Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '09

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Bazen çat kapı anları

Kişisel yapıyla dolanıp duran, beklenilmeyen anlarda beklenilmeden ortaya çıkıveren, kişinin kendi içinde büyütüp serpiştirdiği davranışlar sık sık olmasa da, durduk yerde çat kapı uğrayıverir kişiye. Bazen sebepsiz bir coşku, bazen de sebepsiz bir karamsarlık olarak… Üstelik ne zaman uğrayacağını belirtmeksizin… Bu, o kişinin ruhsal yapısıyla da ilgilidir.

Hiçbir zaman hatırlayamayacağımız doğum ve ölüm anımızın dışında kalan yaşam süresinde, kısmen hatırladığımız anların değişken bir lezzet kıvamıdır o kısacık çat kapı anları.

Yaşamın lezzeti, bu anların dengeli kıvamına ve süresine bağlıdır.

Bilge Karasu: ‘’Ömrümüzün en güzel yılları diye bir şey yoktur gerçekte. Bir yığın küçük büyük sevinçle, bir yığın büyük küçük acının bir araya gelerek yaptığı bir birleşimle yıllar geçip bedenimizin gücü azaldıkça, zihin gücümüz genişlemiş gibi göründükçe, büyük işler yaptığımız, büyük mutluluklar yaşadığımız yanılsamasına kapılırız o anlar…’’ dese de; işte o anlar uzun veya kısa süreli de olsa kafamızda kendi geleceğimizin umursanmayan ışıkları yanar.

Yarınlarımız aklınıza bile gelmez. Bu gün, hatta o anki ruhsal yapımız yarınlarımıza da aitmiş gibi tavır alırız farkında olmadan.

Böyle zamanlarda hayat o kadar anlamsızmış gibi gelir ki; kendimizi karamsarlığa yenilmiş duygu boşluğunda buluveririz. Farkında olmadan iç dünyamızda ümitsizlik tohumları filizlenir. Kendimizi boşlukta gibi hissederiz. Yer çekimsiz bir ortamda denetimsiz ve kontrolsüz yaşıyormuş gibi. Duyusuz ve ölmeden ölmüş gibi.

Hâlbuki ne o. Ne öbürü.

Poulo Coelho, ‘’Veronika Ölmek İstiyor’’ da yaşama isteğinin bir anlık yenilgiden yaşam arzusuna dönüşünü şöyle anlatır:

‘’ Veronika ölme arzusuna devamlı yenik düşen yirmi dört yaşında güzeller güzeli genç bir kadındır. Kendini öldürmek için gizliden gizliye biriktirdiği ilaçları bir otel odasında yutup, ölümü beklemeye başladığında, otelin camından dışarıya bakar… Ve tam o anda sokaktan geçen genç bir adam ölmek üzere olduğunu bilmeden Veronika’ya el sallar. (…) Genç adam Veronika’ya gülümser, Veronika da genç adama. Gene de Veronika, son kez biri tarafından beğenilmiş olmaktan keyif duyar… (…) Ve kendisini bir akıl hastanesinde bulduğunda; hemşireler ona; bir haftadır uyuduğunu ve yakında öleceğini söylerler… (…) Veronika iki gün sonra sessiz, kıpırtısız otururken yaşadığı anın tüm tadını çıkarmak ister… Nefretin ve sevgisizliğin geride bıraktığı bütün boşlukların sevgiyle dolmasına izin vererek piyanonun başına geçer ve Ay Işığına Övgü sonatını çalmaya başlar… Ay’ın müziğini dinlediğini, onu kıskandığını düşünür… Sonra yıldızlar için bir şeyler çalar… Dimdik duran dağlar için de…’’

Geçici olan her iki duygu da belirli bir süre sonra yok olduğunda, hayatı yeniden anlama, algılama ve hayat denen arenada kendi gerçek duygularımızla tek başına kalıveririz.

Hani biraz çakırkeyifken ne yaptığını bilmeden bir havuza balıklama atlarsın ve derin olmadığını atlayınca anlarsın ya. Onun gibi bir şey işte.

Yaşamda fazla dalgalanmadan, tek düze halinde ve ara da bir kontrolü elinizde olarak gerçekleşen sapmalar ve değişen ruh yapısına kalıcı olmadan bürünmek bir eğitim sorunudur. Bu da kişinin kendi yaşamında bir denge oluşmasını sağlar. Kendi aklını doğru ve yanlışsız bir şekilde kullanmasını da…

Yani olumsuz geçici duyguların kalıcı ve kişiyi olumsuz etkileyen izlerden arınmasını sağladığı gibi…

''Hayata Yön Veren Denemelerden'' S/G

 
Toplam blog
: 31
: 544
Kayıt tarihi
: 01.05.09
 
 

29.05.1949 Uşak doğumluyum. Lise dahil eğitimimi uşakta tamamladım. Yıldız üniversitesi inşaat bölüm..