Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Başkanlık sistemi = Padişahım çok yaşa!

Başkanlık sistemi = Padişahım çok yaşa!
 

Türkiye, “modern” devlet-“çağdaş” toplum özlemini yakın tarihinin içinden “emekle, kanla, bilimle” çıkardı: Tanzimat Fermanı ile başlayan, iki meşrutiyetle salınan, oradan mutlak monarşiyi sınırlayan ve ulusal devletini halk egemenliğiyle taçlandıran evrelerden geçip, Cumhuriyetleşti.

Bizim Cumhuriyetimiz ulusal bağımsızlık savaşının izleğindeki Anadolu devriminin çağdaş yapıtaşları üzerinde yeşerir. Cumhuriyet toprağında demokrasinin çiçeği; siyasal partiler eksenindeki düşüncelerle açar. Kuramda bu bir halk demokrasisidir; Anadolu halkının devrimiyle kurulmuştur-ve anayasası ve yasasıyla güvence altına alınmış-bir vatandaşlık rejimidir.. O rejimde, Yasama (TBMM), Yürütme (Bakanlar Kurulu), Yargı (Bağımsız mahkemeler) üç büyük güçtür ve sonuçta sistemimiz güçler ayrımına dayalı temsili demokrasidir.

Cumhuriyet temelinde demokrasi yükselir, demokrasi işleyende Cumhuriyet yücelir!

O, İran’daki ‘Cumhuriyetten’ ayrıdır; bizde olmayan molla sınıfı ikinci hatta üçüncü seçmeni oluşturmaz. Öte yandan Kuzey Kore’deki halk demokrasisinden farklıdır; bürokratik seçkinciliğin belirlediği yaşam-boyu yönetenler sınıfını tanımaz! Bizimkisi, Klasik anlamda Kıt’a Avrupa’sı demokrasisine yakındır; bu aşinalığı da medeni yasada belirlenen kadın-erkek eşitliğinden başlar, “gizli oy-açık tasnif” esasına dayalı özgür seçimlerle beliren ulusal iradeyle ilerler. O anlamda yeni gelişmekte olan Azerbaycan demokrasisinden de ileridedir, Öylesine ileridedir ki, basının bağımsız ve özgür unsurları, halk adına denetim görevini üstlenir ve basın, dördüncü kuvvet olarak hak-ettiği yere yerleşir.

20. yüzyılın ilk yarısında sistemin kurucu adımları tamamlandıktan sonra yaşanılan acı(darbeler) ve elem veren (silahlı ‘ideolojik’ öldürmeler) neticesinde demokrasimiz, belli bir kıvama da ermiştir.. Öyle ki artık, demokratik toplum örgütlerine kapılarını daha kolay açabilmektedir.

Bununla birlikte (21.yy’ın çocukluk) çağının gerektirdiği ve ülkenin (olgunluk) çağının gereksindiği yenilenme ihtiyaçları sarihtir ve o da sancılı doğumlar dayatır… Bu da doğaldır; rejimin de sistemin de vatandaşın da hayatiyetinin, canlılığının, yaşadığının kanıtıdır.

Buna karşılık, özgürlük ortamında hedeflerimizi belirlerken en son öğüt alacağımız çevrelerin ulema olup başımıza çöreklenmesi ve/veya demokratikleşme adımlarını atarken eski korumacı-devletçi reflekslerin bir hayalet gibi belirmesi, Cumhuriyet anasının demokrasi evladını doğurmuş olmasından değildir. Sorun “Cumhuriyet’te” veya “demokrasimizin” özünde/kuramında değildir. Sorun; çağdışı, yönetemez, yetemez politik akımlardan ve siyaset ağalarından kaynaklanmaktadır. Bugün, Cumhuriyet üzerinde, demokrasinin ekonomik boyutu gelişemediyse, demokrasi içinde sorun çözme düzenekleri işletilip halkın katılımı sağlanmadıysa, bu, en fazla yetersiz politikacıların eseridir. Cumhuriyet Türkiye’sinin bu “imparatorları” kendi sınıflarını oluşturmuşlar ve bekalarını sağlama almak için cambazhane tayfasına taş çıkartır düzenlemeleri piyasalaştırmışlardır. İşte o yetmezlik, yetersizlik, çapsızlık, ufuksuzluk, ülkenin önünü tıkamakta; reform ihtiyacını sulandırmakta, dahası geniş kitleler açısından seçimde “oy kullanmayı” bile haram etmektedir.

