Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Batı Karadeniz gezisi

Batı Karadeniz gezisi
 

Yolculuğumuzun başlangıç zamanı gelmişti, ilmek ilmek yol alacağımız gidişimizin başlangıç noktası 27 Haziran sabahı erken saatte başlamıştı. Bu bize ait bir yol alış olduğu için detayları hiç düşünmemiştik. Aklımızda kısa bir Batı Karadeniz turu vardı. Rotamız aslında Canım Annem ve Koca Çınarın bizi beklediği memleketimdi. O yüzden istedik ki yol bizi sürükleyebildiğince sürüklesin. Metropolü arkamızda bırakıp Bolu'yu geçmiştik sabahın erken saatlerinde yola çıktığımız için kahvaltıyı bolu mengende dağların arasında yaptık. Mengen Bartın yolu çok keyifliydi, yolun her iki yanıda ormandı. Ağaçlar arasında kıvrıla kıvrıla Bartın'a gelmiştik. Bartın'da nelere gidebileceğimizi bilemezken karşımıza İnkum yazan kırmızı bir tabela çıktı. İnkum Bartın'a 14 km uzaklıkta cennetten bir köşe desek çokda abartılı sayılmaz. İnkum'da; kumsalın kuzeyini mavi ve turkuaz sularıyla Karadeniz, güneyini de yemyeşil orman denizine bürünmüş İnkumu dağı çevreler. Dağın en üst noktasından kara ile denizin yani yeşil, mavi ve turkuaz renklerin buluşmasını seyrederken ayrı bir güzellik sergiler. Bu güzelliğin karşısında oturup çayımızı yudumladıktan sonra Amasra'ya doğru yola koyulduk.

Yol dağların arasına girdi, Karadeniz'le aramızda sadece 15 dk bir dağ orman yolu kalmıştı. Dağı aşınca gördüğümüz manzara nefesimizi kesmişti. Karadeniz Masmavi bir göl gibi bizi karşıladı. Yeşil Mavisine kavuşmuştu artık. Bakacak tepesinde aracımızı sağa çektik, eşsiz güzellikteki sahili, iki koyu ve iki adasıyla Amasra'yı tepeden kuşbakışı hayranlıkla izledik. Bakacak tepesinden şahlanan kır atının üzerinden, Amasra'yı ilk defa gören Fatih Sultan Mehmet, şehrin güzelliğini uzun uzun seyretmiş yanındaki Lalasına büyülenmiş bir şekilde''Lala acep Çeşm-i Cihan bu mola''(Dünyanın Gözü) diyerek hayranlığını dile getirmiştir.

Amasra kendi halinde şirin ve küçük balıkçı kasabası, beni en çok şaşırtan kalesinin içinde evlerin olması, bence bu olmamalıydı tarihi alanlar yerleşim alanları olmamalı bence Dünyanın Gözü denilen bu şirin kasabaya bu hiç yakışmamıştı. Bu görüntüyü görünce içime bir kasvet çöktü ve Amasra'dan bir an önce çıkmak istedim. Kızkardeşimin ve Eniştemin Amasra Müzesini ziyaretinden sonra bu kasabadan Safranbolu'ya doğru yola aldık.
Dünyaca ünlü Safranbolu'dayız: Buram buram tarih kokan bir kent. Sağlı sollu heryerde incik boncuk, hediyelik eşya, safran bitkisi ve şifa dağıtan otlar satan dükkanlar bulunmakta. Yürüyoruz. Yukardan aşağıya, sağdan sola her sokak birbirinden farklı ve daha güzel. Bir önceki sokak diğerini aratmıyor. Kahvenin önünden geçerken bile onlarca kare fotoğraf çekmeniz mümkün. Eski topraklar yaşlı amcalar oturmuş sohpet ederken bir yandanda bize gülümsüyorlar, hoşgeldiniz der gibi. Bizim çok hoşumuza gitti unutulan aranılan insanlığın burda bulunması. Birbirine selam veren, halini hatırını soran insanlar burada toplanmış. Soru sorduğunuzda cevap alıyorsunuz. Merak ettiğinizde anlatıyorlar ne güzel ya bu kadar keyifli bir şehirde insanlarda keyifli oluyormuş demek ki?

