Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Belki birazdan kapı da çalar

Belki birazdan kapı da çalar
 

Zaman, güzel bir yer bulduğuna karar verip öylece durmuş sanki... Tavaya attığım patatesler ses çıkarmadan, yağ sıçratmadan usluca kızarıyor. Hallerinden bir şikayetleri yok gibi. Radyoda ardı ardına hoş slow şarkılar çalıyor. Günlerdir süren kavurucu sıcak etkisini biraz yitirmiş, hafif bir poyraz esiyor. Sokakta her günküne göre daha az gürültü var. Biraz önce yakınlarımla yaptığım telefon görüşmelerinde genellikle iyi haberler aldım, Tanrıya şükür önemli bir aksilik yok. Buzdolabına koyduğum bira kıvamını bulmuş; ne ılık ne çok soğuk. Marketten alırken tarihine bakıp seçmiştim, taze sayılır. Çok büyük keyif etkinliklerim yok; iyi hazırlanmış bir yemek, bir-iki kutu bira, birkaç sigara, her zaman açık, kendi kendine konuşur gibi çalışan bir televizyon, sonuna kadar açılmış perdeler ve güneşli bir akşamüstü fazlasıyla yeterli.

Şu anda birileri hasta yatıyordur. Birileri hasta olduğunu bile henüz bilmiyor. İçinde haince bölünmeye başlayan hücreler varlığını bir şekilde belli edinceye kadar da bilemeyecek. Bir yerde birileri birilerine pusu kuruyordur. Bir bombacı bombasının saatini ayarlamaya çalışıyordur belki de... Birileri dünyaya henüz adım atmış ve çığlığı koyvermiştir şaşkınlıkla. Bazıları son saatlerini yaşamaktadır. Bir yerlerde bir düğün hazırlığı vardır; gelin ve damat adayı için dünya o günlüktür. Bir asker tezkere hesaplamaktadır. Bir hükümlü duvara bir çentik daha çizmeye hazırlanıyordur.

Ama benim için, şimdi, burada, her şey, şimdilik yolunda... Bazen böyle olur. Sanırım herkes yaşamıştır benzer an ve duyguları... Hayatın mükemmeliğine karar veririz. Gelip geçici olduğunu, her an herşeyin tersine dönebileceğini, az önce mükemmelliğine inandığımız hayata lanet okur hale gelebileceğimizi biliriz ama şu anda iyiyizdir. Bunun böyle sürüp gitmeyeceğini hatırlamak bile istemeyiz.

Zamandır, geçer. Yaşadıkça daha nice yokuşlar tırmanıp nicelerinden ineceğiz. Yaşımız ilerleyip geriye baktığımız zaman damağımızda bir tek tadı hatırlayacağız: Hüznün tadı... Mutluluk ve acıdan ibaret o bulanık renkli kokteyl...

Ramazanın yaz mevsimine denk geldiği yıllardan birinde, misafir amcam, babam, annem ve kardeşlerimle mütevazı bir sofraya oturmuş iftar saatini bekliyoruz. Evimiz... Tek katlı, iki odalı, avlulu, duvarları kireç badanalı. Dışardan bakan için üflesen yıkılacak bir gecekondu; bizim için saray. Ağır ağır batan güneş yeryüzünü kızıl bir şölen yerine çevirirken, hafifçe esen akşam rüzgârı annemin eski yağ ve peynir tenekelerinde yetiştirdiği gül, fesleğen ve ortancaların kokularını tencerelerde servis edilmeyi bekleyen yemeklerin kokusuna karıştırıyor. Serçeler çığlık çığlığa avludaki dut ağacının tepesinde kendi paylarına düşen dutları gagalıyor. Biz çocuklar oruç tutmuyoruz ama kulağımız iftar topunun kaleden yükselecek gümbürtüsüne kilitlenmiş. Bir an önce karnımızı doyurup oyuna koşmak için sabırsızlanıyoruz çünkü… Büyükler acelemizi anlayışla karşılıyor, “siz beklemeyin, yiyin yemeğinizi” diyorlar. Ama biz de kendimizce sevaba girmek için ısrarlarına rağmen onları bekliyoruz. Gözünü ve burnunu sofradaki yemeklere odaklamış kedi de bekliyor. Birazdan onun da önüne her tabaktan birer lokma konacak. Derken kaleden bir gümbürtü yükseliyor; iftar topunun gümbürtüsü bu... Top atılınca yemeğimizi alelacele yiyip sokağa fırlıyoruz. Arkadaşlarımız da birer birer dışarı çıkıyor. Kimi televizyonda oynayan filmi anlatıyor, kimi şakalaşıyor. Sonra dengeli iki takım oluşturup maça başlıyoruz.

Babam, amcam, o çiçekler, o kedi, o serçeler, o dut ağacı, bu dünyadan birer birer göçüp gitti. Arasam gölgelerini bile bulamam. Top oynadığımız o arsaların her santimetresi çirkin beton binalarla doldu. O arkadaşların her biri dünyanın bir yanına dağıldı.

Onları, o günleri ve daha yitip giden nicelerini hatırladıkça, şu “hayat” denen, bir tebessüm kadar kırılgan, bir kuyrukluyıldız kadar geçici, bir rüya kadar mantık dışı oyuna kızsam mı, hayıflansam mı, teşekkür mü etsem bilmiyorum.

Neyse, şimdilik her şey yolunda. Hava biraz serinlemiş; biralar kıvamında; patatesler kızardı. Belki birazdan kapı da çalar...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..