Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Batı Karadeniz Turu , Ereğli 'den Karabük 'e

Batı Karadeniz Turu , Ereğli 'den Karabük 'e
 

Zonguldak...


2008 Eylülünde yaptığım ve mutlaka yapılmalı dediğim Batı Karadeniz turu...

Havanın kapalı, serin ve yağmura göz kırpar bir şekilde olduğu bir Pazartesi sabahı yola çıkıldı. Harem ‘den Kamberoğlu adlı yerel bir firma ile Ereğli ‘ye gidip müzeyi ve Cehennemağzı Mağaraları ‘na gitmek ilk günümüzün planı.

Saat on ‘da Harem ‘den yola çıktık. Arada yağmur atıştırıyor. Yolun sağında solunda sık ormanlar var. Bu ormanların üzerindeki gri bulutlar havaya değişik bir kasvet katmakta. Hatta kimi yerlerde, ormanlık yamaçlardan göğe doğru duman sütunları süzülmekte. Hayatım boyunca hiç görmediğim bir görüntü , adeta Tanrısal bir manzara. Yaşamın , her türlü zahmetine karşın yine de yaşanması gerektiğini gösteren bir an. Tek bir kare dahi fotoğrafını çekemememiz ise ayrı bir gaflet.

Düzce sapağına değin otobandan yola devam ediliyor. Güzel bir yol. Ardından sapaktan Düzce ‘ye yönleniliyor. Yola devam etmek için buradan önce sola, ardından sağa sapmanız gerekmekte. Eğer ilk yolsan sol değilde sağa saparsanız Gölköy ve şelaleye ulaşma imkanınız olacak. İkinci yoldan ise sola saparsanız on km. kadar sonra rafting yapılabilecek bir yere ulaşabiliyorsunuz. Zaten levhalarda size yardımcı olacak.

Düzce vasatın altında bir yerde mola verildi yirmi dakika kadar. Hava iyice serinlediyse de yağış yok. Yol boyunca arkamızda bize türlü şaklabanlıklar ve komiklikler yapan sarışın, mavi gözlü, toraman bir çocukla bizde uğraştık.

Neyse tekrar yollardayız. Konuralp isimli bir beldeye geliyoruz. Burada da bir müze var. Ayrıca yolun üzerinden baktığımızda Bizansvari bir yapı görülmekte. Yedigöllere giden sapakta buralarda bir yerlerde. Sık, güzel ve rengarenk orman , kurşuni gökyüzünün altında bize eşlik etmekte.

Konuralp ‘ten sonra gördüğümüz bir diğer belde ise Akçakoca. Ayrıca buradan itibaren denizle beraber gidiliyor. Sahiller geniş kumsallara sahip ama bu kumsallar güneydeki kumsallardan epeyce farklı. Güneydeki kumsallar sarı rengin hakimiyetindeyken buradaki kumsallar gerçekten kum rengi. Bu kumsallar varlığını da karadenizin hırçın dalgalarına ve yağışların taşırdığı nehirlerin taşıdığı toprağa, taşa, çakıla borçlu.

Sonrasında Alaplı ‘yı da aşarak dört saatin sonunda Ereğli ‘ye vardık. Hemen müzenin yerini sorduk ve o yöne doğru ilerledik. Yol üzerinde eski Ereğli surlarından içeri girişte kullanılan At Kapısı yer almakta. Buradan içeri girerek müzeye ulaştık.

Pazartesi olduğu için müze kapalı. Her ne kadar müze kapalıysa da bir şekilde içeri girdik. Cehennemağzı Mağaraları da kapalı. Moralimiz bozulduysa da müze görevilerinden Ereğli de gidebileceğimiz yerlerin bir listesini alarak yola koyulduk.

İlk önce gideceğimiz nokta Herakles Sarayı. Bunun için tepeye çıkmamız gerekli. Çıktıkta. Fakat çok sayıda viran ve köhne yapıyı aşmamıza rağmen kalıntılara ulaşamadık. Bize saray denilen yerde de sadece metruk ama güzel manzaralı bir köşk ile karşılaştık. Tepeden görülen şahane bir manzara dışında tarihi birşeye denk gelemedik.

