Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '11

 
Kategori
Blog
 

Bayram vesilesiyle...

Bayram vesilesiyle...
 

Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz…

Ne güzel bir söylemdir… Doğru mudur? Doğruluk payı vardır, evet.

Ve yine deriz ki:
“Şimdi söz değil, iş üretmek zamanıdır.”

Ya da benim “Lafa karnımız tok” başlıklı yazımda da dediğim gibi,
“Laf üretmeyin doğru iş üretin...”

Evet, sadece iş de değil “doğru iş” üretmek gerekmektedir.

Peki laf, söz… nedir?
Anlatmak, anlatılanları dinlemek, anlatılanlardan da bir şeyler öğrenmek, bir şeylerin yanlış olduğunu, niye yanlış olduğunu, doğrusunun ne olduğunu, niye onun doğru olduğunu, yanlışa tepkilerimizi, itirazlarımızı, bir şeylere eleştirilerimizi, hep yine sözle, lafla dile getirmek, söyleyerek bilinir hale getirmek zorunda da değil miyizdir?

Ve şu an benim yapmakta olduğum şu yazıyı yazmam da, sizlerin de yine şu anda ve her an birileriyle bir şeyleri konuşuyor oluşunuz da yine sözlerledir, kelimeler iledir, laf iledir, dil iledir.

Demek ki laf, söz, konuşmak, anlatmak, söylemek de esasen bir “iş”tir. Dilin ürettiği bir iştir.

Ön planda insan dilinin ürettiği bir iş gibi görünüyorsa da, esasen her bir bireyin tümüyle kendi varlığının, ruhunun, duygularının, düşüncelerinin, yaşamışlıklarının ve yaşanmışlıklarla kendinde oluşturduğu veya oluşan birikiminin, sevgisinin, bilgisinin ürettiği bir iştir.

Daha da ötesi, sadece bunların değil, bunların “niteliğinin” ve “düzeyinin” ve de “niceliğinin” de ürettiği bir iştir.
Söylenenin doğru veya yanlış oluşu mesela… ya da gerçek veya yalan oluşu, doğal veya sahte oluşu,  iyi veya kötü oluşu, güzel veya çirkin oluşu gibi…

Veya az ya da çok bir bilginin-birikimin mi, doğru veya yanlış bir bilginin-birikimin mi, “doğru veya yanlış bilgilerin, duyguların, algıların, düşüncelerin” ürünü mü, yoksa zaten düşüncesizliğin, duygusuzluğun, bilgisizliğin, niteliksizliğin, kişinin bizzat kendi varlığının azlığının, eksikliğinin, yokluğunun bir ürünü mü?.. gibi.

Bunu daha da detaylandırmak mümkün, söylenenler, bilginin ve birikimin “tamamı mı, yoksa bir kısmı mı” gibi mesela… veya söylenenlerin “azı mı, çoğu mu” ya da “azlığı mı çokluğu mu” doğrudur acaba gibi mesela…

Derin bir mevzudur. Ancak bu kadarı yeterlidir zaten asıl hükme ulaşmak için.
Demek ki, söylenenlerin, konuşulanların, lafın da niteliği, düzeyi ve de niceliği doğruysa, denilenler gerçekse ancak üretilen laf da doğru bir iş olmaktadır.

Demek ki bundan gayrısı laf-ı güzaf kalmakta ve bundan gayrısında ancak lafla peynir gemisi yürümemektedir.

Ve yine demek ki, her üretilen laf esasen zaten onu üreten kişinin niteliği, düzeyi ve kendi varlığının “niteliğinin düzeyinin” niceliği ile de doğru orantılıdır.

Neden yazdım şimdi böyle bir yazıyı ve hem de blog kategorisine..?
Malum her birimiz, yazdığımız yazılarla, bizler de laf üretiyoruz.
Ve insanız, aynı zamanda hem yazan, hem konuşan, hem de denilenleri duyan, yazılanları okuyan da insanlarız.

Ve insan, doğruyla yanlışın ayrımında, gerçek ile sahtenin ayrımında gerçekten çok zorlanan bir varlıktır. Bunca "çeşitlilik" arasında hangi denilen, hangi yazılan doğrudur, gerçektir, “doğru bir iştir”, hangisi değildir?
Hangisi makbuldür, iyidir, insana bir katkıdır, değerlidir, insana bir faydadır; hangisi değersizdir, zarardır, zararlıdır?

Denilenler, söylenenler, yazılanlar… “yazdıklarımız” insanları doğruya-gerçeğe-iyiye mi yönlendirmektedir, yoksa yanlışa mı yönlendirmektedir?

Kim doğru iş üretmekte, kim yanlış iş üretmektedir?

Zira her denilen laf, her üretilen söz-söylem, her yazılan yazı insanda, dolayısıyla da toplumda ayrıca bir “etki” de üretir.
Bu etki, doğru-gerçek-iyi-yararlı bir etki mi olacaktır, olmalıdır; yanlış-sahte-kötü-zararlı bir etki mi olacaktır, olmalıdır?

