Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '09

 
Kategori
Sevgililer Günü
 

Başlangıçta ben yoktum, sen yoktun; aşk yoktu...

Başlangıçta ben yoktum, sen yoktun; aşk yoktu...
 

<ı>
Feride, az önce pişirdiği çörekleri tepsi üzerinde Kâmuran’ın önüne getirip, çocukluk yıllarındaki muzip gülümsemesini yüzüne takınarak:

<ı>

<ı>“Lafa daldık, hizmette kusur ediyorduk. Bak Kâmuran, bu çörekleri kendi ellerimle yaptım, sıcak sıcak, alır mısın? Adına da Gülbeşeker diyorlar.”

Kâmuran, elini uzatıp, gözlerini Feride’den ayırmadan tepsinin içinden bir tane çörek alıp, küçük bir parça kopararak, tadına bakar. “...beğendin mi?”

<ı>

<ı>“Beğendim...”

<ı>

<ı>“Sevdin mi?” Feride’nin gözleri yaşlanmıştır.

<ı>

<ı>“Sevdim.”

<ı>

<ı>“Çok sevdin mi?”

<ı>

<ı>“Çok sevdim,” der Kâmuran, oynanılan oyunun farkına vararak.

<ı>

<ı>“Öyle değil Kamuran! Ben, Gülbeşekeri çok sevdim, de!”

<ı>

<ı>“Ben, Gülbeşekeri çok sevdim.”

<ı>

<ı>“Ben, Gülbeşekeri çok çok çok sevdim, de Kâmuran.”

<ı>

<ı>“Ben, Gülbeşekeri çok çok çok, çok sevdim. Ben Gülbeşeker’i tahmin edemeyeceğin kadar çok sevdim..”

<ı>

<ı>“Oh!” İçini çekerek sırtını döner, Feride...”

<ı>
<ımg src="http://www.izdiham.com/photo/Resim%20C/Cali%20Kusu.jpg">

http://www.dailymotion.com/video/x6af27_calikuyu-gulbe-yeker-unutulmaz-byr_shortfilms



Bana ne zaman sevgi ile bir şey sorulsa ya da ben aşk ile ilgili bir şey düşünüyor olsam; aklıma hemen Çalıkuşu ve ondan da yukarıda özetlemeye çalıştığım, dizi filminden linkini verdiğim o duygu yüklü sahne, aralarındaki diyalog gelir. Kuşkusuz Aydan Şener'in ve Kenan Kalav'ın çok iyi oyunculuğuyla birlikte, Reşat Nuri Gültekin'in aşk için kullandığı bu güzel olduğu kadar güçlü imgenin kusursuzluğundan da söz etmemiz gerekiyor.

"Nerden çıktı şimdi bu?"

"Sevgililer Günü" niyetine benden nasıl bir yazı bekliyordunuz ki?

Bugünün ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. Bu sevgiliyi hatırla adına ekonominin canlandırılma oyunudur. Şimdi, ben de bu oyunun bir parçası oluyorum. Ben de piyasayı biraz hareketlendirmek istiyorum. Gönüllü yapıyorum bunu.

Biraz nostalji yapmak...

Size yaşadığım, unutamadığım aşklarımdan söz edeceğim şimdi...

Bir kitap, bir şiir, duygu yüklü bir benzetme, kusursuz bir ezgi ve peçete kağıdına yazdığım satırlar...


<ımg src="http://www.dipsizkuyu.net/forum/attachments/44-kitap-kurdu/10668d1192779362t-oguz-atay-tutunamayanlar-oguzatay-tutunamayanlar-jpg">

Tutunamamadığım...


1988 ilkbaharında tanıdım onu.

"...Evde yokmuş: bir tanıdığına gitmiş. Neden oturup beni beklemiyor? Teyzesi, yüzümdeki sorgu dolu ifadeyi anlamış gibi, Günseli’nin beni çok beklediğini söyledi. Bu kadın benden hoşlanmıyor. Hiç kimsenin akrabası benden hoşlanmaz. Benim tersliğimden olacak. ... Böyle basit ölçülerle değerlendirirler insanı. Dostoyevski’yi de okumamışlardır...

Günseli beni görünce şaşırdı. İnsanlar neden şaşırırlar beni görünce? Sonra neden kendilerini toparlarlar? Hiç olmazsa şaşkınlığınızı sürdürün. Size sürekli bir duygu vermesini bilemeyecek miyim? ... Bir koltuğa çöktüm. Tül perdeler ve radyonun örtüsü: hiç beğenmedim. Rahat görünmek için bacak bacak üstüne attım ve sürekli gülümsemeye çalıştım. ... Batsın kibarlığınız! Ölürsem görürsünüz. Evi birbirine katarım. Günseli de beni rahat ettirmek için, aldırmıyormuş gibi davranıyordu. ... Bu daha çok sinirlendiriyor beni. Bir yandan bana aldırmıyormuş gibi yapıyor, bir yandan da benden korktuğunu hissediyorum. Kötü bir şey yapmaktan korkuyor benim için. Neden korkuyorsun benden canım sevgilim? Korkulacak halim kaldı mı benim? Hiç belli olmaz. Son nefesimde bile, öyle bir kıyamet koparırım ki bana acıdıkları için pişman ederim herkesi. ... Günseli’ye gülümsüyorum. Bu da doğru değil. Aşkımızı ele vermemeliyiz. Her zaman olduğu gibi içinden çıkamayacağım bir duruma soktum kendimi..." Tutunamayanlar - Selim'in Günlüğü'nden... Oğuz Atay


<ımg src="http://www.turkkitap.de/catalog/article_images/yalnizlik%20paylasilmaz.jpg">

Paylaşılamayan yalnızlığım...


