Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '13

 
Kategori
Güncel
 

BDP'li Ayna, 'Gerilla olma sırası bizdedir'

BDP'li Ayna, 'Gerilla olma sırası bizdedir'
 

(Bu görsel sanal ortamdan alıntıdır)


BDP milletvekili Emine Ayna dün ODTÜ'deki konuşmasında:

'Bugün Türkiye’de bu anlamda bir barış yoktur ve böyle bir süreç de yoktur. Türkiye’de bugün yaşanan süreç ölümlerin durması ve bununla birlikte bahsettiğimiz barış ortamının yaratılacağı mücadelenin ölümler olmadan sürdürülebilir olması sürecidir. Yani gerilla olma sırası bizdedir' açıklamasında bulunmuş. Kısaca 'Gerilla (yani terörist) olma sırası bizde' demiş.

BDP'li Emine Ayna’nın bu açıklaması benim bilgilerime göre resmen suçtur. Silahlı direnişe çağrıdır. Uygulanmakta olan yasalar yerine ‘gerilla’ (ki yandaşlarınca böyle adlandırılan silahlı kişiler, içinde bulundukları devletçe birer ‘terörist’ demektir) olmak yolu ile silaha sarılarak ‘ölümlerin durması’ için direnişe geçmek ne siyasetçinin ne de gizli ya da açık bir örgütün kalkışabileceği bir eylem biçimi olabilir. Eğer durum bu aşamaya gelmiş ise o sınırlara egemen bir ‘devlet’ yok demektir. O zaman da büyük balık küçük balığı yutar ya da herkes birbirini vurmaya başlar, demektir ki bu da ‘gözünü kan bürümüş’ sağlıklı olmayan birilerinin kişilik dışı bir saplantısından başka ne olabilir? Bu sesleniş (ya da meydan okuyuş) bir 'silahlı eylem' çağrısıdır. Kınıyorum. Savcılar nerede, diye de soruyorum.

Oysa Türkiye'de kendiliğinden ölümler değil, baştan sona; köylülerin, karakoldaki askerlerin, yolda yürüyenlerin, öğretmenlerin, çarşıda alışveriş yapanların, otobüste gidenlerin bile bile öldürülmesi gibi çirkin bir silahlı, bombalı saldırı olayı vardır. Adı belli Terör Örgütünün kitleleri ya da tek tek belirli kişileri sinsice 'arkadan vurmak' ya da 'bombalamak' türünden aşağılık silahlı saldırıları var oldu otuz yıl boyunca. Hangi amaç ile olur ise olsun o saldırılardaki canların yok edilişi bir ‘terör saldırısı’ ya da bir ‘gerilla saldırısı’ değil de nedir? Bu tür saldırılara hangi vicdan, hangi kültür, hangi uygarlık, hangi hukuk gerçekçi nitelemelerde bulunmadan ‘terör saldırısı sonucu ölümler’’ yerine sadece ‘ö l ü m’ diyebilir? Sanki on binlerce yurttaşımız ile güvenlik görevlileri bir anda yolda giderken, alış veriş yaparken, otobüste giderken, karakolda ya da hastahanede nöbette iken ölüverdi, öyle mi?

Güvenlik güçlerinin son iki yıldan bu yana etkin savunması ve takibi sonucu örgüt yenilgiye uğramak üzere iken birden bire bir 'barış yapalım' ya da 'ateşkes olsun' gibi gizli bir uzlaşmaya gidildiği anlaşılıyor.

Peki bu 'gerilla’ ya da terörist olmak isteği de nereden çıktı diye sormak hakkımız değil mi? Söz konusu süreçteki gelişmeler karşısında, ‘Türkiye’de … bir barış yoktur ve böyle bir süreç de yoktur’ diyerek ‘gerilla olma sırası bizdedir’ diyerek TBMM’ye gelirken giyindiği elbisesini çıkartarak basın yayın araçlarında sık sık gördüğümüz terörist ya da gerilla kıyafetlerinden birisini giyerek, belki de silahlı olarak terör örgütünün Dağ Kadrosuna katılacakmış. Anlaşılan o ki 'barışın yok' olduğu bu toplumda 'savaş' varmış! Elbette bu istek bir kişinin kendi özgürlük alanıdır, kendi seçimidir. Karışılamaz. Ne ki bir milletvekili Dokunulmazlığı olsa bile böyle konuştuğu zaman ne gibi anlamlara geldiğini iyi irdelemek gerekiyor. Elbette bu çıkışın muhatabı ben değilim. Ancak ilgili kişiler ya da makamlar şu ana kadar bu konuda bir şeyler söylememiş olduklarından bu sözlerin ne kadar etkileyici olduğunu vurgulamak zorunda kaldım. Bu çıkışın muhatabı olan siyasetçiler ile yargı erki umarım gerekli yollara başvuracaklardır.

