Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '15

 
Kategori
Magazin
 

Belediye otobüsü, oturanlar-ayaktakiler ve Ozan Orhon.

Belediye otobüsü, oturanlar-ayaktakiler ve Ozan Orhon.
 

Ozan Orhon


Hiç öyle hayatın anlamını falan sorgulayacak değilim. Kafa karışıklığına meydan verecek sorulara yanıt bulmakla zaman geçirmek de bence, gaza basıp gidilesi hayatta, durduğun yerde patinaj çekmekten farklı değil. O halde, neden keyif alıyorsa ve dahi kimselere de bir zararı yoksa işte onu yapmalı insan, gönlüne göre.


Üsküdar Sahaf Festivali bu yıl ikinci kez düzenleniyor. İlk günden beri sıklıkla uğruyorum, bir çok 'tezgah' sahibini tanıdığım için kah sohbet kah alışveriş ile keyifli zamanlar geçiriyor, bir yandan güzel sohbetlerle dostlukları pekiştirirken bir yandan da yeni arkadaşlıklar kuruyorum.

Kimi zaman ''Acaba kendimi çok mu kaptırıyorum?'' diye düşünmeme sebep olan fotoğraf merakım nedeniyle, nerede iki üç parça fotoğraf varsa uğramadan duramıyorum ama, bu fuarlar aslında bana tam bir terapi gibi geliyor.

Neden derseniz eğer, o kadar çok farklı merakların insanları ile tanışıyorum ki, onların bu 'uğraş'larının yanında benim fotoğraf koleksiyonerliğim çok sıradan kalıyor.

Fotoğraf biriktirenler bunu bir kaç sebepten yaparlar. Kimileri, piyasada çok kıymetli (!) olarak kabul edilen, tarihte kendilerine yer bulabilmiş ünlü kişilerin fotoğraflarının peşindedirler.

En büyük 'voli', geçmişten gelen görsel birikimleri ile, bir çuval dolusu fotoğrafın içinden, kimsenin o ana kadar tanımayı beceremediği birisinin fotoğrafını ucuz yollu alabilmektir.

Adrenaline tavan yaptıran muhteşem bir andır o. İnsan yeni bir icat yaptığını, kayıp kıtayı keşfettiğini düşünüp, tıpkı ilk aşkın o çocuksu duyguları ile dolar taşar, kimsenin erişemediği bir fotoğrafı bulduğunda.

Olaya daha profesyonel bakanlar ise, buldukları ucuz 'mal'ı, kimbilir kaça okutabileceklerinin hayali ile bir kaç geceyi uykusuz geçirmeye razıdırlar.

Tıpkı okumak birincil kaygısını yüreklerinde taşımadan sadece kitap toplayıp kendi gizli mekanlarında onları istiflemekle meşgul olan bibliyomanlar gibi, fotoğraf koleksiyonerleri de hiç azımsanmayacak kadar çoktur.

Sadece toplar, evlerine götürür ve en tembelleri, hiç gelmeyecek bir zamanda tasnif edilmek üzere bir kenara atar ve unuturken, belki bir kısmı da kafalarına göre bir tasnife tabi tuttuktan sonra albümlere yerleştirirler onca fotoğrafı.

Böylece sadece el değiştirmekle kalan fotoğraflar da, bir karanlık odadan çıkıp başka bir karanlık odada ne yazık ki de kürek mahkumluğuna devam ederler.

Sıradan bir fotoğrafa 'değer katan' koleksiyoner sayısı ise maalesef olması gerekenin çok altındadır. 

Piyasada ünlülerin fotoğraflarının yanısıra en çok rağbet gören görseller, şehir fotoğraflarıdır. Son on yılda entelektüel imaj peşinde koşan yerel belediye başkanlarının, ''Oğlum yok mu şöyle sekiz on fotoğraf, bulun da bir şehir albümü yapalım ki reklamımız olsun'' söylemleri bu fotoğrafların piyasasını arttırmıştır.

Yazılı fotoğraflar en kolay çözülebilenler olduklarından, ön yüzlerinde 'kare'de kendilerine yer bulabilmiş, sokak isimleri, firma adları, avukat-doktor muayenehanelerinin tabelaları pek bir makbuldürler bu kolaycılar nazarında.

Çünkü olay çok basittir, koy eski ile yeni fotoğrafı yanyana, bir de altına ''Ahhh ah, ne de güzeldi o eski günler, komşuluk falan...'' diye bir kaç da her nabza şerbet cümle, sonra ver elini facebook'un o kafa yormadan iki saniyede paylaşılan sayfaları.

Bir de arkaları yazılı fotoğraflar vardır ki ben işte en çok onları severim. Adam o günden bugünleri görüp, temiz-titiz el yazısı ile günü, olayı, kişileri, mekanı yazmış, tarihin karışmış yumağını çözmek isteyebilecek genç nesillere bir ipucu bırakmıştır.

