Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '12

 
Kategori
Öykü
 

Batıda on yıl (6)

Batıda on yıl (6)
 

Sabah erken kalkmak alışkanlıktı benim için. Güneş henüz aydınlatmaya başladığında yeryüzünü, çevik bir hareketle yatağımdan fırlardım. Yorgunluktan olacak o sabah kalkamadım bir türlü. Belki de kalkmak istemedim. Ağır bir yük vardı sanırsın beni hareketsiz kılan. Valilik konağında bulunan Milli Eğitim Müdürlüğüne uğramam gerekiyordu. Yeni görev yerime gitmeden önce kararname suretini yani valilikçe il içinde yapılan atama kararnamemi almam gerekiyordu. Mesai saati çoktan başlamıştı. Üzerimde bir sıkıntı vardı bir keder. Her daim yeni bir yere giderken o sıkıntı gelir yüreğime saplanırdı. Al işte yine beni bulmuştu.

Bir süre sonra ağır ağır kalktım. İtina ile katladığım gömleğimi alıp giydim. Kravatımı taktım. Hızlı adımlarla kafeteryaya inip acele ile sabah çorbasını içtim. Dışarısı ayaz, hava kapalı idi. Yağmur yağdı yağacaktı. İçimden üşütmeyeyim diye mırıldandım. Boğazımın hafifçe yanması idi bana bunu düşündüren. Vücudum kırgındı. Uzun yol ve soğuk hava etkilemişti işte. Kozan’ın sıcak havasını burada bulmak olanaksızdı.

Kafeteryada fazla durmadım. Öğretmenevinin mermer merdivenlerini birer ikişer indim. Valilik konağı yakındı. Bir gün öncesinde yerini öğrenmiştim. Sokakta insanlara sormadan gidebilecektim. Başımda hafif bir ağrı vardı. Dalgaların kıyılarda patlamasına benzer umarsız bir ağrı bir baş belası!

Valilik konağı şehrin merkezinde idi. Önünde geniş bir alan vardı. Bayram törenlerinin ve kutlamaların yapıldığı genişçe bir alandı burası. Yaldızlı boya ile altın sarısına boyanmış büyükçe bir Atatürk heykeli meydanı süslüyordu. Konağın koca kapısını açıp içeriye girdim. Milli eğitim Müdürlüğü ikinci katta sol koridorda idi. Koridor sessiz, kapılar kapalı idi. Girişte küçük bir yerde çay ocağı vardı. Özlük bölümünü sordum. Az ilerde deyip oda numarasını gösterdiler. Hoş zaten kapının üzerinde de  “özlük “ diye de yazıyordu. Genişçe bir oda idi. Çalışanların masaları yan yana sıralanmış, kimisi bir şeyler yazıyor, kimisi aralarında laflıyordu. Çoğunluk bayandı.

Siyah saçlı, gözlüklü, üzerinde el örgüsü bir hırka olan bayana yaklaşıp durumu açıkladım. Yanında duran boş sandalyeyi gösterdi. “Oturun hocam” dedi. Ben kararname suretinizi hazırlayayım. Bayan az ilerde bulunan saçları ağarıncaya kadar aynı memurlukta çalıştığı belli olan memura durumu anlattı. Kocaman gözlüklü, uzun boylu, kafası biraz dazlak, saçları kır, takma dişleri olan memur gözlüğünün üstünden bana baktı.  Sonra da dikkatlice sağ elinin iki parmağı ile saatine baktı.

-Görevimi en çok kolaylaştıran şey,diye söze başladı. Hayatımda mutlaka görevimi bir başkasına kolayca anlatmamdır. Saçları değirmende ağartmadım. Öyleyse tereddüde gerek yoktur. Görev dağılım yönergesini okuyanın ne yapacağını diğerine sorması veya işini diğerine yaptırması kadar gülünç bir şey yoktur. Bunları söylerken kuvvetli bir öksürük net ve açık konuşmasını anlaşılmaz kılıyordu.

Konuştukça daha fazla coşuyor ve dinleyenleri etkilemeye, kendisine hak verdirmeye yöneltiyordu.

El örgüsü hırkasının kıvrımlarını parmakları ile iyice kıvırmaya başlayan bayanın suratı renkten renge giriyor, boğazında hırıltılar şeklinde çıkarmaya çalıştığı sözcükler anlaşılmıyordu. Şaşırmıştım. Sık sık bu odada bu sahnelerin yaşandığını diğer memurların umursamaz tavrından anlamıştım.

Yapacakları iş aslında çok basitti. Evrak dolabında kararnamelerin bulunduğu klasörden ilgili kararnamenin aslını bulup fotokopisini çıkarıp onaylayacaklardı. Belki de bir iki satırlık bir ön yazı ile işi tamamlayacaklardı.

Fakat bumlar konuşurken başkalarının işlerini halletmeyi değil birbirlerine yapacakları görevleri tekrarlıyorlardı. Bayanın yapacağı işi kır saçlıya söylemesi karşısındakini kızdırmıştı. O da fırsat bu fırsat deyip nutuk çekmişti. Hem de ne nutuk! Biri diğerini ya kıskanıyordu ya da görevini hatırlatıyordu.

Sanırsın biri av diğeri avcı idi.

Aynı mekânda birbirlerini kıskanan veya birbirleri ile anlaşamayan çalışanları görmek üzücü idi.

İşleri kolayca halletmek için elini kolunu kıpırdatmayan, harekete geçmeyen, işi çabucak halletmeyenler ne yazık ki nutuk çekme konusunda ataktılar. Bu anlayışta olanlar işi karşısında küçülüyor, ansızın bir ağırlık, bir kayıtsızlık duyuyordu. Bu durum ise başarısızlık demekti. Unutma ve savsaklama demekti. Sonuçta bayan kararname suretini bir ön yazı ile bana verdi. Teşekkür edip kendimi koridora öyle bir atışım vardı ki sanırsın zorlu bir futbol maçından çıkmıştım. Yüreğim sıkılmış, vücudumda sıkıntıdan soğuk terler oluşmaya başlamıştı. Artık gideceğim yere gidebilirdim.

Merdivenlerden hızla inip kendimi dışarıya attım. Ellerimi cebime koydum. Valiliğin önünde bulunan merdivenlerden aşağıya inerken ıslık çalıyor, son bir kez daha, az ilerde kalabalık halinde bağırış çağırışlarla oynayan çocuklara bakıyordum. Başarı ya da emek neden kıskanılırdı ki diye düşündüm. Sonra umursamadım. Arkama dönüp koca binaya baktım. Başarmak ya da başarıyı baltalamak için binaya giren çıkanlara baktım. Çünkü emek veren de şikâyet eden de, üçkâğıtçı da, yalancı da o binaya mutlaka uğruyordu. Mücadele etmeli kartala av olunmamalıydı.

 
Toplam blog
: 210
: 910
Kayıt tarihi
: 04.05.08
 
 

Eğitimciyim. Bir insanın çağdaş bir gelecek için, aydınlanma için çok okuması gerektiğine inanıyo..