Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '07

 
Kategori
Bayramlar
 

Bayram sefası!

Bayram sefası!
 

Bu bayram niyeti bozdum çocuklara hazırlanın sizi gezmeğe götürüyorum dedim.
Nereye? Diye sordular. Abe teee Lüleburgazcığa dedim. Bilirler orada akrabalarımız vardır.
Sabah bayram namazını kıldıktan sonra kahvaltı filan yaptık ve evcek bayramlaştık.

Bayramdan birkaç gün önce bir arkadaşım bana kardeşinin ne politikacı bir adam olduğunu söylemişti! Kendi istediği bir şeyi yapmak için evvela diğerlerinin istediklerini yaparak kendi önünü nasıl açtığından filan bahsetmişti.

Bende pekâlâ bu taktiği uygulayabilirdim. Çocukları istediği yerlere götürür gezdirir sonra kendime sıra geldiğinde onların da bana diyecek bir şeyleri olmazdı-:)) Nasıl taktik ama?

Bayramın birinci günü akşamüzeri saat 17–30 gibi sıkışık trafikte yola çıktık saat 20–00 gibi
Lüleburgaz’daydık. “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer” atasözüne inat! Ben buradaki akrabalarımın birkaç gündür bizi ısrar ile çağırmalarını da fırsat bilerek kendilerine şart koşmuştum. “gelirim ama menü de lüfer ızgara varsa” ayıptır söylemesi bizim akraba da balıkçıdır ve balık tezgâhında lüfer veya palamudun kafasını kestirip atanları hiç sevmez bu balığa hakarettir der.

Saat 20–00 gibi orada olacağımızı söylemiş 20–05 te orada olmuştuk. Hemen hoş beş bayramlaşma olayını bitirip lüfer çupra olayına girmiştik.

Genellikle yazları iğneada da tatilimizi denk düşürmeye çalışırdık ama bu yaz biz tatil yapamadık dolayısı ile uzun uzun muhabbet ederek sabah 04–00 gibi yattık.
Sabah 10–00 gibi kalktık kahvaltıdan sonra saat 12–00 gibi akrabaların şaşkın bakışları arasında vedalaştık ve yola çıktık.

Şimdi çocukları Ahmetbey’deki meşhur “bahar“ köftecisine götürecektim yolda asker arkadaşıma uğrayıp bayramlaştık (sakız köy) bir kahve içimi kadar durduk.
Ahmetbey’e geldiğimizde meşhur köftecinin içi tıklım tıklım olduğu kadar dışarıda da aynı kalabalık, pide kuyruğunda bekler gibi bekliyordu. Anladım bize bu köfteciden hayır yok.

Mutlaka bu köfteyi burada yememiz lazım programda bu var.
Ağır ağır arabam ile çarşı meydanına indim. Baktım çarşıda kendi kendini meşhur etmiş meşhur meydan köftecisi var.

“Selamünaleyküm” diyerek daldım içeri, “aleykümselâm” dediler.

“Usta at oradan bana yarım kilo meşhur köftenden” dedim. “Hemen ağabey” dediler ve beklemeye koyuldum. Sıkıntıdan bir o yanın bir bu yanın resimlerini çekmeye başladım, tabi hemen kapı önünde.

Sonra içeri daldım gaza geldiğim için izin filan almadan ustanın resmini çektim. Sonra “köftelerini beğenirsem senin hakkında yazacağım” dedim. Efendim bunu söylediğime de pişman oldum! Bir itibar bir itibar ekstralara para bile almadılar. Yurdum insanı çok duyarlı beyav.

Yol kenarında bir ağaç altında arabanın bagajı üzerinde köfteleri yedik doğayı ve havayı köfteler ile birlikte içimize sindirip hareket ettik. ( çöplerimizi bagaja poşete koyduk yemin ederim!)

Cebimden haritayı çıkarttım şimdiki konaklayacağımız yer “Akpınar”.