Bir tek not bile, o hiç içinden çıkılamayacağını düşündüğünüz fotoğrafı çözmenize yardımcı olabilir.

                                               *****

Biz gene dönelim 2. Üsküdar Sahaf Festivali'ne. Arkadaşım olan bir sahafın standında oturmuş sohbet ediyoruz. Kırk yaşlarının başında olması muhtemel birisi tezgaha yanaşıp, 'takım fotoğrafları' olup olmadığını sorunca arkadaşım da elindekileri gösteriyor. 

Uzaktan 'müşteri'yi incelemeye başlıyorum, hep Fenerbahçe posterlerini seçiyor. Sohbet olsun diye, ''Fenerlisiniz galiba?'' diye takılıyorum. ''Yooo'' diyor, pek de konuşmaya çok hevesli değilmişcesine ama beni tanımıyor tabi. ''Ne bileyim hep Fener posterleri topladınız da. Yani belki tam olarak ne aradığınızı bilsek daha çok yardımcı olabiliriz, onun için sormuştum''

Çözülüyor. ''Takım fotoğrafları topluyorum. Hangi takım ve hangi spor dalı olduğu önemli değil, sadece 'ayaktakiler-oturanlar' olsun yeter.

Cepten internete girip bakıyorum. 

Çok yalın ama içeriği belli bir site;
http://ayaktakileroturanlar.com/ wikipedia'nın referans verdiği, dünyada ilk 1,5 milyon içine girmiş, şirin hoş bir yer. Takım eğer bir futbol kulübü ise olay belli, ayaktakiler altı, oturanlar da beş kişi. 

Acaba diyorum bu arkadaş da bizim gibi olmayacak fotoğrafların peşine düşmüş müdür? Alemde bir efsanedir, kardan kadın fotoğrafı koleksiyonu yapıp da daha henüz portföyünde bir tane bile fotoğrafı olmayan adam. 

Ayaktakiler-oturanlar'ın aranan fotoğrafı da acaba oturan bir kaleci fotoğrafı olan takım mı? Çünkü dikkat ederseniz tüm fotoğraflarda, kartpostallarda, afişlerde hangi futbol takımı olursa olsun kaleci daima ayaktadır. Sanki rakip takıma bir korku vermek, kendisinden çekinmelerini sağlamak, sağlayabilmek için olanca haşmetiyle ayakta dikilir. Bilmem belki de aranılan fotoğraf odur, oturan kaleci...

                                                      *****

Sahaf arkadaşım, bak tam da sana uygun bir poşet geldi diyerek yerden iki eliyle ancak kaldırabildildiği büyük boy bir market poşetini bana doğru uzatıyor. Mekanın, geometri derslerinde kare çizilirken doksan derece açının işaret edildiği yerine kendimi sıkıştırıp, elimi poşetin içine daldırıyorum. 

Bilgiler karma karışık, Cevdet Sunay'ın bir akrabası mıymış neymiş, ondan kalmışmış, sanırmışsa bir de ünlü biriymiş, gecelere alemlere sıklıkla aktığı için hep meşhurlarla fotoğraf doluymuş içi de ama bu sıkışıklıkta bakmaya fırsatı olmamışmış da falan da filan da. Her koleksiyonerin yalan olduğunu bildiği halde yine de duyunca rahatladığı klasik laflar tekrarlanıyor. Neymişmiş, ilk bakan benmişmişim. Pöhhhh. Duy da inanma!...

Elime ilk önce vesikalık bir çocuk fotoğrafı geliyor, hayır tanıyorum tanımasına, bir şarkıcı bu ama adı neydi yahu? Şu isim hafızam yok mu, beni öldürüyor. Allah allah şu kadın da Türkiye'nin sayılı Avrupa Güzeli ünvanına sahip olanlarından biri değil miydi? Eeee bu adam da eski belediye başkanıydı. Hah bak onu hatırladım, Haşim İşcan...


                       


                                 Sol başta 1952 Avrupa Güzeli Günseli Başar, 
                     ortada ise İstanbul Belediye Başkanı Haşim İşcan

                     


        Haşim İşcan, modacı Sevim ve Faize kardeşlerin arasında...




Toptan al götür şu kadar paraya bırakırım diyor. Yok diyorum, evde artık bir tane bile fazla fotoğraf olsun istemiyorum. Öyle toptan alıp da kullanabildiklerim dışındakileri ne yapacağımı bilemiyorum. Atsan atılmaz satsan satılmaz. Ne atmaya kıyabiliyorum ne de satmaya.

Köşeye kapanıp, işime bakıyorum. Tamam tamam şu ''Ortada kuyu var yandan geç, Ozan Orhon bu çocuk''. Genç bayan da 1952 Avrupa Güzelimiz Günseli Başar. Hafızayı zorlayınca bir şeyler er ya da geç kendiliğinden hatırlanıyor.

