Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '20

 
Kategori
Basketbol
 

BASKETBOL İÇİMDE UKDE

10 yaşında, Aksu İlkokulu’nda tanıştım basketbol topuyla. Beyaz Gölge’nin fırtına gibi estiği 90’lı yıllar. Aksu İlkokulu’nun sevecen Mehmet hocası okulun girişinde bekliyor. Okul takımının küçük starları, Kareem Abdoul Jabbar’ın L.A. Gear reklamını taklit eden hocanın sağından solundan, onun eline vurarak okula giriş yapıyor. Seremoniye bak! Hala aklımda. Küçücük kalpleri arkadaşlarının önünde onore etmek için bulunmuş müthiş bir yöntem. NBA’de taktıkları için hepimizin saçında beyaz bir bant, Tiger ayakkabılar, bileğimizde bileklik; o da ter silmek için değil, artistlik için. Ben ilk başladığımda yetenekleri kısıtlı bir oyuncuyum. Altan var, daha havalı, takımın kaptanı. Sağa sola sallanan saçlarıyla yakışıklı bir çocuk. Bütün yıldız oyuncular gibi savunmada aksıyor, ben de çaba göstererek yetenek açığını kapatmaya çalışıyorum. Soldan içe yönelerek, belimin arkasından yaptığım asisti Altan basketle tamamlamıştı. O yaş için bayağı fantastik bir hareketti, hala gülümseyerek hatırlarım.

Anadolu Lisesi basket takımına 13 yaşında girmiştim. Yaşar Hoca, sevecen, babacan bir adam. Saatlerce şut tekniğimi düzeltmeye çalıştığını hatırlarım. Top sepetinin anahtarını bana vermişti. Bunun nasıl bir statü sembolü olduğunu tahmin edemezsiniz. Sonra 2,03’lük boyuyla Oğuz Hoca geldi Ankara’dan. Gerçek anlamda, sıkı basketbol antrenmanları yapmaya başladık. Oğuz Hoca, ‘Sen guardsın, bütün takımı yöneteceksin. İn dibe! diye bağıracaksın, inmiyorsa basacaksın küfrü.’ diye haykırıyordu. Bizi, rekabetin sertliğine hazırlıyordu. Bütün takımı karşısına dizerdi ve anlatmaya başlardı. Dikkatinin dağıldığını hissettiği oyuncu karnına topu yerdi. Soyunma odasına yenik girdiğimiz bir maçın devre arasında, sıktı yumruğunu ‘Vur ulan!’ dedi. Yavaşça vurdum. ‘Daha hızlı!’ diye haykırdı. Ben şiddeti arttırdıkça o daha fazla bağırıyordu. Takımı öyle bir gaza getirdi ki, fırtına gibi çıktık sahaya. Kazanma hırsımız muazzamdı.

 

Çorum, Sakarya, Kocaeli, Tekirdağ gruplarına gittik. Orta 3’e geldiğimde takımın kaptanı olmuştum. Her grup turnuvasından önce Muharrem Berber’e gider, 3 katlı bir saç modeli yaptırırdık. Bir de küçük bir kakül bırakırdı ki; koştukça savrulsun, kızlar da hastası olsun. En azından o zaman öyle olduğunu düşünüyorduk. Ayakkabıların bağcıklarını birbirine bağlar, omzumuza atardık. Umursamaz tavırları hep abilerimizden görmüştük; walkman kulaklıkları kulağımızda, ağızda bir sakız, etrafa atılan keskin bakışlar… Basketbolcular okulun en havalı çocuklarıydı.

 

Belediyespor’un minibüsü bizi okuldan almaya gelirdi. Şoför Selahattin Abi’nin yanına geçip, kornaya basa basa cama çıkan kızları selamlardık. Maçlardan önce bir torba mor ambalajlı, küçük hobby alırdık. Avuç avuç taraftarlarımıza savururduk. Senden hoşlanan kızlar, senden giden hobby’leri kapmaya çalışırdı. Naif, eğlenceli, bahar dalı gibi zamanlardı.

 

Giresun’da Yıldızlar Turnuvası’nda Ankara PTT’ye final maçında kafa tuttuk. Yani maçın başında en azından, sonra oynamaya karar verdiler.  Gerisi terbiye yoksunu, aşağılayıcı bir mağlubiyet. Maç çıkışında, benimle fotoğraf çektirmeye gelen kızı sarılıp öpmüştüm. Kendimizi NBA oyuncusu gibi hissettiğimiz zamanlardı. Haftada 3 antrenman vardı, diğer 3 gün de gidip stadyumda tek başıma koşardım. Takımın yıldız oyuncusu olmak için elimden geleni yapıyordum. Küçük bir şehirde büyük bir fikre konsantre olmak kolaydır. Yapacak daha iyi bir şeyin olmadığı için basketbolla yatar, basketbolla kalkarsın. Ertesi gün sahile gidemezsin veya sonraki gün tiyatroya. Basketbolun istediği her şeyi sevgiyle verebilirsin.  

 

15 yaşında, deplasmanlı ligde koca koca adamlara karşı oynarken mutluydum, kendimi zorluyordum. Fena da iş çıkarmıyordum. Maç kağıtlarını hala saklarım, kendi istatistiklerimi tutuyordum. Bazı maçlara, anneannemin okuduğu pirinçleri yutarak gidiyordum. 8 Mart 96’da Hürriyet’te ‘Çankırı’da Bir Yıldız Basketçi’ başlığıyla haberimi yaptılar. ‘Kendine Naumoski’yi örnek alan Hakan, turnuvaya katılan takımlardan daha fazla sayı attı’ gibi iddialı laflar vardı yazıda. Çankırı sokaklarında yürüyüşümün değiştiğini hatırlarım. Fen Lisesi’nin yüz vermeyen güzel kızları, Köşk Pastanesi’nde, hayranlıkla beni soru yağmuruna tutmuşlardı.

 

Bir basketbol maçının içinde hayata dair her şey var aslında. Güvenmek, sorumluluk almak, adam satmak, kazanmak, kaybetmek ve vazgeçmemek. Basketbolu ben her dönem hayat dersi gibi algıladım. Maç içinde bazen kendimi kaybederdim. Basketbol, kendini kaybetmene müsaade ederdi ama maçı kaybetmene değil.

 

Ankara’ya taşınınca, Türk Telekom’un Genç Takımı’nda oynamaya başladım. Günde çift idmana çift dolmuşla gidiyordum. Öğlen eve gelip uyuyordum. Basketbolla dopdolu geçen yorucu günler. Profesyonel takıma hazırlanıyordum ki ağustos ayında dershane başladı. Seçim yapmak zorundaydım ve içim kan ağlayarak basketbola veda ettim. Bugün bile elime topu alıp, parkeye çıktığımda çocuk gibi heyecanlanıyorum.

 

Basketbol içimde alevi hiç sönmeyecek bir ateş. Büyük bir aşk. Hep içimde ukdedir. 

 

HAKAN GÜMÜŞ

 

9 Mayıs 2020

 
Toplam blog
: 37
: 1055
Kayıt tarihi
: 25.12.06
 
 

Bosphorus Investments, Atiye Residence, Gayrimenkul İçin Strateji Platformu (GİSP),  ODTÜ Şehir P..