Burada çok sevdiğim köylü bir dostum, ağabeyim var. Kendisi her zaman bize neden gelmiyorsunuz diye sitem ederdi ve ben bu bayram onu programıma ilave ettim.
Fakat kendisi bu gece çalışıyordu yenge ile telefonda görüşmüş sağ olsun kendisi bizden devamlı nerde olduğumuz hakkında bilgi alıyordu.

Haritadan baktığımda asıl gitmek görmek istediğim yere halen gidip görmek için vaktimizin var olduğunu gördüm yani karanlık olmadan.
Vizeden, Kıyıköy yoluna girdik. Akpınar’ın sırtından Balkaya ya geçtik. Oradan Aksicime geldik. Bir yurdum insanından barajın yerini ve istikametini sorduk.

Gözlerimize anlamlı bir bakış atarak “balık için geldiyseniz baraj mafiş”! Ne demek şimdi bu? “Baraj kurudu” dedi. “Yalnız sol tarafta birazcık su var yinede siz bilirsiniz” dedi. “Hadi canım sende” diyorum içimden. Öyle olsa Ali gülcü gelmek ister mi buraya?

Bol bol alabalık çiftliklerinin yanından geçerek sonunda internette gördüğüm o derya ile yüz yüze geldim!
Arizona çölleri gibi kurumuş bir yer ile karşılaştık. Şok olmuştum koskoca baraj küçücük bir dere ve hatta gölet olmuş, üç beş balıkçı sıkışan veya sağ kalan balıkları yakalamaya çalışıyor.

Yurdum insanının söylediklerine inanmadığım için kendimden utandım. Ağlamak istiyordum bütün programım alt üst oldu? Birden gök yerimi aldı! Çatır çatır sesleri ve düşen aykırı şimşekler karşısında altı yüz binde bir ihtimali düşünmeden edemiyorum!

Çocuklar arabada “korkuyoruz baba” demeye başladı ben de, “BENDE KORKUYORUM ÇOCUKLAR ” Diye haykırdım herkes sustu!
Hep birlikte korka korka karanlıkta ve bardaktan boşanırcasına akan yağmurun altında ilerliyorduk. Bir ara yağmur durur gibi oldu tam bu sırada “Dağ motel 2 km” yazan tabelayı gördük sığınmak için oraya gitmeye karar verdik.

Yağmur suyunun araba izlerinde oluşturduğu sel suyunda bayır aşağı ilerliyoruz. Yol gittikçe kötüleşiyor bu yola girdiğime hemencek pişman oluyorum! Allahtan arabanın bakımını gelirken yaptırmıştım cep telefonlarının çektiğini görmek ayrıca beni rahatlatmıştı. Nihayet Dağ motele geliyoruz o kadar yağmur yağıyor ki araçtan aşağı inemiyoruz. Bu arada;

Telefon çalıyor ve yenge bizi arıyor “nerdesiniz” diyor. Kendisine Aksicimde olduğumuzu söylediğimizde şaşırıyor. Hiç arabadan inmeden yola tekrar gerisin geri devam ediyoruz hava sıcaklığı düşmüş benim hatun bagajdan hırkasının üstüne iş elbiselerimden giymişti-:))

Akşam ezanı ile birlikte Akpınar’a geliyoruz. Allahtan yenge sobayı kurmuş içersi sıcacık, akşam yemeği ardından çay, sıcak bir sohbet ile geceyi tamamlıyoruz. Dün gece sabahladığımız için bu gece erkenden 24–00 gibi yatıyoruz.

Sabah kalktığımda Saim ağabeyim işten gelmiş gazeteleri okuyordu hoş beş yaptık birlikte kahvaltı yaptık yine saat 12–00 gibi tüm kalın ısrarlarına rağmen yeniden yola çıktık. Bu kez güzergâhımızı Kömürköy üzerinden Kıyıköy ve Kastro olarak belirlemiştik.

