Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '11

 
Kategori
Güncel
 

Beklenen yolcu

Beklenen yolcu
 

Kirpiklerinde tomurcuklanan gözyaşlarına, gecenin kristalleşen çiğleri düşüyor; soğuk nefesli rüzgar, uzakta ötüşen baykuşların seslerini kulaklarına üflüyordu. Ağlamaklı bulutlar, sıklıkla ışıldayan gökyüzü, kulakları sağır eden şimşekler; hüzünlü üç yolcuyu buhran dehlizlerine sürüklüyor çaresizlik içinde yapışkan, ıslak gecenin nihayete ermesini bekliyorlardı. Vatan toprağına sürülmüş günahkar kanları yıkar gibi rahmet düşmeye başladı aceleyle... Yılgın bir rüzgar esti, savurdu, hazan mevsiminin kavruk, inatçı yapraklarını yüzlerine doğru... Uzaktan puslu ışıklar oynaştı elemli gözlerde. Kasaba uykuya dalmış, kederli, gönül yorgunu  insanların üzerine sükunet yorganı örtülmüştü. Bacalarından tüten dumanların kimi doğru, kimi eğri bir taraflara yalpalıyor; zorla ısıtılmış nice evlerde çile küpleri gözyaşlarıyla doldurulmaya çalışılıyordu.

Küçücük yaşında babasızlık hırkasını giymiş; ruhu, bedeni örselenmiş, inadına göğsü merhamet dolu genç binicisinin sevecen sıcaklığını sırtlarında, yelelerinde duyumsamış atlar onun soğuk bedenini karşılamaya geldiklerin hissetmiş olacaklar ki bu ayaza kesmiş, nemli, kasvetli, ortamda kişnediler acıyla uzun...uzun...Sahibinin eğreti bir yumuşaklıkla ıslak bedenlerini okşayıp, yelelerini sıvazlaması, üzerlerine yere düşen çullarıörtmesi bile fayda etmedi. Kara iri gözlerindeki sıcacık insani damlalar süzüldü, gecenin bağrında inci gibi parıldayarak yağmurla karışık, soğuktan katılaşmış iri cüsselerine...

Kurşun gibi ağırlaşmış yürekleriyle, ayakta durmakta zorlanan yorgun, vaktinden önce yaşlanmış bedenler; sessiz ve düşünceli adımlarla hayalet gibi süzüldüler loş ışıklı, gürültülü bekleme salonuna... Kesif bir tütün sisine, insan nefesi, teri karışmış, genizlerinde paslı tenekeden içilen su acılığıbırakmıştı. Uykuya alevlenen sekiz, on yolcu balyalarının, çuvallarının üzerine tünemiş, bıkkın nazarlarla yanındakilerle zoraki ahbaplık ediyorlardı. Bomboş bakışlarla selamladılar yolcuları bir köşeye çömelip, sırtlarını dayadılar mezar taşı soğukluğunda ki duvara. Arada bir yağlıklarını çıkarıp sildiler gözlerinde çağlayan tomurları gizlice...

Taze gelin ince, tiz bir ses duyup sarsıldı oturduğu yerde, bebesinin yüksek perdeden feryadını hemen susturdu; sıcacık, taptaze, değerli özünü dayadı iki dudağının arasına...

Yaşlı adamın kireç gibi ağarmış yüzü acıyla gerildi. Pehlivan babasının adını verdikleri en has torununun sülük gibi anasının sıcaklığına, memesine sokulduğunu anımsadı. Memet'inin sarı ela gözlerinde, genç yaşında yitirdiği oğlunun hasretliğini gideriyor, sevgi denizinde ölçeksiz kulaçlar atıyordu. Hızla büyüyüp sepilen Memet'inin yaşıtlarıyla güreşe tutuştuğunu, sırtlarını hızla yere vuruşunu yeniçerinin piposundan körük gibi çıkan dumanların gölgesinde zevklenerek izliyordu.

Tarla anı yüzünden, husumet güttükleri köylüsüyle aralarındaki kavga istenmeyen mecralara girmiş, dağ gibi babasını kahpe kurşunlarla yitirmişti Memet...Oyun çağında kendinden beş yaş büyük ağabeyiyle evin babası oluvermişlerdi. Tarla tapan, mal maşat, bağ bostan, üzerlerine yıkılmış emeklemeden koşmaya başlamışlardı. İçlerindeki öfkeyi dizginlemişler, babasızlığın hesabını sormayı Mahkeme- i Kübra'ya bırakmışlardı.

Yokluğun, yoksulluğun,çetin iklimin hükümran olduğu bu dağ köyünde iki kuzulu ananın hayatı, güçlüklerine rağmen kör topal gidiyordu. Memet cebinde kutsal bir emanet gibi muhafaza ettiği dağ çileği oyalı mendili derin iç çekişleriyle kokluyor, keklik sekişli Zeliha'sının gözlerinden içtiği aşk şarabının avareliğiyle yanık nağmeler okuyordu, atının üzerinde rüzgar gibi geçtiği tezek kokulu köy yollarında...

Daha dün değil miydi ? ...Memet'inin kınasının yakıldığı, davul zurnanın kıvrak titreşimleriyle halay çekildiği, hasret türküsü gibi kulaklara nakşolan kara trenin, kızgın boğaya benzer burnundan soluyarak kasaba istasyonuna gelişi...Gözyaşlarıyla, gururun kucaklaşıp al bayrağın o ; serinlik, güvenlik, yücelik veren gölgesinde Memet'in peygamber ocağına uğurlanışı...

Şafağın birer birer sayılarak, Zeliha'sına, sılasına kavuşmasına az kalmışken; bin yıllık kardeşliğin kederde, kıvançta bir ve birlik oluşun, aynı saflarda yan yana duruşun, mozaik olmuş kültürlerin, etin tırnaktan, canın tenden zorla koparılması gibi parçalanışı, türkülerinin koro halinde söylendiği bu cennet vatanımın, destanlar yazmış doğu ve güneydoğu illerinde, dış mihraklar tarafından  kaşıya kaşıya cerahatli yara gibi azdırılıp, iltihaplanması sonucu; olmayacak hayallerle kandırılıp bilinçleri yönlendirilmiş, uyuşturulmuş, ötekileştirilmişevlatlarının kardeşlerine ihanet kurşunları yağdırılması,kalleşçe pusu kurup katletmesi... Bir türlü nihayete erdirilemeyen asimetrik vur-kaç yöntemiyle vücut bulan düşük yoğunluklu savaş?...Gözü yaşlı analar ve civan yiğitlerin, gerdeğe giremeden şehitlik gömleğiyle kara toprağın bağrına girmesi...

Karanlıkları yırtan, düşle gerçek arasında ki bocalayışı, geçmişle, gelecek arasında ki kavgayı şimdilik bastıran, seher yıldızının şavkında al bayrağımı alnının ortasında, yele karşı nazlı nazlı dalgalandıran kızgın kara boğa öfkeyle homurdanarak kasaba istasyonuna girdi...

Uyku semesinin verdiği uyuşukluğu, sukute  ermiş soğuk havanın yüzlerine vurduğu fiskelerle atan üç yaşlı adam askeri zabitan ve erlerin kendilerine teslim ettikleri emanetlerini, bin bir özen ve acı gururla at arabasına yerleştirdiler...Al bayraklı tabutunun üzerine damatlık atlas yorganını itinayla serip üç saatlik dağ yoluna saptılar...

 

 

 

 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..