Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '21

 
Kategori
Öykü
 

Belediye Otobüsü

Şehir buz kesmişti. Zemheri mitilini atmış, gitmeyi düşünmüyordu sanki. Evlerin ve dükkânların camları buzlu cama dönüşmüş, şebeke suları donmaya başlamıştı. Çatılardan mızrak gibi buzlar sarkıyordu. Kadınların  yıkayıp da bahçe ya da balkonlarındaki iplere astığı kıyafetler kaskatı kesilmişti. Bazı evlerin önünde  kamyoncular ateş yakmış, mazot depolarının donunu çözmeye çalışıyordu.

Mehmet Şirin, bakkalın yanındaki daldaya sığınmış, zıplayarak ayaklarındaki donmayı önlemeye çalışıyordu. Ayaz jilet gibi kesiyordu. Mehmet Şirin’in elleri cebinde morarırken göz pınarlarından kopan yaş yanağından aşağı inip buzlaşıyordu.

Gırç gırç sesleri birinin yaklaştığını haber veriyordu. Abdullah’tan sonra gelenlerle sayı sekizi buldu. Çoğunun ayaklarında  mes-lastik, başlarında kar maskeli tiftik papak, ellerinde yün eldiven, üstlerinde de üst üste giyilmiş el örme kazaklar vardı.

Kenan, “Haydi, herkes burada nasılsa. Atlayın kızaklara, önde olanlar arayı fazla açmasın. Hep beraber gidelim istasyona.” dedi.

Ulaşımda daha çok faytonlar kullanılıyordu. Bu da aslında tehlikeyi büyütüyordu, buzda atların kontrolü daha zordu. Faytonların altına girmek işten bile değildi. Çocuklar  yorulmak nedir bilmiyor, şehrin bir ucundan diğer ucuna kızaklarla gidiyordu. İstasyona doğru meyil olduğundan kızaklar yağ gibi kayıyordu buzun üstünde.

Yapılması gereken  kızağa sağ yanlarının üstüne sağlamca uzanmak, yüzlerini ayazdan korumak için başlarını kızağa doğru eğip yola devam etmekti. Sol ayaklar arkada hem fren vazifesi görüyor hem de sağa sola dönüşleri sağlıyordu.

Çocuklar, istasyona gelince kızaklardan inip ayağa kalktılar, paçalarına yapışan kar ve buz topaklarını temizlediler. Kızaklarının ipini bileklerine bağlayıp ellerini ceplerine sokarak Gürcükapı’ya doğru yöneldiler. Yaklaşık bir saatte mahallelerine varabileceklerini düşünüyorlardı.

Kenan, “Arkadaşlar, bende biraz para var, sizde de bozukluklar varsa otobüse binelim.” dedi.

Bu fikir herkese sıcak geldi.

“Otobüs de nasıl sıcaktır şimdi.” dedi Muğdat.

Cepler yoklandı, on kuruş, elli kuruş, beş kuruş derken otobüse binecek kadar paralarının olduğunu gördüler, hatta yirmi kuruş kadar da fazlalık vardı.

Herkesin ayakları mosmordu. Elleri artık soğuğu hissetmiyordu. Burunları neredeyse düştü düşecekti ama umut içlerini ısıtıyordu. Şimdi otobüs gelecek ve binip ısınacaklardı. Uzun bir zaman beklediler.  Belediye otobüsü karşıdan göründüğünde kızakçı grubun  gözlerindeki ışıltılardan bir sürü galaksi inşa edilebilirdi.

Otobüse arka kapıdan bindiler. Biletçinin karşısında boşluk bir alan vardı, oraya kızaklarını güzel bir şekilde yerleştirdiler. Sıcağı görünce hepsi mayıştı. Biletçinin sesiyle kendilerine geldiler:

“Hadi, çocuklar biletlerimizi alalım.”

Bütün bozuk paralarını donmuş elleriyle zorlanarak  biletçinin masasının üstüne koydular. Biletçi, paraları tek tek saydı sonra parmağını dudağında ıslatarak biletlerini lastikle sıkıştırılmış koçandan koparıp verdi. En arka koltuk boştu, büyük kısmı kelaynak kuşları gibi sıraya dizilip arka koltuğa oturdu.

Epey bir zaman kendilerine gelemediler, buzları yavaş yavaş çözülmeye başladı. Otobüs de Yenikapı’dan Taş Ambarların önünden geçerek Tebrizkapı’ya varmak üzereydi. Taş Mağazaları’ndan Kongre Caddesi’nden dolaşarak Köse Ömer’den Gülahmet’e döndü. Mahallebaşı’nda iyice kalabalıklaşan otobüs, Tosya’dan çevre yoluna çıkınca iki durakları kalıyordu: Gürsel Evler ve Belediye Evleri. Belediye Evleri’nden yukarıya yüz metre kadar yolları kalıyordu yürüyecekleri.

Gürsel Evler’e gelince Mehmet Şirin, “Yahu, daha yeni ısındık, biraz daha kalalım, bir tur daha atıp gelelim.” dedi.

Dışarıda  tipi başlamak üzere,  rüzgâr yerlerden karı kaldırıyor Karskapısı’na doğru serpiştiriyordu. Akşam yaklaşınca ayaz da artmıştı.

Tuncay, “İşimiz ne, bir tur daha atsak kıyamet kopmaz. Otobüs kombinaya gidip nasıl olsa dönecek.” dedi.

Gülüşerek herkes onayladı bunu. Otobüs son durak olan  Belediye Evleri’nden geldiği yöne doğru yöneldi.

Karayolları’ndan dönüp  Tosya’ya varmışlardı ki, “Önümüzdeki durakta inin ulan.” diye sert bir ses işittiler.

Bu otobüsün biletçisiydi, bir sürü söz sayarak arada küfürle karışık sözler söyleyerek Mahallebaşı’nda herkesi otobüsten indirdi. Aşağı indiklerinde soğuktan gözlerinden yaş akıyordu. Hava buz gibiydi. Ayaz bıçak gibi kesiyordu.

Muğdat, “Bu fikri veren kimdi?” diye bağırdı.

Abdullah, “En azından kombinada  inmediğimize şükredelim. Yirmi dakika sonra evlerimize varabiliriz.” diyerek gerginliği biraz giderdi.

Kızakların iplerini kollarına bağlayıp tiftik papaklarıyla yüzlerini iyice korudular. Önde kendileri arkada kızakları olduğu halde yokuşu türkü söyleyerek tırmanmaya başladılar. Karayolları’ndan karşıya geçince biraz daha hızlandılar. Bitik bir durumda mahalleye varınca herkes evine koştu.

Önce Şahin eve vardı. İki yanı nar gibi kızarmış sobada kok kömürü yanıyordu.

“Sobanın fırınında patates olsa ne iyi olur.” diye düşündü.

Şahin, sobanın arkasındaki minder ve yastığa kendini atmadan önce sıcağı görünce sızım sızım sızlamasın diye moraran ellerini ve ayaklarını soğuk suda bir süre bekletti.

 

Mehmet Toygar Özdemir

 

 
Toplam blog
: 22
: 597
Kayıt tarihi
: 10.01.15
 
 

Şiir ve sinema ile ilgileniyorum. Üç şiir kitabım var.      ..