Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Bavula sığmayan hayatlar

Henüz 15 yaşında bir genç kızken babaanneme bakar, onu alıcı gözle incelerdim.
Hem ona gıpta eder, hem de artık o görmüş, yaşamış hayatın en heyecanlı, beklentilerle dolu yıllarını tüketmiş diye düşünürken garip bir hüzün dolardı içime.
Yaşamı çok uzun, günlerin heyecan dolu, hareketli olduğunu zanneder, yaşlanan insanların bu coşkudan yoksun kaldıklarını sanırdım.
Ne olduğunu anlamadan “zaman” denen şeyin hızına yetişememenin ağırlığını hissettim omuzlarımda, daha sonraları.
Bazı sözcüklerin derinliğini daha bir sorgular oldum.
Gabriel Garcia Marquez’ın “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı kitabını okuduktan sonra yalnızlığı sorgular oldum.
İnsanlar derinlemesine tanımadığı biriyle evleniyor, bir yuva kuruyor, hayata yeni bir adım atıyor.
Birçok şeyi paylaşıyor, hayat arkadaşıyla ama yine de yalnızlıktan tam olarak sıyrılamıyor.
Sonra çocukları geliyor dünyaya küçükken onların temel ihtiyaçları ile ilgileniliyor.
Sevgi, bakım, eğitim içten gelen ve bazen zorunlu paylaşımlar…
Çocukluktan gençlik dönemine geçince, evi otel gibi kullanıyorlar.
Yemekleri, ütüleri, çamaşırları temiz olacak ve onlar ne zaman sorsan meşgullerdir genellikle.
Karşılıksız sevgi bu sanırım.
Dışarıda arkadaşları ve okullarından oluşan özel bir dünyaları oluyor.
Aslında anne-baba o kalabalıkta da yalnız kalıyor çoğu zaman.
Ve bir gün kendi yaşamlarını kurup yuvadan uçuyorlar…
Eşlerden biri de ebedi yolculuğa çıkınca yaşam alanı sınırlarını iyice daraltıyor.
Evdeki eşyalar geçmişten bir iz, bir anı bırakıyor bilinçaltına.
O tencereden, kaşıklardan, tabaklardan yenilen yemeklerin bıraktığı izler, hafızanın bir köşesinde gizleniyor.
Kimi zaman kahkahalı, sohbetli yenen yemekler, kimi zaman lokmaların boğaza dizildiği unutulmayan anlar…
Keşke bir sihirli değnek olsa da ufak tefek şeyler yüzünden günümüzü, gecemizi birlikte paylaştığımız anları dolu dolu yaşamayı başarabilsek/başarabilseydik.
* * *
Bir dostumun önerisini dikkate alıp henüz hazırlık aşamasında olan bir belgesel tanıtımını izliyorum.
Yıllardır beni meşgul eden “yaşamın anlamı” üzerine demin anlattığım konulara dair ipuçları veriyor bana.
Üç farklı yaşam, fotoğraflar, anılar, mücadele ile geçen yıllar ve azmin gücü, doğrusu beni çok etkiliyor.
Çin’de başlayan bir yaşam, iyisiyle, kötüsüyle dopdolu geçen gençlik yılları…
Gözlerine derinden bakınca, geçmişte yaşanan aşkların, savaşın, göçün, hiroşimanın, kaybettiklerinin gizemli dünyasında Ravile hanım.
Futbola gönül veren, hastalığını, beyin gücü, bakım ve ilgi ile yenmeyi başaran yılmayan bir kişilik Durmuş bey.
Büyük bir enerji ile halen Ankara’nın Akyurt ilçesinin genç takımını çalıştıran bir futbol tutkunu…
Köşesine çekilmeyi tercih etmeyen, yönetimin desteği ile yaşam evi içersinde bir ahşap atölyesi kurulmasını sağlayan Ercan bey.
Yaratıcılığını, sevgisini tahta oyuncaklarda ortaya çıkaran yılmayan bir insan…
Bu üç yaşam öyküsü usta yönetmen Devrim Erdoğan’ın elinde can buluyor.
Anlatım, sunuş, olayların akışı, müzik ayrı bir lezzet katıyor üç yaşam öyküsüne…
Benimde bir kez önerdiğim, arzu ettiğim bir güzellik daha var bu belgeselde.
Acaba insanlara en büyük hayalleri nedir diye sorsak onların bir hayallerini gerçeğe dönüştürsek yolun başı, sonu demeden ne güzel olurdu.
İşte bu belgeselde üç yaşam, üç farklı insan, üç ayrı hayat mücadelesi ve dahası üç ayrı hayal gerçek oluyor. Ne muhteşem bir duygu…
Gözleri dolmaz mı insanın?
Coşkudan havalara uçmaz mı?
İçim kıpır kıpır oluyor.
Sanki benim bir hayalim gerçek olmuşçasına mutlu oluyor, kabıma sığamıyorum.
İzleyen herkesin aynı duyguları paylaşacağı hissi heyecanımı ikiye katlıyor.
Yüzümde kocaman bir gülücük çevreme ışık olup yansıyor.
Bu ışık Ravile Hanım, Durmuş bey, Ercan bey daha tanımadığımız nice yürekler oluyor.
Anlıyorum ki, nineme boşuna üzülmüşüm.
Demek ki, insanlar her yaşta hayatın güzelliklerini görebilir, sabır ve azmin verdiği o muhteşem güçle yenilmeyecek engel yokmuş hayatta.
Hele bir de hayatın en tecrübeli döneminde pırıl pırıl bir yuva kapılarını, gönlünü açarsa size değmeyin keyfinize.
Akyurt diye fısıldıyorum içimden.
Sonra yüksek sesle söylüyorum.
Yanımdaki arkadaş ne diyorsun? Diyor.
“Akyurt dedim” Diyorum.
Arkadaşım sessizce deminden beri düşündüğüm onca şeyi bilmediği için bir şey anlamıyor dediklerimden.
İkimiz birden gülüşüyoruz.
Anlatmaya başlıyorum arkadaşıma…
Bu hikâye, bu belgesel, böylesi bir yönetmen, Akyurt Yaşamevi daha çok anlatılır.

http://bavulasigmayanhayatlar.com.tr

http://www.haber24.com/BELGIN-TURAN/3-184/Bavula-Sigmayan-Hayatlar.html


 
Toplam blog
: 439
: 512
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Lisansını Anadolu Üniversitesi/ İşletme Bölümü ve Anadolu Üniversitesi/ Sosyoloji Bölümlerinde “O..