Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '10

 
Kategori
Güncel
 

Baykal'a bu komployu kuran kim?

Baykal'a bu komployu kuran kim?
 

Takip ettiğim köşe yazarlarını ikiye ayırırım. İlki fikrime yakın bulduğum ve beni fikren derinleştirdiğini düşündüğüm yazarlardır. Diğerleri ise, Türkiye’de neler olduğunu bittiğini anlamak için takip ettiğim ve belirli çevrelerin nabzını iyi tuttuğuna inandıklarım.

Ancak bu ikinci grup biraz risklidir. Yazıları düz okunmamalı, “doğruyu söylüyor” beklentisi ile takip edilmemelidir. Çünkü genellikle doğruyu dile getirme kaygısı ile yazmazlar. Olayları angaje oldukları güç, odak, fikir merkezi adına yorumlar ve onların politik argümanları doğrultusunda değerlendirirler. Bu nedenle özellikle kriz dönemlerinde, beklenmeyen gelişmeler karşısında aldıkları pozisyonlara bakarak, kimin hangi politikaları güttüğünü, neyi hedeflediğini anlayabilirsiniz.

Normal zamanda değil ama özel durumlarda Ertuğrul Özkök’ü bu nedenle takip ederim. Bugünkü yazısına da o maksatla baktım.

Üzerine yoğunlaştığım konu Baykal hakkında yayınlanan video görüntüsüydü. Bu tip konularda insan ister istemez videonun içeriğinden ve onun kendi başına taşıdığı anlamdan çok, gelişmenin arka planına takılıyor.

İsterseniz önce, video hakkındaki görüşlerimi kısaca aktarayım, sonra işin arka planı hakkında düşündüklerimi paylaşırım. Özellikle de Ertuğrul Özkök’ün yazdıkları üzerinden.

Videoyu izledim. Üzerinde net olarak bir şey söylemek mümkün değil. Bu tip örneklerde ne kesinlikle gerçektir ne de kesinlikle sahtedir yorumu yapılamaz. Ki zaten bu örnekte ve birçoklarında olduğu gibi, videonun içeriğinden daha çok bir deşifre aracı olması daha fazla önem kazanıyor. Videonun içeriği doğru bile olsa, bir ana muhalefet liderinin özel yaşamının içine bu kadar müdahil olan bir karanlık el fazlası ile ürkütücü.

Ancak buna benzer birçok örnekte olduğu gibi, bir insanın özel yaşamının kayıt altına alınması, bu kayıtın saklanması, belirli amaçlarla kullanması ve yayınlanması tamamen suç iken, bir noktadan sonra içerdiği bilginin durumuna göre kamuyu ilgilendiren bir habere dönüşebiliyor.

Nihayetinde bir ana muhalefet partisi liderinin eşini aldatıyor olması dünyanın her noktasında haberdir. Bu elbette suçun kendisini ortadan kaldırmıyor. Bu çekimi yapan, saklayan, kullanan ve yayınlayan her halükarda suçludur. Ama yayınlandıktan sonra ne yazık ki, hesap verecek tek özne, bunu gerçekleştiren kişi, ya da organize eden grup değildir. Aynı zamanda görüntünün içerdiği ahlakdışılığı, suçu ya da ayıbı işleyen kişi ve kişiler de kamuoyunun önünde hesap verme durumunda olacaklardır.

Tabi bunu videonun, bir olasılık olarak, gerçek olduğunu varsayarak söylüyorum. Yoksa şahsen bu kanaate ulaşmış değilim ve hala fazlasıyla şüphem var.

İşin bu yanını bırakıp Ertuğrul Özkök’ün yazısına dönmek istiyorum. Çünkü yazısını okuduğumda fazlasıyla irkildim. Yazıda ilk dikkatimi çeken şey şuydu; Ertuğrul Özkök video görüntüsünden kesinlikle kuşku duymuyordu. O kadar ki, Deniz Baykal’ın bu durumu eşine nasıl anlatmış olacağını sorgulayarak yazısına başlamıştı. Ardından duruma örnek olarak, ABD eski başkanı Bill Clinton ile eşi Hillary Clinton arasında yaşanan benzer bir diyalogu, ikilinin hatıraları üzerinden aktarıyordu. Yazının özü ise, şöhretin pahalı olduğu ve bunun zaman zaman hesap vermeyi gerekli kılabileceğini ifade eden cümlesinde yer alıyordu.

Anlayacağınız Ertuğrul Özkök için mesele gayet net. Ama takip edebildiğim kadarı ile bu netlik sadece onun için geçerli değil. Aynı zamanda yine Hürriyet Gazetesi’nden Ahmet Hakan, Tufan Türenç, Vatan Gazetesi’nden Fatih Altaylı ve Fatih Çekirge, Vatan gazetesinden Güngör Mengü olayın bir istifayı gerektirdiğini ifade eden oldukça net yazılar yazdılar.

Ertuğrul Özkök’ün ve diğer yazarların bu konuda söz birliği etmeleri oldukça ilginç. Çünkü bu isimlerin siyasetin hangi kanalına yakın oldukları oldukça net. Ve normal bir durumda bir komplo teorisi senaryosuna sarılıp, CHP adına yaşanan bu sarsıntının etkilerini azaltmaya çalışabilirlerdi. Ama tam tersi istikamette bir politika izliyorlar.

Ancak bu noktada Zülfü Livaneli ve Ergün Babahan’ın yazıları imdadımıza yetişiyor ve gelişmelerin arkasındaki gizli aktörün CHP düşmanları değil, tam tersine CHP’nin sırtını yasladığı statükocu cephe olduğunu dile getiriyorlarlar. Çünkü açık bir şekilde, siyaset takviminde en yakında yer alan politik etkinlik, ülke genelinde yapılacak bir seçim değil aksine CHP içinde yaşanacak bir genel kurul.

Bu ülkede Baykal’ın CHP genel başkanlığından düşmesini en son isteyecek kesimin AKP olduğuna şüphe yok. Gerçi birçok CHP’li, yeni seçimin eski seçimden daha yakın olduğu her takvim dönümünden sonra olduğu gibi, CHP’nin yükselişe geçtiği rüyasını görmeye başladı bile. Ama durumun, objektif politika algısını tamamen yitiren CHP’lilerin hayal ettiği gibi olmadığı açık. CHP büyük olasılıkla hala Baykal'ın övündüğü %20'lık platoda dolaşıyor. İktidar partisinin dört bir yandan yaşanan süreci örtbas etmeye çalışmasından ve Baykal’a kol kanat sermelerinden de bunu anlamak gayet kolay.

Baykal’ın statükocu kanadın temsili üzerinden bir komploya alet olduğunu söylemek zor değil. Zaten bundan şüphelenen Baykal ekibinin ilk atağının Sarıgül’e saldırmak olması da, olaya dair bazı ipuçlarını ortaya seriyor. Ama bu durumdan Türk siyasetinin büyük yara alması ve bu gelişmelerle kirli yöntemlerin meşrulaşması son derece vahim.

Siyaset dışından beslenme alışkanlığının kaçınılmaz sonu bu olsa gerek.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..