Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '20

 
Kategori
Öykü
 

Beğendiniz

Yıldızlı bir gece değildi. Zaten gece de değildi.

 

 Saat öğleden sonra 02.12’ye tam 29 saniye vardı. Yani 14:11:31 Bundan tam tamına 5 dakika sonra öylece, durup dururken ölecekti.

Şezlongda uyuduğunu sananlar ona bakmayacaklardı bile. Yani, bakacaklardı tabi, 4 saat 14 dakika sonra viski bardağını tutan elinin sol yanına düştüğünü fark eden garson bakacaktı. İnsanlar bu devirde sahilde bile çok yoğundu!

 Ayak parmakları toptan uyuşmuştu, birazdan fark edeceği kalçası gibi. Kaşları çatık mı değil mi bilemiyordu. Çatmak istiyor muydu onu da bilemiyordu. Gerçi kaşları büyük gözlüklerinin üzerinden görünmüyordu da. “Çok da tın” dedi dışından içindeki durumuna.

 Gözlüklerin ardındaki kahve gözleriyle sahili tarayıp, insanların biçimlerini analiz ediyordu. “Uzun bacaklı, sinirli olur! Hmmm geniş kalçalı, sakin ama kincidir! Pis sakallı, maço görünümlü, kompleksli! Yayık yayık gülüyor, züppe! Ahtapot gibi sarmış kızı bu sıcakta, öyle öpülür mü canım kız, kesin yeni evli, yo yo kaybetmekten korkuyor!”

 Öyle etrafı dikizlerken, gözlükler buğulanmaya başlamış gibiydi sanki “aman noolcak, böyle daha bir polisiye hal aldı” diye geçiştirdi. Kitap bitmek üzereydi, 5 saattir burada yatıyordu, sadece 70 dakika önce güneşe göre, son bir gölge ayarlaması için yarım şekilde ayağa kalmıştı.

 Zaten tatil dediğin nedir ki dedi dışından yine? Sahilde, dalga ve kitap sesleri, mavi, sarı ve yine mavi, kusana kadar mavi! Bu kusma hissiyatı, sabahın köründe başladığı viski yüzünden olabilirdi. Emin değildi.

 Emin değilmiş gibi yapsa da aslında durum ortadaydı. Birkaç dakika sonra tekrar gelecekti bu hissiyat! Son bir iki gündür emin olmak can sıkıcı bir hal almıştı. Bırakmıştı emin olmayı. Hatta geç kaldığını anladı emin olmayı bırakmak için. Ondan bile emin olmamayı tercih etmekten tam emin değildi. Yok artık!

 Zihni akıcılığını yitireli yaklaşık 50 dakika olmuştu. Mekanizmalar yavaşlamış, motor fonksiyonlar 8 aylık bebeklik dönemine gerilemişti. Hissediyordu ama başka da bir şey hissetmiyordu. Ha bir de mabadının uyuşukluğu takılmıştı kafasına. Ayağa kalkmaya üşeniyor gibi yapsa da, kalkamayacağını kesinen biliyordu. O yüzden üşeniyor gibi yapıyordu. 8-10 dakika önce denizden çıkan mükemmel kadını aradı gözleri. Sol tarafta, şezlongda uzanıyordu. Damlalarla örtülü bacağının bir kısmını görebiliyordu. Merak etmesine karşın, açısını bile değiştiremedi devamını görebilmek için. Kadın, emin olmayı bıraktığı için kurtarmıştı kalçalarını!

 Tahminimce ölümü bu dakikalarda başlamıştı. Eğer o anlarda, ayağa kalkmayı denese ya da birileri yanına gelse, bir şey onu harekete geçirse, belki de durumu fark edilecekti. O bilindik akış devreye girecekti; ambulans, ilk yardım, hastane falan filan feşmekân.

 Sonra al başına belayı; yok efendim ailesi gelsin, yok bu ne içiyor böyle, yahu bu hiç böyle bir kadın değildi neden bu kadar içmiş? Yalnız tabi zor, artık tak etmiştir, yok canım lezbiyen değil, ben bizzat biliyorum abi (bıyık altından gülmeceler) Çok çocuk istiyordu demek tak etti. Sahilde çocukları falan da görünce, benim kızım bu kadar üzgün müydü, ben nasıl göremedim, ah kızım vah kızım falan filan fistan fıstık!

 Dediğim gibi, yıldızlı bir gece değildi, 37 derece sıcak ve damarlarında çok yüksek oranda alkol! Ve damarlarında çok yüksek oranda yalnızlık ve damarlarında çok yüksek oranda tepkisizlik ve damarlarında çok yüksek oranda yılgınlık vardı. Ve damarlarında çok yüksek oranda kurtarılamama isteği vardı.