                   

            Ozan  o zamanlardan insanların çevresinde olmasından hoşlanıyor olmalı... 

İşime yarayacak fotoğrafları teker teker bir kenara ayırıp torbayı oldukça hafifletiyorum. Şimdi sıra eve gelip, yazının kurgusunu yapmakta ama daha da önce başrol oyuncuları ile ilgili yazıya neleri konu edebilirim ona bakmak lazım.

Elimdeki bilgiler, eski bir güzellik kraliçesi, bir belediye başkanı, bir modaevi açılışından görüntüler, şimdilerde ortalarda pek görünmeyen bir erkek şarkıcı, onun anne babası olduğu belli ama soyadları çocuklarının soyadından farklı ebeveynler...

                                                    *****

Film başlasın...

Faize Kuhar ve Sevim Özbolgan 60'ların, 70'lerin sosyete ve sanat dünyasının meşhur modaevi Sevim-Faize'nin sahibesi olan iki kız kardeş. Araları devlet erkanı ile de gayet iyi, gazeteler o günlerde Faize hanımın Cevdet Sunay'ın eşi ile Paris'te, birlikte kılık-kıyafet alışverişine çıktıklarını yazıyor. Bu yakınlık dolayısıyla İstanbul Belediye Başkanı Haşim İşcan da, Faize ve Sevim hanım'ın düzenledikleri bir defilede onları yalnız bırakmayıp Avrupa Güzeli Günseli Başar'ı da yanına alıp kameraların karşısına geçiyor.

Peki iyi de Ozan Orhon'ın bu 'ekip' ile ne ilgisi var? Kardeşlerden küçük olan Sevim Baban (Özbolgan)'ın ilk eşi bizim Nöri Kantar olarak tanıdığımız tiyatrocu rahmetli Tekin Akmansoy. Sevim hanım ile Tekin bey'in çocuklarından birisi de Alev hanım. Alev hanım da ilk evliliğini tıpkı babası gibi tiyatrocu olan Tayfun Orhon ile yapıyor ve bu evliliğin meyvesi de 'bizim' Ozan Orhon.


                   


Benim kafamı karıştıran ve Ozan'ın çocukluğundan itibaren birlikte bir çok fotoğraflarını gördüğüm Alev-Metin Esen'in soyadlarının farklı olmasıydı ki, bu detayı öğrenince taşlar da haliyle yerine oturmuş oluyor.


                      

Sonrası gazete sayfalarına farklı zamanlarda bölük pörçük dağılmış magazin haberlerinin bir derlemesi.

Ozan uzaktan beğendiği Ebru Şallı ile tanışabilmek için kendisini bir klibinde oynatır, sonra aralarında büyük bir aşk başlar. Ozan yazılıp çizildiğine göre bu ilişki için bolca paralar harcamaya başlar ve hatta düğün töreni de Sabancı Korusu'nda yapılır. Ne var ki bu harcamalar için, o günlerde anneannesi Sevim hanım ve annesi Alev Esen'in işleri kötü gittiğinden tefeciden borç para almak zorunda kalırlar. Tefeci, annenin imzasını yeterli görmez, anneanne de ikna edilir basar imzayı ama sonrasında da...

Tefeciler kapıya dayanır, Alev Esen Levent'teki dairesini 700.000 dolara satar ama o zamanın parasıyla 2 trilyon borç kapatılamaz bunun üzerine de 'mecburen' cümbür cemaat maaile Amerika'ya kaçılır.

29 Haziran 2009 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde bir haberde Ozan Orhon'la bir kez daha karşılaşırız. ''Ailesi yurtdışına kaçan Ozan Orhon artık otobüse biniyor'' Haberi okuyanlardan kaç tanesi, ''İyi de kardeşim benim anam babam yurtdışına falan kaçmadı ama ben kendimi bildim bileli belediye otobüsüne biniyorum'' diye düşünür bilinmez ancak zamanında albümü milyonlarca satan birisinin içine düştüğü bu durum gerçekten de acıklıdır.

                                                   *****

Nasıl başlamıştık bu uzun yazıya hatırlıyor musunuz? Hayatın anlamını falan sorgulayacak değilim, insan neden keyif alıyorsa onu yapmalı. Bir yere erişmek, varmak da şart değil. Kimisi için bitiş noktası belki bir diğeri için başlangıç da olabilir, asla önünden geçilmemesi gereken bir yer de. Mühim olan, aklındakini zevkle yaparken kimseleri incitmemek ve kendi çapında arkada bir şeyler bırakabilmektir. Ehh bana da dedektif romanı tadında, herbirisinin kendince anlamı olan böylesi ufak notlar bırakmak kısmetmiş demek... 


                   


                    

                     

                 Bir devrin meşhur köşeyazarı Necati Zincirkıran, Metin Esen ile birlikte...
 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..