Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '22

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Başucu yazıları

KİTABI benliğinize çekercesine okuyorsunuz. Bakışlarınızın kucakladığı satırlar, belleğinize kadife adımlarla usul usul giriyor. İç dünyanız, pastel bir esintinin tarif edilemez rahatlığının salıncağında. Halka halka düşlerin birbirine eklendiği, rengarenk zincirlere sıkı sıkı tutunmuş. Sallanıyor. Sallanıyor. Tadına bakılmış gün; yaşamın derinliğinde yitirilmekte artık. Bir daha dönmezcesine. Ve kitabı yavaşça bırakıp, nemlenmiş kirpiklerinizin buğuladığı, yol arkadaşı gözlüklerinizi çıkarıyorsunuz. Uyku denen ölüm hazırlığının kapısı, henüz kapalı. Hemen yanındaki düşler geçidi pek bir davetkar, yine çağırıyor uyku öncesi. Ve hayatın her diliminde ardına dek, hep açık, hep umut veren sihirli geçitten içeri girip bir süre kalıyorsunuz. Dışarı çıktığınızda sevgili kaleminiz, duygusadığınız her olguyu satır satır, sizin için parmak arası valsleriyle boş kağıtlara işliyor. Sonra uykunuz seslenmekte size! İçeridesiniz, kapı ardınızdan kapanmıştır. Ve sabah! Artık yeni bir günün davetlisi olarak uyandınız. Başucundaki su bardağının altında katlanmış, biri mutlu diğeri hüzünlü yazılarıyla, iki kağıt bekliyor. Uzanıp aldınız. Hatırlasanıza; "gece duyguları"nız bunlar, siz yazdınız:

VE SONUNDA GELDİ O!

TOPRAK nemli, kışkırtıcı; bir o kadar da ılık ve derindi. Üç mevsim geçmişti ki, onunla yeniden seviştiler. Tüm tohumların baba olma süresi başladı. Her yerinden delinen ana, bağrından çıkardığı körpe çimenleri usulca doğaya sundu. Bahçeleri, tarlaları, kırları, ovaları, yamaçları, patikaları; dünyayı ürpertilerle sardılar. Birbirlerine sokulmuşlar, pek sessizlerdi. Ve öylesine çoklardı ki, çığ gibi birer coşku olup toprak annelerini yeşil pelerinleriyle çiçek çiçek kucakladılar. Aralıksız, sevgiyle öptüler. Her busede parlak sapsarı papatyalar bitti toprağın üzerinde. Mineler sarıldı onlara pıtır pıtır; sevinç aralarında. Belki başka kır çiçekleri de. Sonra ağaçların küf kokan mutsuz köklerine, bağrında kalan ılık can suyunu yürüttü çilekeş ana. Dünyadaki eşitsizliğin yansıdığı kısalı uzunlu dallara filiz filiz, körpe yapraklar sürdü. Her birine en yakışanı seçerek. Aralarına özenle pembe kırmızı tomurcuklar serpiştirdi. Devamında patlayıp çiçek olmalıydılar. O çiçekler, sinelerinden çıkardıkları bir dolu meyveyi rengarenk japon fenerleri gibi asacaktı yüzlerce dala. Çok süre geçmeden toprak, eski sevdalısı güneşin ilan-ı aşkı ile yenilendi. Özgürlüğün tadının nasıl çıkarıldığını gösteren neşeli kelebekler, zarar değil ‘iyi ki insansınız!’ dersi veren mazlum böcekler, sürüngenlerin de zarif olabileceklerini kanıtlayan boncuk boncuk tırtıllar doğuverdi; bu kez! Çiçeklerin üçevresinde dans ettiler, yeşilin üzerinde tatlı telaşların balerinleri oldular. Kurşuni gök, yedi renkli mükemmel bir ‘kuşak’ ile taçlandı. Üşüyen koca dağlara dek giden bu sevginin sıcaklığı onlara heybetlerini geri verdi. Eriyen karlardan dere yatakları taştı. Sevinçten çılgına dönen akarsular, kayalara çarparak yemyeşil çevreye alkış tutarken, gümbürtüyle yamaçlardan inip toprağı kucakladılar! Kıpır kıpır, sevinç yüklü bu yaşamı şefkatle saracak bir de çatı gerekti. Hoşlukların ustası güney rüzgarı, tam zamanında geldi, soluk soluğa eserek. Kışı sahneye koyan o suratsız kuzeylinin tersine güleç yüzlü, sevecen ve sıcaktı. Buzlu esintileri, coşku dolu soluklarla soğuk yörelere doğru yolladı. Simsiyah, kaprisli, durmadan ağlayan, öfkeli ve karamsar bulutlar ile birlikte. Yerlerine, gökte türlü oyunlar, sayısız numaralar yapıp izleyeni eğlendiren muzip, pamuk şekeri bulutlardan kümeler bıraktı. Bembeyaz, güleryüzlü, komik şeyler! Üzerinde zevkle gezmeleri için, sıcak deniz ufuklarından taşıdığı sakin masmavileri, koyu renkli gökyüzüne üfledi. Temposuna kanat yetiştiremeyip arkasından gelen zarif konukları da vardı. Soy soy, tür tür, renk renk, alay alay sayısız göçer kuş, bu şiirsel mevsimin kenar süsleri oldular. İlkbahar gelmişti.

