Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '17

 
Kategori
Deneme
 

Belki Bir Gün...

Belki Bir Gün...
 

Gecenin saat ikisinde telefonuma gelen mesaj sesi ile uyandım. İş yeri ile ilgili olduğunu düşünerek ‘’Bari geceleri rahat bırakın beni.’’ diye seslendim odanın içinde. Gözlerim kapalı bir şekilde sağ tarafımdaki komodinin üzerini yokladım. Telefonumu elime aldım. Bir gözümü yarım açarak gelen mesajı okudum;
‘’Bu Cumartesi akşamüzeri buluşabilir miyiz? Özledim.’’
O an yutkunamadığım tükürüğüm nefes boruma kaçtı. Dakikalarca boğulurcasına öksürdüm. Sonra elimi kalbime götürdüm. Seneler sonra, onu ilk defa gördüğüm andaki gibi delice attığını hissettim. Ellerim titredi. Bütün vücudum alev alev oldu. Yine mesajla cevap verdim;
‘’Ama sen …’’
‘’Evet. Ama lütfen buluşalım. Özledim!’’
İçimdeki heyecana korku karıştı. Aklım ile yüreğim amansız bir savaşa tutuştu. Aklım ‘’Yapma sakın.’’ dedikçe, yüreğim ‘’Ne duruyorsun? Koş ona.’’ diye aklımı eziyordu.
İkisi arasındaki mücadelede sıkışıp kaldım bir zaman. Ezildim, büzüldüm, un ufak oldum. Parçalarım dağıldı evrenin her bir yanına. Hiç toparlayamayacağımı zannettim kendimi.
Madem Tanrı bu evreni sevgi ile yarattı, madem sevgi ile yetiştirilen her çiçek diğerlerine göre daha görkemli açıyordu, ve madem ki bir kumru, eşi öldüğünde yaşamayı bırakıyordu, bu savaşın da galibi sevgi olmalıydı. Yüreğim yaradılışım ise ve yaradılış sevgi ile yoğrulmuş ise, bedenim onunla olmalıydı.
Umut değil mi bizi ayakta tutan? Ben bu umutla sevgimin uğruna onsuz yaşamayı bile göze almadım mı? Umut bittiğinde hayat da bitmez mi? Mademki ne umudum ne de hayatım bitmişti, içimdeki sevginin sesini dinleyip cevap vermeliydim.
‘’Tamam. Buluşalım.’’
O hafta sonunu zor getirdim. Heyecandan mideme kramplar giriyor, hiçbir şey yiyemiyor ve uyuyamıyordum. Zaman ise, yuvarlandıkça daha da büyüyen bir kartopu gibi ağırlığının altında eziyordu beni.
Sonunda Cumartesi geldi. Galip gelen yüreğim olsa bile içimdeki korku gitmemişti. Heyecanım ise, göğüs kafesimi yırtıp çıkmaya çalışan bir aslan gibi pençeleyip duruyordu içimi. Bulunduğumuz toplumun yazılı olmayan kurallarına göre, gitmemem, görmemem, konuşmamam gerekirdi. Bir gören, bir duyan olur ise sonrasını kestirebilmek imkânsızdı. Ama işte sevgi, hamurumuzda vardı. Ve eğer gerçek ise, karşı konulamazdı.
Akşamüzeri evimden çıkıp bir taksiye atladım. Gideceğim adres belliydi. Yıllar öncesindeki gibi her buluşmamızda gittiğimiz kafe. Aşkımızın tek şahidi idi. Gizlice okuldan kaçıp farklı zamanlarda ve kimseye görünmeden girdiğimiz, bizi kimsenin tanımadığı, şehrimizin başka bir ilçesinde bulunan o küçük ve sıcacık kafe.
Ayrılıktan sonra o kafeye hiç gitmemiştim. Hatıralarımın beni esir alıp tüketeceğinden korkuyordum. Çünkü o kafenin her sandalyesinde bizim aşkımız vardı. Her masasında birleşmişti ellerimiz. Her bardağında kesişmişti dudaklarımız. Ah sevgilim. Sen yokken o kafede nasıl var olabilirdim ben?
Vardığımda kafenin merdivenlerini çıkarken artık dayanacak gücümün kalmadığını hissettim. Sanki diz kapaklarım sökülmüş ve eklemlerim ayrılmış gibiydi. Titremekten yürüyemiyordum. Yaz sıcağının ortasında heyecandan üşüyordum.
Merdivenlerin başına geldiğimde onu gördüm. O an gözyaşlarına boğuldum. Yüreğim, koşup boynuna sarılmak isterken, bedenim buna müsaade etmiyordu. Kitlenen dizlerimi bir müddet oynatamadım. Ayağa kalktı. Gözleri yaşarmış bir şekilde ağır adımlarla yanıma doğru geldi. Onun da heyecandan zor yürüdüğü belliydi.
‘’Merhaba.’’
‘’Merhaba!’’
‘’Nasılsın?’’
‘’İyiyim. Sen nasılsın?’’
‘’Haydi gel. Masaya oturalım.’’
Masaya oturduk. Heyecanım korkumu yenmiş bir şekilde ona bakıyordum. Yıllar süren hasretin verdiği duygu ile tek bir anı bile gözlerine bakmadan geçirmek istemiyordum. Çünkü bütün hafta ağır ağır işleyen zaman, sadece bu gün bir yarış arabası gibi akıyordu hayat yolunda.
‘’Nasıl karar verdin buna?’’
‘’Dedim ya, özledim seni.’’
‘’Ama sen evlisin. Her ne kadar ben de seni özlesem de bu yaptığımız çok tehlikeli.’’
‘’Sadece bedenim tutsak Murat. Ama ne aşkım, ne yüreğim ne de ruhum evli.’’
Derya ile birlikte olduğumuzu ilk zamanlar ailelerimize söylememiştik. Bunu duyduklarında her iki tarafında şiddetle karşı çıkacağını ve bizi ayırmak için ellerinden geleni yapacaklarını biliyorduk. Aşkı yaratan ve insanları da aşkla yaratan Tanrı, insanların, kendi uydurdukları düşüncelere esir olup, o düşüncelerin, kutsal olan aşkın bile üzerine çıkabileceğini hesap edememiş olacaktı. Aşkı inkâr eden insan, farkında olmadan Tanrı’yı da inkâr ediyordu.
Bu yüzden Derya ile ben, aradan biraz zaman geçmesini, bu zaman zarfında aşkımızı büyültmeyi ve büyük olan bu duyguyu zamanla ailelerimize anlatmayı düşünmüştük.
‘’İçim kanıyor Murat. Bu tutsaklığa dayanamıyorum. Biz birbirimizi delicesine severken, biz anlaşmış iken bunu bize nasıl yaptılar? Nasıl kıydılar bize?’’
Artık heyecanımı yenmiştim. Sırada hüzün vardı. Ellerimle Derya’nın masanın üzerinde duran ellerini kavradım. O kadar özlemişim ki o an ellerimiz birbirine yapışsın ve kimse ayıramasın diye dua ettim.
 