Bunun haricinde eski bir rum kilisesindan kalanların arasına daldık. Apsislerin üzeri biraz kapalı kalabilmiş. Onun haricinde kilisenin içerisi otlar ve incir ağaçları ile kaplanmış. Söylenene göre definecilerce epeyce kurcalanmış. Onun dışında ortada bir alt kata giden bir delik bulduk ama fazlada üstelemeden Çelikel Camiine doğru ierledik.

Çelikel Camii bir Bizans kilisesinden devşirme. En azından bulduğumuz kaynaklar bunu söylemekte. Halbuki bizim bulduğumuz yapı yeni inşa edilmekte olan iki katlı bir bina idi. İçine girmemize izin verilmedi. Bizde hayıflanarak yola devam ettik. Bir sonraki camii yine bizanstan kalma bir yapı olan Orhan Gazi Camii de denilen Orta Cami. Bizans döneminde Heraklia Pontike olan yerleşimin bazilikası olarak kilise adı Aya Sofya.

İçerisinde dor tarzı sütun başlıkları olan toplam altı sütun tavanı taşımakta. Kubbe yok.Geniş bir yapısı var. Düz ve ahşap bir tavan var. Mihrapta ise sütun başlıkları Korint tarzı. Onun dışında caminin içi oldukça sade ve yer yer arapça yazılar ile bezeli. Hoş, ferah bir yapısı var. Üst katta bayanlara ayrılmış bir yer daha var.

Ereğli de yapacak başka birşey bulamadık. Rastlantı seri karşılaştığımız ve arkeolog olduğunu söyleyen bir bayan, sağda solda düzensiz olarak çeşitli buluntular olduğunu ama düzenli bir kazının söz konusu olmadığını belirtti.Aslında Ereğli merkezindeki (ki Heraklia Pontike) kalıntılar dışında Cehennemağzı Mağaralarının olduğu bölgede Acheron ören yeri var. Ereğli adını Herkülden almakta. Herkül bu mağaraların önünde cehennemin kapaılarında nöbet tutan üç başlı köpeği yenmiş. Nağara adını bu cehennem girişinden şehir ise adını galip Herkülden almış.

Bir sonraki hedef Zonguldak. Otogardan her saat başı 5 YTL ‘ye Zonguldak ‘a geçebilecek minibüslere binebilme imkanınız var. Genelde yolcu olduğu için pek fazla gecikme olmamakta. Yolculuk 1 saate yakın sürmekte. Yolculuk sırasında Kozlu isimli bir kasabaya da uğranmakta. Burada da tarihi bir kilise varmış. Kimin tarafından yapıldığı meçhul.Ayrıca Zonguldak ‘a yaklaştıkça oldukça güzel koyları görebiliyorsunuz.

Bizim yolculuğumuzda da yağış peşimizi bırakmadı. Hatta Kozlu ‘da araç dururken dışarıdaki dehşetli yağışı izlemenin pekte içimizi açtığını söylemem mümkün değil. Bu kısımlarda yapılan yol çalışması daha bitirilmemiş olduğundan etraf çamur deryasına dönmüştü. Ama genelde rahat bir yolculuk olduğunu da eklemeliyim.

Zonguldak ‘a yağışla geldik. Adını hala öğrenemediğim sarı-kahverengi bir renkte akan çayın üzerinden geçerek çarşısına girdik. Çok büyük bir şehir değil. Ulucami dedikleri yapı görünüm itibariyle oldukça yeni. İnsanlar düzgün tipler.

Hemen bir otel bulduk. Çarşı çevresinde çok sayıda otel var. Öyle çokta lüks peşinde koşulmaması gerekiyor sanırım. 20-35 YTL aralığında oda bulunması mümkün. Bizde eşyalarımızı bırakıp az biraz dinlendikten sonra fotoğraf makinalarımız ve tripodlarımız ile hem birşeyler yeriz hemde gece çekimi yaparız diyerek yola çıktık.