ZAMANIN DIŞLADIĞI YİTİRDİKLERİMİZ…

YIPRANMIŞ kırmızı kordonlu albümün (Bu arada “tabletli lazımlık” kullanmış olan kuşak, albümü bilmeyecek.) sayfalarında sessizce bekleyen; gönül dileyince ya da özlem çağırınca görünen; kokularıyla hüzünlendiren, her saniye koklanıp öpülebilen, toprak renginde yaslar tutan; geçen zamanın içine çektiği, gelecek zamanın dışladığı o ‘ölülerin’ canlı fotoğrafları. Kıvrılmış uçlarına dokunan kırışmış ellerin bir türlü düzeltemediği, kırılmış köşeli fotoğraflar. Kendilerine dokunan parmakları duygusamayan, o ‘kare’ lerdekiler. Artık yaşamıyorlar! Albümün içinden gözbebeklerimizin içine dek baksalar bile yoklar, yoklar! Zamanın hızla boşalttığı mor çiçekli mezarları, özlem dolu duaların doldurduğuna inandığımız; sevgimizi hala esirgemediklerimiz! Bir zamanların ‘gülümseyin, çekiyorum’ları, her bakışta bizi ağlatırlar. Onlar ‘kartpostal’ larda güldükçe, biz ağlarız. Ancak bilemeyiz, ya da bilmeyi istemeyiz; bazıları da öfkeyle yanımızdan ayrılmıştır. İşte onlar bize daha farklı bakabilir ve yine biz bundan hoşlanmayabiliriz! Yanak yanağa olduğumuz duygusallık bir an için olsa da başını diğer yöne çevirebilir. Kimbilir! “Eski İranlı” şairin mecazi sözlerindeki izdüşümüdür o bakışlar: “Önce beni öldürür, sonra yasımı tutarsınız!...” Sonuçta her ‘aile’nin albümünde; sağdan sola hareket eden sayfalarda, ölülerimizi görüntüleriyle yaşatan ‘gülümseyin, çekiyorum’lar bulunur. Hoş! Çok önceleri, aynı kanı taşıyıp, aynı evi paylaşanlara ‘aile’ denirdi. Şimdilerde, yazıktır ki sayıları azaldı. Ve neredeyse düşlerde yaşıyor. Ancak yine de birkaç albüm kalmıştır. Hüzün kokulu sayfalarında, hatırlanmak için bir çift bakış bekleyen o insanların ‘canlı’ fotoğraflarını saklayan! Bilemeyiz. / Levent Üsküdarlı

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..