Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '11

 
Kategori
Güncel
 

Belki Birgün!

Belki Birgün!
 

Munzur’un alabalığını anlatırlar Dersimliler. Tadı bir başkaymış… Munzur’un o soğuk suyunun içerisinde olgunlaşırmış alabalık. Etine tat sinermiş… Zaman zaman Antalya’da da alabalık yemeye gittiğim oluyor. Hani öyle pek sevdiğim bir balık değil alabalık ama çekici gelen yanı, açık havada yeniyor olması. Belki bir gün yolum düşerse Munzur’a, mutlaka tadacağım o alabalıktan. Ama yolum ne zaman düşer o diyarlara, hiç bilmiyorum. Belki bir gün… En çok görmeyi istediğim yerlerden birisi Dersim. Hatta doğunun sarp dağları, kırsal bölgeleri… Köyleri, mezraları… Belki bir gün giderim oralara… Hani fırsat bulsam şimdilerde hemen kalkıp gideceğim ama…

Kaç gündür gözüm o yörenin topraklarındaki kazılarda. Her yerde, her yanda toplu mezarlar çıkıyor. Her bir toplu mezar gerçeklerin okkalı bir şekilde önümüze ağır çekim bir halde düşmesine neden oluyor. Toplu mezarlar çıkıyor ortalık yere ama ne medyanın gündeminde önemli bir yer alabiliyor bulunan toplu mezarlar, nede yönetenler katında bir açıklama var. Aslında bir dönemin inkârlarının ters tepen hali de diyebiliriz ortaya çıkan toplu mezarlara. Gerçeklerin direngenliği… Onca insan kaybedildi, onca insan gecelerin zifiri karanlığında, güneşin aydınlığında bir bir toplanıp, bir daha geri dönüşü olmayan bir bilinmeze doğru götürüldüler. O götürülenlerin aileleri gidenin arkasını nerede arayacağını dahi bilemedi. Savcılıklara verilen dilekçeler sümen altı edildi. Aileler, yakınlar savcılıkların önünde kamp kurdu ama nafileydi her şey… İnsanlar bir yerlere götürülüyor ve bir daha o götürülenlerden haber alınamıyor. Tabi bu durum doğu, güneydoğu özelinde bir yoğunluğa dönüşürken, büyük kentlerde de bu durum fazlası ile yaşandı. Birçok insan gözaltına alındıktan sonra bir daha izine rastlanamadı. Boşuna yirmi yılı aşan bir süredir Galatasaray’da analar toplanmadı. Birlerinin, birilerini gözaltına alarak kaybetmesi bizim toplumun gerçeği iken, bu gerçeğe toplumun büyük bir kesimi gözünü kapatıp, kulağını tıkadı. Oysa böyle bir durum ancak darbe süreçlerinde yaşana gelen bir durumdu. Darbe zamanları insanlar evlerinden alınır ve o alınanların akıbeti belli olmazdı. Oysa bizdeki durum tam tersi oldu. Bir 12 Eylül darbesi yaşandı ve benzer gözaltı süreçleri bir darbe dönemi olduğundan yaşana geldi ve halen 12 Eylül sıkı bir şekilde sorgulanıyor, hesap sorulması isteniyor o acıları yaşatanlardan. Oysa bahsini etmeye çalıştığımız faili belirsiz cinayetler ve kayıplar, 1990’lı yıllarda yaşana gelmişler. Yaklaşık altı yıllık bir süreç adeta anılması güç bir dönem olarak zihinlerimize tasavvur etmiş. Dile kolay onyedibinbeşyüz faili meçhule ve kayıplara karışmış insan. Bu bir dramdır. Bu bir trajedidir. Hani şimdilerde birileri feci düzeyde baskıdan şikâyet ediyor ve iktidarı yerden yere vurmaya çalışıyor ya… Bu durum bana çok komik geliyor. 1990’lı yıllarda AKP’mi vardı iktidarda? Veya o yılların korkunçluğunun yanında, şimdilerde birilerinin ille de baskı var deyişleri ciddiye alınabilir mi? Dile kolay dedik ya… Kimsenin kendisini kandırmasına gerek yok aslında. Bu ülkenin feci bir dönemidir 1990’lı yıllar.