Bir sene sonra, yalnızlığın pusu iyice üzerime çökmüştü. Yağmur yağıyordu. Ben de tek başıma sokaklarda geziniyordum. Sonra onu gördüm; Yalnızlık Paylaşılmaz...

Hemen ilk sayfasında yazdığı girişle beni kendisine bağlamıştı.

"Her insanın bir öyküsü vardır; ama her insanın bir şiiri yoktur..."


Sonra onu yaşadım, elimden çekip alınan o terk ediş gününe kadar.

Mutluluğun gözü kordur,
Yalnızlık sağır.
Ondandır biri tökezleyerek yürür,
Öbürü uykusunda bile bağırır.

Mutluluk yalnız kendisini görür;
Unutur bu yüzden ilkin kendisini.
Yalnızlık kendi tutukluğunda özgür,
Boyuna bekler donsun diye sesini.

Mutluluk alışır kendisine, ölümden beter;
Borçsuzluğuyla ovunur, ama kedisi doğurmaz.
Yalnızlığın gidecek bir yeri yoktur;
Boyuna kapısına döner, açan olmaz.

Mutluluğun mezarları, yalnızlığın heykeli var...
Her ikisinin de saksılarında çiçek.
Biri hep başka bir renkle solar,
Öbürüyse ha açtı, ha açmayacak.




Sabah ezanlarına uyandığım günler...

“..., sizin mevcudiyetiniz dünyevi olmaktan ziyade, semavi olmak icabeder, adeta şaffaf bir mevcudiyet! Neye temas etseniz, kameri bir şuayla aydınlanıyor.” (Attila İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları s.77 İş Bankası)

Aşkın içindeki Attila İlhan'dı...

<ımg height="443" src="http://img03.picoodle.com/img/img03/7/3/9/f_1173424027dm_689c98f.jpg" width="447">

Ayın karanlık yüzünde biz ve onlar...


Çok değil daha bir kaç ay önce kaybettiğimiz (Pink Floyd'tan bir yaprak düştü: Richard Wright) gösteriyordu, aşkın müziğinin nasıl yaratılıyor olduğunu. Karlı bir kış günü basit teybime rağmen kusursuzluğunu dinliyordum.

bizler ve onlar
ve topu topu, sıradan insanlarız yalnızca
ben ve sen
yalnızca tanrı biliyor ki bu degildi bizim yapmak istedigimiz
ileri diye haykırdı o geriden
ve öldü ön saftaki asker
ve general oturdu, harita uzerinde çizgiler
yer degiştirdi bir yandan öte yana
çürük ve morarmiş
ve kim bilebilir neyin ne, kimin kim olduğunu
dalgalı
ve sonunda yalnızca daire ve daire
duymadiniz mi bunun sözcüklerin savaşi olduğunu
diye haykırdı posta eri
dinle evlat, dedi silahli adam
yer var içeride senin icin
yenilgiye ugramiş
elden ne gelir, ondan bol miktarda var civarda
onunla, onsuz
ve kim inkar edebilir savaşin tümüyle bu yuzden olduğunu
alışılmışın dışında yoğun bir gün
ve şimdi anlıyorum ki
paha bicilmez oldugu icin cay ve bir dilim ekmek
öldü yaşlı adam

Nasıl gözyaşı döküyordum.

Pink Floyd - Us and Them Bonus Video Clip



Ve peçete kağıdına dökülen duygularım...


Sonra beyaz bir peçete kağıdı aldım elime. Dolmakalemimin kapağı sıkışmıştı; uzun zamandır onunla yazmadığımı fark ettim. Mavi çiçekli elbisesi ile iki masa önümde oturuyordu. Ben onu görüyordum, o benim farkımda değildi. Kalemin ucu peçetenin üzerine değdiği noktada mürekkep dağıldı. Az zamanım vardı. Hemen, bir çırpıda yazmalı ve önüne bırakıp oradan kaçmalıydım.

Öyle de yaptım...

Başlangıçta hiç bir şey yoktu.

Ben yoktum, sen yoktun; aşk yoktu.

Seni sevmiyordum. Sen yüreğime düşmemiştim; bu nedenle de oradan atmaya, uzaklaştırmaya çabalamıyordum. Hiç karşılaşmadığımız bir yolda yürüyorduk. Yolculuk başlamamıştı.

Henüz parçalanmamıştık...

Önce ben oldum, sonra da sen...

Zamanın hiç olmadığı yerde gördüm bakışlarından kaynaklanan varlığını; baktığın yerde ben vardım, sadece seni görüyordum; sana baktıkça kendimi fark ediyordum. Sonra, zaman akmaya başladı. Sen benimle, ben de seninle doluyordum.

Herşeyden önceydi. Seni kaybetmeden çok evvel; yalnızlığın anlamını kimsenin bilmediği ülkeye gelmeden.

Zamanın başladığı an anladım; sen varken yaşayabileceğimi. - (Devam edecek)

Uzay Gökerman

İlk kitabım, "Adalar ve Kıtalar" çıktı.

<ımg height="265" hspace="0" src="http://www.indigodergisi.com/adalar_ve_kitalar_uzay_gokerman_indigo_dergisi.jpg" width="170" border="0">

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..