Yarım saat sonra Kıyıköy’e geldik tarihi giriş kapısının resmini çekerek surlardan içeri girdik niyetim buradan çocuklara Karadeniz’i seyrettirmekti! Bu fırtınada sahilde durup karadenizi seyretmek için mangal gibi yürek lazım. Karayel kasıp kavuruyor ortalığı, erkekliğe mok sürmemek için! Arabadan inip yusuf yusuf yaparak bir iki kare resim çektim.

Arabaya bindiğimde “bu Kıyıköy’de yaşayanlar ölümden ve cehennemden asla korkmazlar burası cehennemden farksız” dediğimde eşim de bana hak verdi. Gerçekten karayelde Kıyıköy’ün uç kısmında yaşamak için cesaret lazım rüzgârın hemen seni alıp azgın dalgaların arasına katacağını sanıyorsun!

Tarihi birkaç ahşap evin resmini çektim yine giriş kapısını bu kez iç taraftan çekerek, Kıyıköy’ü terk ettik yaklaşık bir kilometre sonra deniz seviyesine indiğimizde o korkunç fırtına yoktu ve harika bir dere kenarındaydım.

Kaldığımız evde yenge bize bahçeden çapa ile kazarak solucan çıkarmıştı o solucanları kullanmak için buradan daha güzel bir yer bulabileceğimize inanmıyordum.

Hemen dere kenarına arabamı çektim bir iki derken dört kamış yemleyip oğlum gökmen ile birlikte oltalar ile cebelleşmeye başladık. Bu gezinin asıl amacı zaten balık tutmaktı!

İlk defa uzun zamandır kurumamış bir dere gördüm ve hatta içinde ben diyeyim kol siz deyin bacak büyüklüğünde atlayan veya atlamaya çalışan balıklar gördüm. Yaklaşık üç veya dört saat kaldık yakaladığımız dört tane serçe parmağı kadar kaya balığı!

Kendimden şüphe duymaya başladım. Ben nasıl bu kadar beceriksiz olurum diye. Bu balıklar hepsi sözleş mi yahu Gökmenin, tuttuğu bir kaya balığına sevindiği kadar bir kere sevinebilseydim ne olurdu?

Zaten yakaladığım balıkları salacaktım tatlı su balığını oldum olası sevmem. Bir yandan ıslandığımıza, üşüdüğümüze mi yanalım? Diğer yandan boş yere katlettiğimiz solucanlara mı? Araba içinden taze kana ihtiyaç var dedik; ama onlar da bu derdimize çare olamadılar!

Pılı pırtıyı toplayıp kastro ya gitmeye hiç olmazsa bir saat orada levreğe olta atmaya karar verdim. Bir süre gittikten sonra Kastro yoluna saptım aman Allah’ım bu ne? Sanki tarladayım yolda binlerce çukur, çukur arasında yürümeye yol yok! Yani yedi kilometre gitsem arabam sekiz parçaya bölünecek. Nereden dönersen kâr’dır hesabı dönmeye karar verdim. Tam bu arada yabani muşmula ağaçlarını gördüm üzeri pıtırak gibi.

Bir poşet topladıktan sonra dönüşlerde akşam yemeğini yediğimiz Lezzet lahmacuncusuna Saray’a uğradık. Her zaman ki gibi lahmacunları yerken resim çekildik! (Alışkanlık tabi)

Sonra ver elini Sefaköy ama ne sefa? O çok beklediğimiz sağanak gök gürültülü yağmur da, kanalizasyon geri tepmiş banyo ve tuvalette sular 30 santim yükselmiş esas balıklar burada!

Seç seç yakala tabi işin yoksa? Bu bayramı da bu vesile ile dolu dolu yaşadık ben de iyi bir politika ile önümü açmıştım ama balıklar kalleşlik yaptı beya.

Sevgili dostlar hepinizin geçmiş bayramını kutlar sağlık ve esenlikler dilerim.

Not: yazı hatalarım için özür dilerim saat kaç farkındasınız sanırım -:))

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..