İlk olarak Cinci Handan gezimize başlıyoruz. Cinci Han altından geçen su yolu üzerine galeri şeklinde yapılmış kemerler üzerinde oturmakta. Cinci Hamamıyla, Han arasında 50 dükkan bulunmakta, Hamam, Han ve 50 dükkan Anadolu Kazaskerliğine kadar yükselen Cinci hoca tarafından yaptırılmıştır. Cinci hoca saray üfürükçülüğü yapmış ve kısa zamanda İstanbul'da etkili olmuş bir hocadır. Burası şuanda konak olarak kullanılmakta ancak girip gezmek isteyenler 1 TL karşılığında girip fotoğraf çekebilir. Han'ı gezerken hava çok kötü bozmuştu daha bu tarihi kenti gezmeden yağmur başlayacaktı bizim için sorun yoktu yanlız eniştem Yağmuru hiç sevmiyordu. Karnımız çok acıkmıştı en güzel kuyu kebabını nerde yiyebileceğimi sordum esnaflara, Kadıoğlu Şehzade Sofrasını tarif ettiler. Burası tam olarak göz zevkimize göre hazırlanmış gibiydi, kendimi doğayla başbaşa hissettim. Nefis kuyu kebabını yedikten sonra Safran tatlısının tadına bakamadan geçemezdik görüntüsü muhteşem olmasına rağmen tadı damak zevkimize uygun değildi. Kızkardeşim yinede 250 gr altın değerinde olan Safranla yapılan tatlıyı sevmesede şifa niyetine yedi. Safran bu şehre adını veren faydalı bir bitkidir. Yetiştirilmesi çok zor olan bu bitkiyi günümüzde çok az sayıda aile yetiştirmekte. Ne yazık ki daha fazla desteklenmemesi halinde safranın bir kaç yıla kadar yok olacağı gerçeğini Safranbolu'lular üzülerek dile getiriyorlar.

Yemeğimizin sonunda inanılmaz bir yağmur başladı daha henüz her yeri gezememişken bizim için hüsran oldu. Yağmur diner dinmez kendimizi tekrardan Safranbolu sokaklarına attık ve Görmeden gidilmeyecek olan meşhur Hıdırlık Tepesine 40-50 adımlık yokuş bir yoldan yüreyerek ulaştık. Kısa bir soluklandıktan sonra etrafa şöyle bir göz attık, Safranblu'nun dillere destan tarihi evlerinin güzelliği adeta bir ressamın fırçasından çıkmış tablo gibi mağrur bir eda ile gözlerimizin önüne serilmişti. Kumandan Hıdır bey ve Hasan paşa Türbesi, Kaymakamlar evi, Bakırcılar ve Yemeniciler Çarşısı, İzzet paşa Cami, Hükümet Konağı, Saat Kulesi ve Cezaevini ziyaret ettikten sonra kalacak olduğumuz Çeşmeli Konağına odamıza çekildik. Doğrusu o gece deliksiz bir uykuya dalıp, ezan sesiyle uyandım; bir yılın yorgunluğunu o konakta atıvermiştim biranda. Ve nitekim sona gelmiştik aslında, daha gezilecek çok yer olması ve bizim fazla vaktimiz olmaması bende üzüntü yarattı. İlk fırsatta tekrar gelmek üzere gezdiğim ve gezemediğim tüm tarihi ve doğal güzelliklere veda ederek Rize'ye doğru yola çıktık.

 
Toplam blog
: 53
: 2313
Kayıt tarihi
: 30.01.07
 
 

Hayat herşeye rağmen o kadar güzel ve sevgi doludur ki. Benim için hayat kimi sevdiğim ve kimi in..