Sağa sola çılgınlar gibi koşturmaya başladık. Zaten bir tane ana cadde mevcut. Bu cadde de doğuya doğru ilerlediğinizde sahilde birşeyler yiyebileceğiniz yerler var. Mekanlar hesaplı ve kaliteli. Buradan aşağıda da giyecek birşeylerin satıldığı pazarımsı bir yer var. Ürünler çokta kaliteli olmasa da oldukça da ucuz.

Daha da doğuya doğru gittik. Suyun ortasında üzerinde 1848 yazan, ışıklandırılmış bir kapı var. Uzaktan kapı değilde zafer takı gibi görünmekte. Sahilde çayhane gibi yerin sahiplerinden destur alıp içeride bize sürekli havlayan köpekten kendimizi sakınarak görüntü almaya koyulduk. Kara ile kapının arasındaki ulaşım saç bir levhadan bozma köprü ile sağlanmakta. Ortasına dek ilerledim ama attığım adımlar gitgide yaylanma hissi uyandırınca karada bekleyen Uğur ‘un da ikazı ile döndüm. (mantıklı bir hareket yapmışım)

Civarda karşılaştığımız kişiler etrafta Fransızlardan kalma tüneller olduğundan bahsetti. Merak ettik ama gece gitmenin bir esprisi olmadığından merkeze doğru döndük. Yolda valiliğin yanındaki parkın içindeki İsmet İnönü heykelinin ve hemen karşısındaki içinden hurma gibi bir ağacın çıktığı imitasyon pamukkalenin (heykeli diyeyim bari) resimlerini çektik. Biraz daha ötede Zonguldaklı şehitlerin anısına yaptırılmış ve üzerinde bu kahramanların isimlerinin yazılı olduğu levhaların çakılmış olduğu şehitler abidesi ve Atatürk heykeline uğradık. Bu noktaya yakın olan ve yolun ortasındaki adada yer alan gaga gagaya vermiş kuğularında resmini çekmeye çalıştık.

Merkezde turladık. Çokta yer yok akşam itibariyle. Zonguldak ‘ın en ünlü pastanesi İstanbul Pastanesi ve cadde üzerinde. Fakat saat 9 ‘da kapatıyorlar. Bizde bir yirmi dakika ancak durma imkanı bulduk. Fena bir yer değil. Uludağ isimli bir spesyalleri var. Biz adından , bembeyaz birşey bekliyorduk ama koyu renkli çikolata kaplı birşey gördük. İçi beyazmış. Üstü ise krem şanti, profiterol gibi tatlılar ile kaplı. Muhtemelen güzel birşeydir ama nedendir bilinmez tatmadık.

Ertesi gün Filyos ‘a gideceğimiz için tren istasyonuna uğradık. Filyos ‘a trenle de gitmem mümkün ama saatleri bize uymadığı için kös kös otele döndük.

<ı>Gün 2

Bayram sabahı. Evden, aileden , İstanbuldan uzakta bir bayram. Sabah ilkin Kilimlideki Fransız evlerine uğramayı kararlaştırarak yola koyulduk. Çayn kenarındaki minibüs duraklarından Kilimliye giden minibüslere ulaşılabilmekte.

Kırk dakika kadar süren virajlı ve bol iniş çıkışlı bir yolculuktan sonra Kilimli ‘ye vardık. Küçük, sessiz bir kasaba. Kömür kokusu insanın genzini yakıyor. Nereye gideceğimizi bilemediğimiz için polis karakoluna girdik. Sağolsunlar kral gibi karşılandık. Nöbetçi tüm polisler ile teker teker bayramlaştık. Fakat Fransız evlerinin Kilimlide de olmadığını öğrendik. Tepelik yerlerde, madencilerin lojmanlarının arasında bu binalardan bir iki tane kaldığını duyduk.

Yine aynı yerde yaşlıca bir adam Gelik minibüsleri ile adı geçen yere gidildiğinde bu evlerden bir iki tane görebileceğimizi söyledi. Kilimli ‘de ise sadece Fransızlardan kalan bir gümrük binası mevcut.Günümüzde halkevi olarak kullanılmakta.

