Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '13

 
Kategori
Deneme
 

Bekleyiş

Bekleyiş
 

İnsan sevgidir.


Bazen o kadar işimizin arasında yapacağımız tek bir iş vardır: O da beklemektir. Olacak mı olmayacak mı; gelecek mi gelmeyecek mi; soruları karşılığını bulana kadar elden gelen hiçbir şey yoktur. Ne kadar çetin bir iştir, beklemek…  Necip Fazıl, bu çetin süreci, “Ne hasta bekler sabahı/ Ne taze ölüyü mezar/ Ne de şeytan bir günahı/ Seni beklediğim kadar” diyerek anlatmaya çalışmıştır. 

Bekleyiş için özel alanlar bile oluşturulmuş. Bekleme salonları adı verilen mekânlar vardır. Zaman, işte o mekânlarda nedense bir türlü akıp geçmez. Oysa nice mekânlar vardır ki oralarda zaman su gibi akar, geçer. Bekleme salonuna kimse adım atmak istemez, çünkü herkes beklemekten nefret eder. Ama bir gerçek var: Ne kadar nefret etsek de hep bir şeyleri beklemek zorundayız. İstesek de istemesek de yolumuz bekleme salonlarına düşüyor. Aslında bu dünyanın kendisi de kocaman bir bekleme salonu değil mi? Bana öyle geliyor ki sorun bekleme salonu denilen mekânlarda değil; sorun zaman algısında.  Şayet zamanı algılamayı öğrenmeseydik, bekleme salonlarında geçirdiğimiz anlar bizim için dert olmayacaktı.

Bekleyiş, tek başına bir kavram değildir. Bekleyiş demek, aynı zamanda belirsizlik demektir. Belirsizlik, şüphelerle doludur. Şüphe, “Acaba” diye içimize bir kurt düşürür ve bir köşeye çekilip eserini izlemeye başlar. O kurt içimize bir kere düşmeye görsün, kemirilmedik bir yerimizi bırakmaz. İnsanı bazen buram buram terleten, bazen de sırtından soğuk terler akıttıran işte o belirsizlik denilen şeydir. Yüreklerin sıkışmasına neden olan da odur; uykusuz gecelerdeki kâbusların içinde de o vardır. Ülkemin genç insanları dokuz doğurur üniversite sınavının sonuçları açıklanıncaya kadar. Doğurmaktan söz açılmışken, çocuk bekleyen anne- babalar artık belirsizlik yaşamıyorlar. Kız mı, erkek mi, ikiz mi gibi sorularla dokuz aylarını geçirmiyorlar. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi, bilemiyorum. Bir de tedirginlik vardır; bekleyişin içine burnunu sokan… 

Bekleyiş, kimi zaman tatlı bir heyecanın kapısını açar, kimi zamanda ümitsizlik kuyusunun kapağını. 
 Heyecanlı bir bekleyiş arzu edildiği şekilde sonuçlanırsa, beklenti içinde geçirilen sürenin miktarı ve o sürede yaşanılanların hepsi, yani bekleyiş unutuluyor. Elde sadece sonuç kalıyor. Ama ya tersi olursa? İşte onun cevabını Behçet Necatigil çok güzel veriyor: “Yine yanımdasın bekleyiş,/ Gelmedi posta treni.”

 Bekleyiş, her zaman bizimle olmaya devam edecek. İster bilinçli bir eylemlilik içerisinde, isterse belli bir eylemsizlik içerisinde olalım; hiç fark etmez, bekleyiş hep yanı başımızda olacak. Tıpkı, Samuel Beckett’in oyunundaki Vladimir ve Estragon adlı iki insanın eylemsizliklerine yenilip Godot adında ne olduğu bilinmeyen birisini beklemeleri gibi. Estragon unutkan birisidir. Godot’u beklediklerini unutur. Vladamir, unutkan değildir. Tek bir ağaçtan ve taşlık bir yerden oluşan bekleme yerini Estragon her gün terk etmek ister. Vladamir’in hatırlatması üzerine her seferinde bu isteğinden vazgeçer. Birisi bekledikleri şeyin gelmediğini unutuyor ve bekliyor, diğeri gelmeyeni unutmuyor ve bekliyor. Sizce hangisi normal? Sürekli aynı yerde bekleyen insanların aynı şeyi bıkıp usanmadan beklemeleri normaldir. İster balık hafızalı, isterse fil hafızalı olsun; hiç fark etmez. Bekleyiş, aynı zamanda ümittir; kimse ümidin katili olmak istemez, işte bu nedenle aynı şeyi, aynı yerde bıkıp usanmadan bekler insanoğlu.

Bekleyiş hakkında yazı yazıp da yârin yolunu gözlemekten, bir ömrü onun için heba etmekten bahsedilmez mi hiç? Mesela, Nazım Hikmet, Piraye’ye ne zaman kavuşacağını bilememenin hüznü içindedir; fakat bitmeyen bir umudun coşkusu ve bekleyişi içindedir. Bu coşku şaire şu dizeleri yazdırır: “en güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır/ en güzel: çocuk henüz büyümedi/ en güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız. / ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür...” Aslında söylenmemiş her söz, bir bekleyişi ifade etmez mi?
Mihriban’a olan aşkını şiire döken Abdurrahim Karakoç, “Her nesnenin bir bitimi var ama/ Aşka hudut çizilmiyor Mihriban” diyor. Bitimsiz ve sınırsız ve de sonsuz olan her şeyde bir beklenti vardır. Dolayısıyla şairin dediği gibi beklentilere, yani ümitlere “hudut çizilmiyor.”

Öyle ya da böyle insanoğlunun bekleyişi sürüyor…

  

 
Toplam blog
: 22
: 501
Kayıt tarihi
: 26.01.08
 
 

Ben,"bir şey biliyorum, hiçbir şey bilmediğimi."Ben, bilimin en büyük yol gösterici olduğuna inan..