Bu tür kişiler Batı'da ya da ABD'de Rusya'da olsa bu gibi sözleri söyleyebilirler mi kitleler karşısında? Bu tür çıkışlar baştan sona olası bir silahlı saldırı için kılık kıyafet değiştirmeye ve dolayısıyla silahlı şiddet eylemlerine bir çağrı değil de nedir? Görülen o ki adına 'barış süreci' denilen kısa vadeli olmaktan çok uzun vadeli olduğu anlaşılan bu girişim BDP'li Ayna için oldukça gecikmiş bulunuyor .Oysa bir türlü üzerinde anlaşmaya varılamadığı anlaşılan 'barış' için 'neden bu kadar gecikiyor' diye sorulacağına, 'gerilla olma sırası bizdedir' diye bir çıkışta bulunmak; İmralı ile Kandil kaynaklı istekler yerine getirilmez ise olası silahlı çatışmalara karşı hazırlıklı olmalıyız anlamına da gelmez mi? Bence kurulu düzene karşı silahlı eylem çağrısı yapılmaktadır. O ve onun gibi konuşmaya tevessül edebilecekler yasal yollardan susturulmalıdır. Dünyada hangi uygar ülkede böyle bir silahlı şiddet çağrısı var olabilir, inanın aklım almıyor.

Bence yakında bir sürü kendini bilmez 'Ben teröristim', 'Dağdan geldim', 'Ben terörist iken' ya da 'Ben gerilla iken', Nasıl terörist oldum' ya da 'Nasıl gerilla oldum' gibi sözler içeren konuşmalar ile canlı yayınlarda 'ayrımcılık' kapsamlı nice yalan dolan gevelenmeye başlanırsa hiç şaşmayalım. Gerekli yasal takip yapılmadığı sürece bu tür açıklamalar ve terör örgütünün yaşatılması çabaları sürecektir. Sanırım bu gibi yayınlar yolu ile terör ya da gerilla eylemleri bağışlanabilir bir 'hata', 'özür' ya da 'bir gençlik hevesi' gibi yorumlamalar ile geçiştirilmiş olacaktır. Böylece hiç bir 'kanıt' da ileri sürülemeyeceği için bu tür 'bencil' yaklaşımlar 'ayrımcılık' propagandasının yaygınlaşmasına yol açacaktır.

Eğer bu ülkede hukuk egemenliğine bağlı bir 'Hukuk Devleti' var ise bu tür beyanatlar için gerekli yasal işlemler başlatılmalıdır. Unutmayalım ki terör örgütü AİHM’e göre IRA gibi bir ‘terör örgütü’ olarak nitelenmektedir. Avrupa'da IRA bağlantılı ilk terör davası (Lawless – İrlanda Davası, 01.07.1961) ile Türkiye’deki terör örgütünün AİHM'de görüşülen ilk davası (Aksoy – Türkiye Davası, 18.12.1996) ile daha nice terör saldırılarının cezalandırılması ya da başvurularının reddedildiği bilinmektedir. AİMH Kararları arasında yer alan ‘Terör örgütünü destekleyen açıklama yapılamaz (Zana / Türkiye Davası 25 Kasım 1997) ile ‘Beyanın nasıl bir topluma yapıldığı önemlidir ( Gerger / Türkiye Davası 08 Temmuz 1999) hükümleri AİHM Kararları ve TCK kapsamında bugün de yürürlüktedir.

Ayrıca şunu da unutmayalım ki AİHM Kararları arasında hiç bir ‘Yazar kendisini terör örgütü ile özdeşleştiremez’ (Sürek / Türkiye Davası Temmuz 1999) ile yine aynı davaya dönük olarak ‘Kin ve nefret arttırmaya yönelik beyanlar yasaklanabilir’ hükmü de kişilerin yazarken ve konuşurken hangi sınırlar içerisinde bulunması gerektiğini bize açıklıyor.

ABD’nin en etkili gazetelerinden Wall Street Journal, 2005 Mayıs ayındaki bir başyazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan hakkında aldığı kararı değerlendirir. Başyazıdaki 'Abdullah Öcalan'ın adı Amerika’da pek fazla bilinmez. Ancak lideri olduğu PKK, 37 bin insanın hayatına mal olan terörist eylemlerde bulunduğu Türkiye’de Usame Bin Ladin’den daha kötü bir üne sahiptir' (Alıntı yeri: Diplomatik gözlem.com) açıklaması sanırım Türkiye'nin otuz yıldan bu yana; ani ‘ölümler’ ile mi yoksa 'bile bile' düzenlenen pek çok 'terör eylemi' ile mi çalkalanmakta olduğunu da açıklamaktadır.

Gelinen bu aşamada kin ve nefret arttırıcı ve silahlı eylemci olmaya yönelik bu tür konuşmaları kınıyorum. Ayrıca bu konularda yasal işlemlerin yapılmaması karşısında da şimdiden yazıklar olsun, diyorum. (Ankara 18.04.2013)

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..