Yaşlı adam ile epeyce bir konuştuk. Bir iki ev için Gelik ‘e kadar gitmemizin epeyce zaman kaybettireceğini , en iyisinin Zonguldak merkezi gezmemiz olacağını söyledi. Aklımıza yattı. İlk minibüs ile merkeze geri döndük. Minibüsün inanılmaz derecede kalabalık oluşu ve yolun manzarası aklımda yer edenler...

Zonguldak ‘a döndüğümüzde önce dün geceden gidemediğimiz tünellere gitmek üzere harekete geçtik. İlkin ışıklandırılmış kapıya uğradık. Kapının karaya bakan tarafında 1848, denize bakan tarafında ise S.H. 1906 yazmakta. Fransızlardan kalma , hatıra amaçlı bir yapı olduğu söylendi bize. Ama resmi bir bilgi bulamadık. Kapı yada anıt hangisi hoşunuza gider bilemem ama denize doğru bir çıkmaya sahip olduğu için şehride iyi bir şekilde görmemiz mümkün olmakta.

Ama dediğim gibi iyiki geceden şansımı zorlayıp ilerlememişim. Kimi yerlerde sac plakalar paslanmış. Köprünün kenarlarına basıp ilerlemek daha güvenli ama köpek pislikleride oranın handikabı...

Yola devam .Adliye binasını da geçtiğinizde göreceğiniz mendireğin köşesinde maden kazalarında ölen çalışanların isimlerinin çakılmış olduğu bir anıt var. Epeyce bir yer kaplamakta. Aslına bakılırsa son zamanlarda ne yeni bir isim eklenmiş (bence iyi) ne de kopup giden isimler yeniden yerlerine yapıştırılmış. Önünde ise madencilerin bilimum alet edevatından açık hava müzesi-park karışımı bir alan oluşturulmuş.

Mendireğin ucuna çıkmadık.Hem mendireğin içi haddinden fazla pis , hemde çay ormanın tüm toprağını denize getirdiğinden deniz sapsarı. Bizde önce on metrelik bir tüneli geçip açık bir alana geldik. Tam karşımda bir tünel. Onun hemen sağında bir başka tünel daha. Yolun ortasından biraz ötede bize doğru yan duran bir başka giriş. Buraya kadar geldik durmanın alemi yok dedik ilerledik. Tek olsam imkanı yok ilerlemem.Kayaların üzerinde temkinli bir şekilde ilerlemeye gayret ededuralım Karadenizin iri dalgaları solumuzda karayı tüm hıncıyla dövmekte.

Önce tam karşımızda duran ve sonu görülen tünele girdik. Travers ve raylar zamanla bir şekilde kaybedilmiş. Yerleriyse su dolmuş. Su inanılmaz derecede temiz görülmekte. Tünelin ucuna vardığımızda epeyce maymunluk yaparak gidilebilecek ama buna kesinlikle deymeyecek bir iki yer gördük. Pek gitmeyi üstelemedik ve yandaki tünele yöneldik.

Burası daha derin.Ne kadar derin tam anlamıyla çözemedik. İçerideki içki şişeleri ve bally kutu ve tüpleri burasınında pek güveni olmadığı izlenimi vermekte. Tünelin ağzı düzgünse de içeri doğru gidildikçe kayanın sadece oyulduğu görülmekte. İçerideki karanlıkta üstün körü bir iki fotoğraf daha çektik. Uzaklarda çok ama çok küçük bir noktada çıkış ışığı var. Ama oraya varmak için daha ne kadar ilerlemek gerekir , yolda ne yapmak gerekir çözemedik. Elimizdeki fenerlerde pek işe yaramadığı için şansımızı zorlamaksızın döndük.

Ağzı denize bakan tünel girişi ise kapatılmış durumda.

Buradan tekrar merkeze yöneldik. Bayramın ilk günü olduğundan resmi kurumlarda da bayramlaşma heyecanı var. Biz de bu kalabalığın arasında tıpkı gece yaptığımız gibi İsmet İnönü anıtından başlayarak fotoğraf çekmeye devam ettik.