Bütün bunlara karşılık bir yandan da Türkiye için yarı-veya- tam “başkanlık sistemi” dillendirilmektedir. Bu çok sakıncalıdır. Birkaç açıdan geri-dönülmez bir yoldur; bir dolu bakımdan yakın ve açık tehlike olarak görülen irtica ve bölücülük raddesinde bir yıkımdır!

Bilinir ki, “Başkanlık” sistemi tek bir örneği içermez. Latin Amerika’dakiler başkadır, ABD’de ya da Avrupa’da kısmen görülenler başka. Latin Amerika mazisindeki romantik korportist sendikal harekete ve kilise solculuğunun şekillendirdiği sosyalleşmeye duçardır; halk katılımı birkaç stadyum kadardır. ABD’de ise Başkanın hesap verme sorumluluğu kısıtlıdır, Senato ayrık otu gibi kalıverir. Kıta Avrupa’sının az sayıdaki uygulamalarında ise doğrudan demokrasiye yarı-başkanlık sisteminin katkısı çok tartışmalıdır. Çoğulcu demokrasi çevriminin ötesinde kalan küçük turizm devletlerinin pratiğinde ise bir sistemden değil kral-sembolünden söz edilebilir. Uzakdoğu; Karayipler, Afrika, Asya, Ortadoğu ve diğer coğrafyalarda ise –Hindistan ve Endonezya hariç- bu makalenin konusuna teğet geçecek yapı bulmak bile zordur.

Türkiye’ye gelince; o, başta da belirttiğimiz gibi; bağımsızlık savaşıyla Cumhuriyet’ini, uluslaşma süreciyle demokrasisini tanımlamıştır. Saltanat ve hilafeti tasfiye eden bir kesin kopuş ile çağdaşlığın arasına katışmıştır. Modern devletin ve çağdaş toplumun özünü Anadolu devriminde bulmuş, yasaması, yürütmesi, yargısıyla çoğulcu bir demokrasiyi yüceltmeye koyulmuştur. Biz de yarı başkanlık veya başkanlık sistemini dillendirmek tek adam saltanatını güvencelemek demektir. Şimdi o tezi savunanlar “başkanlık iyi olur, koalisyonlara da gerek kalmaz” diyorlar. Türkiye’ye acem tasında cizvit şerbeti bulamacında federalizm zehrini sunuyorlar. Çünkü, başkanlık sistemi, -genel -seçilmiş- valilerle hiyerarşik olarak tamamlanır, o arada mahkemeler de juri sistemiyle yapılandırılır, iş gider-gider; eyalet düzeniyle biçimlenir..Eyalet düzeni ise kaçınılmaz olarak federalizme çıkacaktır.

Öte yandan bizimki gibi bir ülke için “başkanlığın” yarısı veya tamamı, “gebelik” gibi bir şeydir; “yarısı” olmaz bunun! Kardeşlerimizi yöre- bölge ayıran, vatandaşlarımızı etnik köken-ırk diye bölen ama hepimizi dışarıya bağımlı “demokratik padişaha” boyun eğdiren bir sistem! Bu mu borçlarımızı silecek/ bu mu ailelerimize gönenç/ ülkemize refah/ toplumumuza huzur/geleceğimize şeref verecek?

Hayır!

Bu sadece hırsı, akıllarını sollamış yetersiz kimi siyasetçilerimizin –bir plana bağlı değilse- en hafifmeşrep –ve sakıncalı- zevzekliğidir!

Türkiye demokrasisini geliştirmek, ekonomisini güçlendirmek, sisteme katılımın kanallarını açmak, eğitim kurumlarında düşünen bireyler yetiştirmek, teknoloji, bilim üretmek, yapısal dönüşüm katsayısını artırmak ve artık bu çağda “ilerleyen” devletler skalasında yerini almak zorundadır.

Bu da kesintisiz demokrasi- sömürüsüz ekonomiden geçer!

Seçilmiş padişahların atanmış kapıkullarına değil, gücünü özgürlüğünden alan sorumlu vatandaşların katılımcı demokrasisine ve siyasi, sosyal, kültürel örgütlenmesine ihtiyacımız vardır.

 
Toplam blog
: 374
: 491
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Merhaba! Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olgularla ulusal ve evrensel düzlemde ilgilenme..