 Yani ölmek için her şeyi hazırlamıştı.

 Serin deniz dalgaları sahile vuruyordu. Geri çekilen dalgalardan kalan kristalleri gözleriyle toplamaya başladığı anlardı ölmeye başladığı anlar. O’nu harekete geçiren bir şey olmadı, o akış gerçekleşmedi, o insanlar o yetersiz diyaloglara girmedi. Ambulans gelmedi.

 Sağ omzunun üzerinden, son 3 gündür yaptığım gibi, yine O’nu seyrediyordum. Esmerliği gençlik hüzünlerime yakındı, göbek deliğine dolan, viski bardağının ter damlacıkları, nefes alınca belinin sol yanından sıcak kuma damlıyordu. Görüyordum buharlaşan damlayı. O an, nefes alınca tekrar içine çekmişti son damlanın buharını. İçindeki yılgınlıkla karışınca, iyice kafa yapmıştı anladım.

 Onu kurtarmak hiç istemedim, hatta ölmesini istedim. Çok sıkılıyordu. Hem başladığı işi bitirmeye kararlı birine benziyordu; sistemli ve disiplinliydi. Güzelliğini hiç gölgelemeden nefret edebiliyordu severek yaptığını sandığınız her şeyden. Böylesine yoğunluk, doğada ancak, cıvada ya da yerin merkezinde vardır. Neden ölmesine engel olacaktım ki?

 Neyse geçelim bunları, bunlar bana ait tespitler, size söylememem gerekirdi.

 Yürüyüşü her ne kadar lunaparkı anımsatsa da, onu kurtarmamaya dün sabah karar verdim. Yapmadığı bir hata yüzünden. Evet, bende biliyorum anlam düşüklüğü olduğunu, anlamlı kılabileceğim bir cümle yok maalesef bu durum tanımlaması için.

 Ölümü o kadar yaşıyordu ki; ölmemesi gerekmiyordu!

 Saat 14:16:00,  31 saniyesi kaldı.

 Neden mi? Fikrim yok! Belki de sadece istediği için ölebilir ya da insan istemediği için ölmemeli midir? “Bunlar beni aşar, ben sürece bakarım…” Uzun boylu, çilli ve yeşil gözlü bir operasyon memuru olsaydım beni aşabilirdi belki. Yok ya, kesin aşardı. Belki ne!

 17 saniye, yaşamak için yeterli bence; baksanıza ki bakamazsınız, denizden, maviden, aşktan, viskiden nasıl da zevk alabiliyor ölmesine saniyeler kalmış olsa da.Teni nemli ve teni kuru ve dudakları yarı açık ama dişleri sımsıkı kapalı ve gülüşünün ucundaki korkunç girdaplar ne de büyük!   Gözlerini açamadığını fark ediyor, başı ilk defa bu kadar ağır, çok ama çok ağır, bir kusma hissi, kusamıyor ama öyle sanışı onu ölümden uzaklaştıramıyor. Yok, yaşamı gözünün önünden bir film şeridi gibi geçmiyor. O denilen daha çok öldükten sonraki bir iki dakikadaki beyin faaliyetlerinde olan şeyler.

 8 saniye, yaşamak için çok mu? Değil bence de.Bir düşünsenize, sizi sevdiklerinizin geleceğini göstermek için, 8 saniyeliğine canlandırsalar; işte bu hem çok hem de az gelir. Mi?

 Kaldı 3 saniye!

 Hani tavus kuşlarının erkekleri, açtıkları görkemli renkli kuyruklarını yavaşça indirirler ya! İşte teni, rengini öylece bırakmaya, kasları öylesine ağar ağar gevşemeye başladı. Tüyleri ürperiyordu nedendir bilmem. Göz kapakları açık ama gözleri alnına devrilmişti. Siz göremezsiniz boşuna bakmayın. Gözlükleri var gözlerinde. Güneş gözlükleri. Zaten bakmayın da, bırakın olduğu gibi kalsın olan her şey aklımda.

 Tükendi zaman.

 Saat öğleden sonra 02.17’ye tam 29 saniye var.

 Yıldızlı bir gece değil. Zaten gece değil. Gecenin yıldızlı olmasıyla ilgilenmiyor şu an.

 Aşırı alkol ve sıcak sebebiyle oluşan yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması.

 Beğendiniz mi yaptığınızı?

 17.07.2018

 
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

78 İstanbul. 2000 İÜ Felsefe. Sigortacılık. ..