Bayram sabahı Zonguldak daha bir farklı. Caddede epeyce bir kalabalık gezinmekte. Bizde hem bu kalabalığı seyredip hemde göze güzel görünecek ne varsa bulalım diyerek etrafı gözlemeye devam ederek yolumuza devam ettik. Gökgöl Mağarası için Asma denilen yerden minibüse binilmekte. Mesafe oldukça kısa ama mağara harika o nedenle mutlaka vakit ayırıp gidilmeli.(Zaten 1, 25 YTL veriyorsunuz)

Mağara özelleştirilmiş. Aslında iyide olmuş. Dünya güzeli bir yere sadece 3 YTL ödeyerek giriyorsunuz. (Öğrenciye daha da ucuz, 1 YTL ) Aydınlatması güzel ama ışığın şiddetli vurduğu bölgelerde yosunlaşmadan kaynaklanan bir yeşilleşme söz konusu. Bu ileride epeyce baş ağrıtacak sanırım. Onun dışında mağaranın içinde rahatlıkla gezebilecek bir parkur oluşturulmuş. İstanbuldaki pek çok parkta bile lüks yok. Bu hat doğrultusunda 875 metrelik bir parkur gezilebilme imkanına sahip. Bu mesafeyi katederken üç köprü ve bir iki göletin geçildiğini görevlilerden öğrendik. Biz yağmur nedeniyle 450. metreye dek ilerledik ama daha sonra görevlilerce can güvenliği nedeniyle engellendik. Yağmur nedeniyle mağaranın ilerideki bölümleri su dolmuş. Bizde ilerlemedik. Özellikle 500. metreden sonra mağaranın daha da güzelleştiğini söylemeleri bizi epeyce üzdü. Kısmet...

Minibüsler normalde mağaralara dek gelmiyorlar. Dönerken ya merkeze dek yürüyebilirsiniz yada kapıda bilet satan görevlilere durumu bildirebilirsiniz. Bu durumda görevliler minibüsçüleri arıyorlar ve size en azından servis için bir araç gelmesine ön ayak oluyorlar.

Zonguldak zaten bir mağaralar şehri. Sadece Gökgöl ve Cehennemağzı aydınlatılıp geziye açılmış olsa da şehri tanıtan broşürlerde çok güzel mağaralar görülmekte. Toplamda on dokuz mağara olduğu söylenmekte. Cumayanı, İnağzı, Ilısı, Erçek, Sofular başlıcaları. Hatta Sofuları tanıtan fotoğrafta araştırmacılar lastik botla mağaranın içindeki gölde ilerliyorlardı. Umarım günün birinde bu mağaralarda gezilebilir hale getirilir.

Zonguldak ‘ın handikabı minibüslerin farklı farklı noktalardan kalkıyor olmaları. Örneğin Filyos ‘a giden minibüsler tren garının önünden kalkmakta. Yolculuk yaklaşık bir saat sürmekte ve kişi başı 3, 5 YTL ödüyorsunuz. Ama önerim Filyos’a eğer zamanınızı ayarlarsanız tren ile gitmeniz. Böylece hem daha ucuza, hem birkaç dakika daha çabuk hemde uçurum kenarlarından bozuk bir yolda gitmemiş olacaksınız. Harika bir orman yolundan ilerleme şansınız var.

Minibüsle gidişi anlatayım ben yinede. Önce yine Kilimli ‘den geçtik. Buradan sonra Çatalağız ‘a gidiliyor. Burada bir termik santral var. Oldukça büyük bir alan kaplamakta. Ama yöre oldukça fakir bir görünüme sahip.

Buradan sonra karşımıza gelen ilk belde olan Muslu ile demiryolu arası yol oldukça bozuk. Yağışın etkisi oldukça yıpratıcı olmuş. Ayrıca Göbü ‘den Filyos ‘a dek yol uçurumların kenarından harika manzaralara sahip bir şekilde uzanmakta. Bu uçurumların arasında kalan koylarda çok güzel kumsallara ev sahipliği yapmakta. Özellikle Filyos ‘ta çok uzun bir kumsal var.

