin ne yaptığını değil, aklından gelip geçen duygularla, düşünceleri, anlık izlenimleri saptamaya çalışmalıydı. Bu anlamda, bir kadının yalnızca bir gün boyunca yaşadıklarını anlatan Mrs. Dalloway, bilinçakışı tekniğinin en başarılı örneklerindendir.

Erkeklerin,"Bizim kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu savunuyorsunuz, madem öyle neden Shakespeare gibi bir dahi çıkartmadınız?" sorusu üzerine feminist hareketin klasik kitabı olan "Kendine Ait Bir Oda"yı kaleme alan Virginia Woolf, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kadın edebiyatına dair bir araştırma yaptıktan sonra kitabında kadınlara şöyle seslenir: "Para kazanın. Kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın. Erkekler ne der diye düşünmeden yazın."

Zaman saatinin tik taklarını bir vuruşta susturmak isteyen Virginia için önemli olan "an" dı sadece ve tam da bu noktada Albert Camus ile aynı paralellikte buluşuyordu. Camus'a göre sürekli ölüm düşüncesi taşımak, gelecek için hiçbir ümidi, amacı olmaması demekti insanın. O insan hep "an"da yaşar. Onun için "umut" ve "amaç" yoktur. Her şey anlamsızdır. Yarın yoktur!

Her şey anlamını yitirdiğinde ceplerine taş doldurarak kendini Ouse ırmağının serin sularına bırakan Virgina için de artık yarın yoktu!

Hayatın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak kendimizi öldürmeli miyiz?

Felsefenin temel konusu intihardır diyen Camus, intihardan yana değildir. O, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir. 1957 yılında, insanın yaşadığı vicdan sorunlarına getirdiği aydınlıktan ötürü Nobel ödülü alan Camus, 29 yaşında ölen babasının mezarı başında şöyle düşünür:" Varoluş, oğlu babadan daha yaşlı hale getiriyorsa hayatta bir düzenden söz edilemez." Camus, artık dünyanın düzenine başkaldırmaya başlamıştır. Ve,"Hayır!" demeyi bilendir başkaldıran insan.

Bu başkaldırış sanata yöneltir insanı. Zaten sanat da dünyanın bitmemişliğine,eksikliğine bir başkaldırış değil midir? İnsanlar içinde yaşadıkları dünyadan kaçmak için sanata sığınırlar. Camus'a göre sanat, gerçeğe sadık ve onun üzerinde olduğu için, hiç uysallaşmayan saçmalığı ve hiç yok olmayan umudu ile insanın durumunu tepeden tırnağa kapsar. Burada Camus'un felsefeye yaptığı en büyük katkı, insanların kendilerine anlamsızlıktan başka bir şey vermeyen bir dünyada anlam aramalarının "saçma" olduğu fikridir.

Gerçekten de hiçbir şeyin anlamı yok mudur?

Camus bu sorunun yanıtını bir denemesinde şöyle verir: " Her şeyin anlamsız olduğu ve her şeyden umudu kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl yaşar insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylüyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her türlü değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Oysa yaşamak kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece insan yaşamayı seçiyor demektir."

Evet, Albert Camus, Woolf'un aksine tüm anlamsızlığına rağmen yaşamı seçmişti. Ama felsefesindeki "saçma" onun peşini bırakmamış, kırk yedi yaşında saçma bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Kim bilir, böylelikle başkaldıramayacağımız tek gerçeğin ölüm olduğunu göstermek istemiştir belki de...

Kaynak:Erendiz Atasü / Benim yazarlarım / Bilgi Yay.2000

Ali Osman Gündoğan / Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi / Birey Yay.1997

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..