Tabii ki, doğru-gerçek-iyi-yararlı bir etki olmalıdır.
Ve yine tabii ki, gerçekten doğru-iyi-nitelikli ve de yine doğru bilgilenim ve doğru yaşamış ve yaşanmışlıklarla beslenebilmiş, dolu dolu birikimli insanların ürettikleri söylemler ve yazdıkları yazılar, aynı paralelde doğru-iyi-gerçek ve nitelikli olacak ve yine doğru-gerçek-iyi ve yararlı etkiler üretecektir, üretmelidir. Kural budur. Ve bu kuralı zaten yine tüm insanlar ve her birimiz de zaten bilmekteyizdir. Yani en azından bu “doğru”yu, bunun doğru olduğunu bilmekteyizdir.

Ancak işte,  bu etkilenim, okuyucunun veya dinleyicinin niteliği-düzeyi-niceliği ile de bağlantılıdır, bağımlıdır.

Üstelik insan, doğru ile yanlış arasında ayrım yaparken, zaten söyleyenin/yazanın kimliğini, asıl amacını, niyetini, niteliğini “gerçekte” bilmek ile bilmemek arasında bir yerlerde bulunduğu için, bu etkiyi her zaman ve her koşulda  doğru veya olması gerektiği gibi alamayan da bir varlıktır.

Dolayısıyla zorlanır insan daima, neye, kime inanacaktır… ne doğrudur, ne yanlış; hangisi gerçektir, hangisi yalan veya uydurma, kandırma… ya da hangisi doğaldır, hakça olandır, var olandır, hangisi sahte, haksız veya olmayan?

Ve bazı insanlar da insanın bu gerçeğini, bu durumunu, bu gerçeği ve bir anlamda da bu zaafiyeti pek güzel de kullanabilirler, hatta kullanırlar. Bunun tüm örneklerini pek çok bazı kitaplarda, köşe yazılarında ve tabii ki burada yazılan yazılarda da görmekteyiz.

İnsan olarak hepimiz de bunun böyle olduğunu, bu durumu, bu gerçekliği de biliriz üstelik. Hatta bunu bildiğimiz için zaten, aynı zamanda bu nedenle de ayrıca karar vermekte zorlanır, etki almamaya veya yanlış etki almamaya da çalışırız.

Ancak buna rağmen etki alanlarımız da çıkar; yalana-sahteye-hak etmeyene inananı da çıkar, inanmayanı da.

Kararsızlar veya bilemeyenler ya da “aman bana ne”ciler ise tepkisiz kalır… yani etkisiz!
Ve muhteşem bir kalabalıktır bu etkisizler.

O yüzden de, bu zaafiyeti kullanma niteliksizliğindeki bazı kişiler, bu niteliksizliklerini canları istediğinde ortaya koymakta bir sakınca, çekince de görmezler. Ürettikleri yanlış işleri şu veya bu şekilde sürdürürler.

İşte toplumda, yani bu ortamda da, insanın-insanların topluca bulundukları her yerde, nice bazı huzursuzluklar, şikayetler, oluşan haksızlıklar, yaşanan sorunlar, kaynağını hep insanın bu durumundan alır. Doğru iş ürettikleri halde insanların hakettiğince-gerektiğince ve etkili destek bulamaması, ancak buna rağmen yanlış iş ürettikleri halde bunların da akıl almayacak bir şekilde icabında destek de bulabilmesi sırf bu nedenledir.

Bazı yazarlarımızın, bazı kötü veya boş yazıları eleştirmeleri, yanlış bulmaları, bazılarının ise bunları dahi ve/ya doğru yazıları dahi eleştirmeye kalkmaları sırf bu yüzdendir. E böyle olunca da haliyle sorunlar ve tartışmalar tükenmeyecektir de, çözümlenemeyecektir de. Ve hep aynı şeyler kendini sürekli tekrar eder bir durumda seyeredecektir haliyle.

Zira çözüm, sorunun kaynaklandığı, sebebinin bulunduğu yerdedir yine zaten ve daima.
Çözüm, etki almamakta değil, aksine etki ve tepki göstermektedir.
Doğruyu yanlışla karıştırmak değil, doğruyu yanlıştan ayırmak, doğruyu yanlıştan üstün tutmak zorundayızdır. Yani, doğru ve yanlış noktasında kesinlikle “ayrımcılık” yapmak zorundayızdır.

Doğruyu destekleyip, iyi-nitelikli-seviyeli, gerçekten insana doğru, iyi ve gerçek şeyler söyleyeni, gerçekleri söyleyeni, insanı doğruya-faydaya-gerçeğe, iyi bir şeylere, çözüme yöneltenleri desteklemek, bundan gayrısını kesinlikle dışlamak, yanlış işleri ve yanlış amaçlı işleri kınamak, yalnız bırakmak, soyutlamak, tepki göstermek zorundayızdır… Etkisiz kalmamak zorundayızdır, etkinliğin bil fiil içinde olmak, doğru bir etki-tepki üretmek zorundayızdır.

Sadece MB’de ve şu ortamda değil, toplumumuzda, ülkemizde yaşanmakta olan tüm sorunlar için de bu durum aynen geçerlidir.

Şu içinde bulunduğumuz bayram günlerinde, bayramın da doğru işlere, doğru yazılara, doğru etkilere, doğru tepkilere vesile olması temennisiyle, hepimizin Kurban Bayramı kutlu olsun.




Filiz Alev
08.11.2011

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..