Filyosta minibüslerden indiğiniz noktadan bir yirmi metre kadar uzakta , solda taksi durağı var. Buradan beş YTL vererek harabelere ulaşma imkanınız var. Biz havanın kötü olmasını göz önünde bulundurarak paraya kıydık. Taksiciler size aşağıdan mı yukarıdan mı gezeceksiniz diye soracaklar. En akılcıl gezi yolu yukarıdan yapılan. Bu yolu seçince antik tyatro kalıntılarının yanına dek araçla geliyor olacaksınız.

Burada küçük bir tiyatro var.Tion , theon gibi isimlere sahip bu yerleşimin tiyatrosunun cavea kısmı genel olarak yola sırtını vermiş ve toprak altında kalmış. Sağında ve solunda tribünlere giden ama zamanla tıkanmış kemerli girişler var. Buradan diğer kalıntılara gitmek için mezarlığı, tren yolunu ve çamurlu bir araziyi geçmeniz gerekecek. Salt kış mevsiminde değil eğer kaleyi gezeceğim derseniz hiç bir zaman için yapılacak bir rota değil bu.

Buradan kaleye yürünebiliyor. Bunun için yola çıkıp ilk sapaktan sola sapıp mezarlığı solunuza alıp ilerlemeniz yeterli. Yolda, sağda ve solda böğürtlenler sizi davetkar renklerle çağırmakta. Midemi bozabilirim diye fazla yüklenmedim. Kale iki burç ile sizi karşılamakta. Anlaşılan yakın zamanlarda çok modern bir restorasyon fırtınasına maruz kalmış. Kalenin içine giriş için solda bir kapı bulunmakta. Buradan içeri giriş mümkün.

Kale aslında Tion ‘un akropolü. İçerisinde bazı kazı izleri de görülüyor. Kazının araştırma amaçlı olduğu belirgin. Özellikle en yüksek noktada mermer parçaların olması burada bir tapınak olabileceği şeklinde bir şüphe uyandırmakta. Kaleye kimlerin çevirdiği belirsiz. Ama Bizans, Ceneviz, Osmanlı akla kim gelirse kullanmış olmalı.

Kaleden akşamın indiği (ve tahminen günün de doğduğu) saatlerde güzel bir manzara izlenebilir. Bizde kapalı bir havada uzaklardaki portakal rengi görüntünün gizemine kapıldık ve epeyce seyrettik. Onun dışında pek bir artısı da yok.

Manzarayı seyrede durun ben Tionlular hakkında biraz bilgi vereyim. MÖ 4. yy da yörenin yerli halkı ile Yunanlı kolonistlerin karışması ile burada bir şehir kurulmuş. Şehir adını şehri kuran din adamı Tios ‘tan almaktaymış. İlk önce Amastris tarafından kurulan beş şehirlik federasyonun bir parçası olmuş daha sonra bir dönem bağımsız hareket etmiştir. Ardından Romalılar ile arası azalınca istilaya dolayısıyla yıkım ve yağmaya uğramıştır. Bu da şehrin yavaş yavaş yıkılmasına neden olmuştur. Şehir tam olarak Bitinya ve Paflagonya sınırında.

Tepeden doğuya bakarsanız bir radar ve askeri bölge görürsünüz. Burada da bazı sütun başlıkları ve lahitler bulunmaktaymış. Tahminlere göre toprak altında birde tapınak olduğu sanılmakta. Civarda yer alan su ise Filyos Çayı.

Batıya doğru baktığınızda ise sol omzunuzdan itibaren anlatmamız gerekirse önce demincek basamakları arasında dolandığımız antik tiyatro görülür. Tiyatronun biraz üstündeki tepede ise şehrin nekropolü varmış ama defineciler iyice talan etmiş. Sağa doğru biraz başınızı çevirdiğinizde ise yakında kalan kısımda kazı yapılmış alanı görebilirsiniz. Birbirinden ayrı pek çok yer kazılmış. Tam karşıda üç gözü kalmış birde su kemeri kalıntısı mevcut.