‘’Gücümüz yetmedi Derya. Bu adını mezhep koydukları kavgaya gücümüz yetmedi.’’
Aileme farklı bir mezhepten bir kız arkadaşım olduğunu ve onunla evlenmek istediğimi söylediğimde bana ikinci bir cümle şansı bırakmamışlardı. Evin koridorlarını babamın adeta kükreme sesi sarmış, inancımıza ihanet ile suçlanmıştım.
‘’Ya o kız bırakılacak, ya da sen artık benim oğlum değilsin. Çevremizde o kadar çok aynı mezhepten aile dururken, konuşup anlaşabileceğin o kadar güzel ve inançlı kız dururken nasıl olur da başka mezhepten bir kızı seversin. Benim ve annenin itibarını hiç mi düşünmüyorsun sen? Ben kendime ‘oğluna başka inançtan kız almış’ dedirtmem. Unut o kızı.’’
Derya’nın ailesi de aynı tepkiyi vermişti. Kızlarını aylarca eve kapatmışlar ve beni unutması için her türlü baskıyı yapmışlar. Üstelik toplumumuzda kızlar, erkeklere oranla daha fazla hor görüldüğü için, Derya’ ya yapılan baskının şiddeti, bana yapılanın iki katı olmuş.
Kara haber tez duyulur misali, sevgimiz kulaktan kulağa mahallelerimize de yayılmıştı. Ne zaman dışarı adımımı atsam, aşağılayan bakışlar, itici tepkiler görüyordum. Kimi mahalle büyükleri beni yanlarına çağırıp yaptığımın yanlış olduğu yönünde öğütler veriyorlardı.
Bizleri bu hale getiren ne idi? İnanç dediğimiz şey Tanrı ile kul arasında değil miydi? İnsanlar nasıl olur da başkasının inancına karışabiliyordu? Sevgi ile yaratılan yüreklerine ördükleri kin dolu duvarlar, içlerindeki sevgiyi hapsetmiş, gönül gözü ile göremez olmuşlar.
Biz o duvarları aşamamıştık. Aylar sonra Derya’nın aile zoru ile uzak bir akrabası ile evlendirildiğini ve uzak bir ilçeye taşındığını duydum. Üzüntümden kahrolmuştum. Ama sevgiye olan inancım bitmemişti. Vaz geçmemeli, umudumu yitirmemeliydim. Sevgim için ayakta kalmalı, sevgim için yaşamalıydım.
‘’Her ne olur ise olsun, her ne yaşanır ise yaşansın, seni seviyorum Murat. İçimdeki ateş beni yakıp küle döndürse de, senin hayatta olduğunu bilmek, geceleri aynı gökyüzüne, aynı yıldızlara bakabildiğimizi bilmek, aynı havayı solumak, aynı suyu içmek ve belki bir gün umudu ile yaşamak beni bir nebze olsun rahatlatıyor ve hayata bağlıyor. Bir oğlum olacak. Ve adı ne olur ise olsun ben içimden ona hep Murat diyeceğim. Geceleri kulağına Murat diye fısıldayacağım. Seni kalbimde, ismini oğlumda yaşatacağım. Ve belki bir gün Murat, belki bir gün yine...’’
İkimiz de ellerimiz birbirine kenetli vaziyette ağlamaya başladık. Zaman kısa ve hızlıydı. Ama yine de sevgimiz bakiydi ve sonsuzdu.
‘’Kalkmam gerekiyor Murat.’’
‘’Seni bir daha görebilecek miyim?’’
Ayağa kalktık, birbirimize sıkı sıkı sarıldık. Sevdiğimin kokusunu çektim ciğerlerime. Gözyaşlarımız sel oldu, birbirine karıştı. Tanrım, neden?
‘’Belki bir gün Murat’ım, belki Bir gün.’’
Sadece insan olarak ve sadece sevgi ile yoğurularak yaratıldığımızı unutmamak dileği ile. Belki bir gün…
 
Toplam blog
: 21
: 310
Kayıt tarihi
: 10.05.14
 
 

İstanbul Burgazada doğumluyum. Sakarya Üniversitesi Turizm Otelcilik ve Anadolu Üniversitesi İşle..