Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '10

 
Kategori
Siyaset
 

Bayram namazına gitmek zorunlu mu?

Bayram namazına gitmek zorunlu mu?
 

Baykal geçen yıl bayram namazına torunlarıyla birlikte gitmişti.


Ülkede sürekli vıcık vıcık siyaset konuşulup siyaset yazılınca, bileşik kaplar teorisince Milliyet Blog’da da siyaset yazıları son günlerde iyice çoğaldı. İşe yarar doğru dürüst bir konuda yazı yazamaz olduk. Arada yazanlar da bu hengamede kayboldu gitti.

Halbuki belli bir kültür seviyesinin üstündeki Milliyet Blog camiasından, ülke yararına olacak düşünülmemiş fikirler, uygulanması olay yaratacak teklifler gelmesini beklerdim.

Yazıp çizdiğimiz siyaset de hani bir işe yarasa gam yemeyeceğim. Aynı konu etrafında dolap beygiri gibi dolanıp duruyoruz. Aslında sadece bir anket cevabı olarak “referandumda oyun ne olacak” sorusuna tek kelimelik vereceğimiz cevapla, sayfalar dolusu yazdığımız yazılar arasında ne nitelik farkı var, ne nicelik farkı.

Üç günlük bayram da evet-hayır tartışmaları arasında geçti. Dost meclislerinde konuşulan konular da aynı, sokaklardan taşan propoganda feryatları da…

Üstelik herkesin fikri kendine doğru geldiği için, bu yazılıp çizilenlerden dolayı oyunun rengini değiştiren de yok.

*****

Liderlerin bayram namazlarını nerede kıldıkları ne yazık ki bizde hep bir haber olmuştur. Hatta Cuma namazına gitmeleri bile her hafta bıkmadan usanmadan verilir. Bu tür rutin yapılması gereken bir ibadetin yerine getirilmesi kadar doğal ne vardır ki, medya bunu haber yapıp versin?

Rahmetli Menderes Cuma namazına gider miydi gitmez miydi, gitse bile o zamanki gazeteler bunu haber yapar mıydı bilemiyorum. (Milliyet Gazetesi arşivinde yaptığım aramada bir bilgiye ulaşamadım.) Benim hatırladığım ilk kez bu haberler Süleyman Demirel’le başladı.

27 Mayıs ihtilâli sonrasında kurulan Demokrat Parti çizgisindeki Adalet Partisi’nin genel başkanı Ragıp Gümüşpala ansızın ölüverince, partinin başına kimin geçeceği sorusu önem kazandı. En yakın aday Sadettin Bilgiç’ti. Sonra birdenbire ortaya Süleyman Demirel adında bir aday çıktı.

Kimsenin doğru dürüst bilmediği, tanımadığı Demirel için, “Menderes döneminin su müdürü” şeklinde referanslar ileri sürüldü. Yapılan barajların mühendisi olduğu bilgisi de ilâve edildi. Bu iki özellik, henüz o günlerde 40 yaşında olan genç bir mühendisin, "Adalet Partisi’nin başına geçmesine yeter mi", tartışmaları sürerken, Demirel’in mason olduğu iddiaları ortalığı karıştırdı.

Gündeme bomba gibi düşen ve zihinleri bulandıran bu iddialara karşılık, onu politikaya sürenler, masonluk iddialarını belgelerle yalanlamaktan geri durmadılar. Tabii bu belgelerin sahte olduğu söylentileri de peşinden geldi. Doğrusu eğer ortada söylendiği gibi bir tezgah varsa, Demirel’in kamuoyundan tepki almaması ve liderlik şansını kaçırmaması için, pekâlâ göstermelik sahte bir belge de düzenlenebilirdi.

İşte tam bu sırada çok daha çarpıcı bir başka eylemle karşılaştık. Demirel Cuma namazına gidiyordu ve bir Basın ordusu da sürekli onu görüntülüyordu. Yani sizin anlayacağınız, Demokrat Parti’ye oy veren milliyetçi, muhafazakâr ve dindar kitleye Demirel’i şirin göstermek için bir tezgah kurulmuştu.

(Bu arada iki küçük açıklama yapmam lazım. Birincisi, Demokrat Parti dediğim gibi, milliyetçi, muhafazakar ve dindar kitlenin oyunu alıyordu. O zamanlar ülkede iki parti var: Halk Partisi ve Demokrat Parti. Öyle şimdiki gibi, milliyetçilerin ayrı, muhafazakârların ayrı, dindarların ayrı partisi yok.

İkinci olarak bahsettiğim tezgah, Demirel’in Cuma namazlarını Basın’ın sürekli “haber” olarak vermesidir.Yoksa kimsenin namazının samimiyetini ölçmek ya da tartışmak bizim işimiz değil. En doğrusunu Allah bilir.)

O günden sonra bu Cuma namazı haberi bir daha gündemden düşmedi. Başbakanların, Özal’la birlikte de Cumhurbaşkanlarının ve hatta diğer siyasi parti liderlerinin Cuma ve bayram namazlarını nerelerde kıldıkları hep gazetelerin haber sayfalarında yer aldı.