Sahilde ise önce ateş tuğla fabrikası görülmekte. Sanırım artık kapalı. Ürkütücü bir havası var ve epeyce de büyük. Ama bakımsızlıktan dökülmekte. Daha da ileri de ise adeta terkedilmiş gibi bir görünüme sahip olan ve kamuya ait bir tatil köyünü andıran binalardan oluşan neredeyse bir külliye var. Camlar kırık, rüzgarla kimi açık kapılar tasasızca sağa sola çarpıyor mütemadiyen. İnanın o tren yoluyla gelecek turistler bu mükemmel koylarda üzdükten sonra bu binalarda kalabilse. Nerede... Ah ne kadarda az insan bilmekte bu güzellikleri.

Kaleden inme vakti geliyor. Kaleden inebilmek için kuzeybatı tarafından bir keçi yolunu kullanmak gerekmekte. Kimi yerlerde dik ve zorlu da olsa heyecanlı bir iniş yolu burası.

Deniz seviyesine inipte ardımızda kalan kaleye bakınca aslında epeyce zorlu bir iniş sürecini arkamızda bıraktığımızı farkettik. Kalenin bu açıdan manzarası daha güzel.Öte yandan deniz ve göğün birleştiği yerde de ışık pek çok renge kucak açmış.

Kazı alanına girmek için güvenlik görevlisine görünmek gerekli. Güvenlik size buraları gezdiriyor ama neden fotoğraf çekiyorsunuz vb sorular sorup kimlik bilgilerinizi alıp bir deftere kaydediyor. İyi mi kötü mü çözemedim ama buraların boş bırakılmaması da önemli elbette.

Kazı alanında genelde monolitler bulunmuş. Görevli arkadaştan buraya Türk ‘ten çok Yunanlı turist geldiğini de öğrendik. O kadar yer dolaştık, o kadar şey duyduk ki artık şaşmıyoruz. İnternette hamam gibi bir yerin içinde, toprak altında kalan sütunların fotoğrafları görülebiliyor. Buraya bizde gittik ama benim gövdemin geçebileceği bir aralık yok. Belki Uğur geçebilirdi ama çamur nedeniyle üstelemedik.

Görevli arkadaştan ayrıldıktan sonra su kemerinin olduğu ikinci kısma geçtik. Su kemeri epeyce sağlam bir malzeme ile yapılmış ama kala kala üç gözü kalmış bugünlere. Etrafında ise ilk gezdiğimiz alandaki kalıntılardan daha kaliteli bir hamam kalıntısı görülmekte. Burada birde yeni dönem bir kilise kalıntısı var. Olduğumuzdan yerden görebildik ama oraya gidecek yolu bir türlü bulamadığımız için tekrar sahile inip tren garına doğru yürümeye başladık.

Güzel, sakin bir sahil var. Ama geçen günkü fırtınanında etkisiyle epeyce kirlenmiş. Garibim Karadeniz ‘in işi zor.Almanya ‘nın, Avusturya ‘nın hatta Tuna kıyısındaki tüm sanayinin pisliğini, yükünü sırtlıyor. İnsanlığa çevrecilik konusunda ahkam kesen bu germen köpekler gerçekte ne kadarda iki yüzlü.

Filyos ‘ta şöyle bir hoşluk var. Antik kentin küçük bir modeli sahilde sergilenmekte. Böylelikle nereleri görebileceğinizi de (yada bizim için söylemek gerekirse neleri kaçırdığımızı) önceden anlayabiliyorsunuz.

Kasabanın içerisinde epeyce turladık. Geçmişe ait pek bir yapı kalmamış. İnzivaya çekilmek, şehirden kaçmak için ideal yerler. Trenle Karabük ‘e gidip geceleyeceğiz.Planımız bu.

Tren geleceği sırada tüm istasyon kalabalıklaştı. Genelde genç bir nüfus var. Trende yerlerimize oturduğumuzda ne kadar yorulduğumuzun farkına vardık. Akşam karanlığında, hiç ışık görmeksizin epeyce yol aldık. Tahminen dünya güzeli Yenice ormanlarından da geçtik.

 
Toplam blog
: 35
: 3517
Kayıt tarihi
: 10.08.09
 
 

Gezmeyi severim. Aileden gelen bir alışkanlık bu. Ufacıktım gezdiğimi hatırlıyorum. Gezeceğim. Ağ..