Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '07

 
Kategori
Haber
 

Başkan iktisatçı imiş!

Başkan iktisatçı imiş!
 

Konunun bir tarafı ile hem herkesle aynı fikirdeyim.

Adı “Mahkeme” olan bir kurumun başına “İktisatçı” biri seçilir mi? Benim cevabı da “Elbette seçilmez” olacak. Ancak, eğer o “Mahkeme”nin üyeliğine “İktisatçı” birisi “Üye” olarak seçiliyorsa “Başkan” olarak da seçilmesinde her hangi bir yanlış olmasa gerek.

Benim anlatmaya çalışacağım olay, daha başka bir şey.

Dediğim gibi “Mahkeme” olan, yani olaya “Hukuksal” açıdan yaklaşacak, kararlarını “Hukuk” çerçevesinde verecek bir kurumda “İktisatçının” işi ne ola ki? Eğer “İktisatçı” hukuk konusunda bir karar verme yetisine sahip olarak o kurumun üyeliğinde bulunuyorsa, orada daha temel bir sorun var demektir. Önemli olan, o yapısal değişikliği düzeltmektir. Kurumun “Başkanlığına” kim seçildiğine bakmak yerine…

Ülkemizde, benzer “Garabet” görüntüleri sadece bu olayla sınırlı değil.

Sekiz kere sekiz kaç eder diye sorsalar, kerrat cetvelini (Çarpım cetveli) ezbere bilen ilkokul öğrencisi bile altmış dört eder diye cevap verir. Oysa benim cevabım “altmış beş eder” olur.

Peki ben kerrat cetvelini bilmiyor muyum? Elbette biliyorum ama sekiz kere sekizin altmış beş ettiğini de “İlk anda” çizim ile ispat ederim. Ha, dikkatli birisi çıkar bir de “Meseleyi” kökünden bilirse elbette yutmaz.

Şimdi dönün bir de ülkemize bakın.

Her hangi bir konuda ağzı olan konuşuyor. Aklı erse de ermese de (Bizim gibi) ulu orta her şeyi söylüyorlar. Gündeme gelen bir konuda, bakıyorsunuz televizyon kanallarında “Bilen” ne kadar kişi varsa oturduğu yerden “Fikrini” söylüyor. Ama hiç biri de birbirine uymuyor.

Gündemde “İstanbul’da deprem” konusu mu var, bütün jeoloji mühendisleri televizyonlarda. Gündemde “Terör” mü var, bütün terör uzmanları (!) televizyonda. Ancak, her biri ayrı telden çalıyor.

İşin bir de “Hukuk” boyutuna bakarsak, bir zanlıyı bir hakim salıveriyor, arkasından bir başka hakim tutuklanmasına karar veriyor.

İşte, akla aykırı bu işlerin hepsi, bizim ülkemizde “Günlük vaka” olarak yaşanıyor. Diğer ülkelerde benzer vakalar (Olaylar) var mı, orasını ben de bilmiyorum.

Eğer “Hukuk” konusunda “Akla” göre ahkâm kesilecekse, adı “Mahkeme” olan Anayasa Mahkemesine, iktisatçı biri üye seçiliyorsa, elbette ki başkan olması da kaçınılmazdır.

Eklenerek deniliyor ki “Efendim, Başkanlığa seçilen Haşim KILIÇ Nakşibendî tarikatındandır, olmaz.” Peki, başka tarikattan olsa olur muydu?

Mesele “İktisatçı” veya “Tarikatçı” meselesi değil. Mesele kökünden yanlıştır. İşlevi “Hukuk” olan ve “Hukuk” üzerinden karar verecek olan bir kuruma, ancak “Hukukçular” seçilirse başkanı da her daim “Hukukçu” olur.

Belki Anayasa Mahkemesinin “Özel” durumu nedeniyle her meslekten bir kişiye ihtiyaç duyuluyorsa, onlar “danışman” sıfatı ile bulunur. Zaten “Raportör” olarak görev yapanların içinde belki de (Ben bilmiyorum) böyleleri de vardır.

Sonuç: Bir bardak suda fırtına koparıp sivrilerle savaş açacağımıza, bataklık nasıl kurutulur anlayışı içinde olayın “Özüne” inilmesi gerekmez mi?

Anayasa Mahkemesi heyeti, Atatürk’ün huzuruna çıkıyor. Gelin görün ki, o yüce mahkeme, bölük pörçük görüntü veriyor.

Peki, gelecekte biz o mahkemenin kararlarına ki son derece “Güven” duymamız gerekir, nasıl güveneceğiz?

İşte bütün sorun burada… Mahkemenin başkanlığına kimin seçildiği hiç değil…

28 EKİM 2007

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..