*****

2002 seçimlerinde iktidara gelen Ak Parti’nin genel başkanı ve başbakan Recep Tayip Erdoğan herkes tarafından iyi bilindiği gibi İmam Hatip Okulu mezunudur. Herhalde Cuma namazı kılması kadar doğal bir şey de yoktur.

Bir insanın hangi görevde olursa olsun inancının gereğini yerine getirmesinden daha tabii ne olabilir? Ancak bizim ülkemizde laiklik biraz da dinsizlik olarak algılandığı için, yönetimde bulunanlar da, dinle pek alakası olmayan kişiler olduğu için, -Demirel ortaya çıkana kadar- sanki devlet yönetiminde olan kimselerin namaz kılmamaları gerekir gibi bir anlayış vardı. Daha sonra da bu anlayış, eğer bu üst görevlerdeki kişiler, Cuma ve bayram namazlarına gidiyorlarsa, bu da haber yapılır gibi garip bir geleneğe dönüştü. Baykal da dahil kimse bu geleneği bozmaya da gerek duymadı.

Demokrasi laiklik prensipleri içinde, kimsenin ibadetine karışmaz. Zaten demokrasiyi faziletli bir yönetim biçimi yapan da, inanç sahibi herkesin, tam bir güvenlik içinde serbestçe inançlarını yaşamasına imkân sağlamasıdır. Bu yüzden kimse o inanç sahibine karışamaz, engel olamaz, küçümseyemez, alay edemez, tam tersine herkese eşit mesafede durulur.

Din, dil, ırk, mezhep, inanç, felsefi ve siyasi görüşünden dolayı kimsenin kınanmadığı, herkesin özgürce sahip olduğu kendi kişiliğini, korkmadan, çekinmeden dürüstçe ortaya koyduğu bir yönetim biçimi değil mi demokrasi?

Sayın başbakan aldığı dini kültür gereği, inançlarını düşüncelerini, yapmak istediklerini açık açık söylüyor. Söylemekle de kalmıyor fiili olarak gereği neyse yerine getiriyor. Ancak bugün başbakan hakkında söylenen en önemli sanal iddia “niyetinin ne olduğunun bilinmemesi”dir.

Nedense hep “takıyye” yapmakla suçlanan, her hareketinde, söyleminde ve yaptıklarında art niyet aranan bir başbakanımız var. Referandum için söyledikleri bile, “siz onun öyle söylediğine bakmayın, niyeti kötü” diye eleştiriliyor.

Başbakanın zihnindeki niyetleri okuyanlar, diğer liderlerin niyetlerini de çok iyi biliyorlar: "Çünkü onlar samimi…"

*****

Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi veya dikkatinizden kaçtı mı, gazetelerdeki bir habere göre, uzun bir süreden beri rutin hale gelen liderlerin bayram namazlarına gitmesi geleneğini sayın Kılıçdaroğlu bozmuş.

Teke Tek programına çıkan Kılıçdaroğlu’na, izleyicilerden biri “bayram namazına niye gitmediğini sorunca, Fatih Altaylı kızmış, köpürmüş, böyle soru mu olur, bayram namazına ben de gitmedim, mecbur muyum gitmeye filan diye tatava yapmış. Kılıçdaroğlu da sessizce işin içinden sıyrılmış.

Oysa sorunun muhatabı sayın Kılıçdaroğlu’dur, cevabı da onun vermesi lazımdır.

Elbette kimse namaza gitmek mecburiyetinde değil. Ama ülke yönetimine talip olan bir liderin her türlü düşüncesini bilmek de vatandaşın hakkı değil mi? Bunda kızacak ne var? Sayın Kılıçdaroğlu, ben şu sebeple bayrama namazına gitmedim diyemez miydi?

Kılıçdaroğlu’nun hem Kürt hem Alevi olduğu en baştan beri yazıldı, çizildi, söylendi. Yani kendisi dışında bunu herkes biliyor. Belki bazıları bunu onu küçük düşürmek için gündeme getirmiş olabilir. Ancak pek çok Kürt ve Alevi de onunla övünerek, sorunları çözmede kendisinin bu özelliklerinin işe yarayacağını düşündü. Oysa Kılıçdaroğlu, gönül rahatlığıyla kendi kişiliğinin özelliklerini bir türlü söyleyemedi. Ülkeyi yönetmeye talip bir siyasi parti başkanının bir başbakan adayının kendi içinde bu kadar çelişkiler yaşamasını, en azından rahat bir siyaset üretemeyeceği gerekçesiyle ben doğru bulmuyorum.

Kaldı ki, bu “takıyye” kelimesiyle bile ifade edilemeyecek kadar bir "arka niyet" barındırma anlamına gelmez mi?

Sayın Kılıçdaroğlu’nun samimiyetinden emin olanlar, bu tavrı karşısında hiç seslerini bile çıkarmadılar. İşte zaten bu çifte standart anlayışıdır ki, 82 Anayasası’na hayır diyenlere, yarınki referandumda “82 Anayasasının değiştirilmesine de hayır”.dedirtebiliyor.

Öyle anlaşılıyor ki bizim gerçek demokrat olmamız için daha çok fırın ekmek yemeye ihtiyacımız var.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..