Üniversitede okuduğumuz yıllardı 1990’lı yıllar. O dönemde Kürt öğrenciler biz solcu öğrencilere gülerdi. Sizin bir şeyden haberiniz yok derlerdi. “Doğu, Güneydoğu’da olan bitenden haberiniz olmadığı gibi, yaşananları dahi algılayamıyorsunuz” diye sitem ettiklerini daha dün gibi hatırlıyorum. Doğru söylüyorlardı aslında. Hoş, ortada bir takım tuhaflıkların olduğunu sezinliyorduk ama, bu denli ciddi boyutta vakaların yaşandığını tasavvur dahi edemiyorduk. Vedat Aydın, Mehmet Sincar gibi Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, Musa Anter gibi bir Kürt bilgesinin öldürülerek, faili belli olmasına rağmen, faili meçhul kalması gibi Kürt toplumunu derinden etkileyen olaylar yaşanmıştı.

Özellikle 1993 senesi yeniden ve yeniden mercek altına alınması gereken bir yıldır. 1993 senesi içerisinde yaşanan o denli çok soru işareti dolu vaka var ki, her biri tam anlamı ile insanın kafasını kemiren olaylar. O yıl içerisinde yaşanan olayları akla getirdiğimiz de, Uğur Mumcu suikasti, Turgut Özal’ın meçhul bir şekilde ölüme terkedilişi, Eşref Bitlis’in ölümü, Sivas Madımak katliamı, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyü katliamı, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın Lice’de uzun menzilli bir suikast silahı ile öldürülmesi, 24 Mayıs 1993 tarihinde Elazığ-Bingöl karayolunda 33 erin öldürülmesi…

AKP’yi demokrat bulmamakla beraber, biat kültüründen gelen bir akımın içerisinden demokratik bir takım adımların atılmasını da olumlu bulanlardanım. AKP ile siyaseten hiçbir zaman uyuşmayacağım malum… Ama işte o AKP için tam anlamı ile bir baskı rejimi kurmuştur söylemi de maval okumaktan ileri gitmiyor. Bu iddiaya inanan ciddi bir kesimin olduğu da malum... Ama insan, 1990’lı yılların o acılı günlerini hatırlayınca, AKP baskıcıdır diyenlerin gözlerinin ya kör olduğunu düşünüyor, ya da art niyetli olduklarını düşünüyor. Eğer mesele Ergenekon Davasındaki hukuk ihlâlleri ise, diyecek fazla bir şey bulamıyorum. Doğru, Ergenekon Davasında sayılabilecek birçok hukuk ihlali yaşanıyor. Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın ve yine diğer birkaç ismin tutukluk sürelerinin uzatılması ciddi bir hukuksal problemdir. Ama dediğimiz gibi, bu ülkede yaşanan hukuk skandallarının yanında Ergenekon Davasında yaşanan hukuk skandalları pek de dile getirilecek türden şeyler değil. Bu ülkenin kimi sözüm ona aydınları, Ergenekon Davasına hayıflanırken, yaşanmış onca hukuk skandalına zamanında dikkat çekselerdi, Doğu, Güneydoğu’da yaşanan kayıplara karşı yargı erkini harekete geçirme gayretinde olsalardı, bu gün Ergenekon Davasına döktükleri gözyaşının belki bir anlamı olabilirdi. Oysa aileler zamanın da savcılıkların kapısında az beklemediler. Hem de yakınlarından sadece bir haber alabilmek adınaydı bütün mesele. Kimin gözü gördü bu aileleri?

İtirafçı Abdülkadir Aygan’ın anlattıkları bir dost meclisinde gündeme gelmişti ve o dost meclisinde olanlar Aygan’a lanet okuyorlardı. Onu yalancı olmakla suçluyorlardı. Doğrusunu isterseniz yalancı mı, değil mi, işin orasını pek tabii ki bilemiyorum. Doğrusu bu ya amacının ne olduğunu da bilemiyorum Aygan’ın. Tek bildiğim işaret ettiği her yerden ceset çıkıyor olması. Silopi’de açılan asit kuyularında çıkan kemikler birer örnek. Abdülkadir Aygan bu güne kadar nereyi işaret ettiyse, hepsinin doğru olduğu çıktı ortaya. Ama merkez medya ısrarla, Aygan’ın itiraflarını görmezden geliyor. Israrla Doğu, Güneydoğu’da yaşanan faili meçhullere ışık tutacak bu itiraflara gözlerini kapatıyor. Nedeni gayet açık aslında? Saklamak… Kamuoyu duyarlılığının oluşmasını önlemek…

Cumartesi gecesi tesadüfen denk geldim 32. Gün programının tekrarına. Ergenekon Davası sanığı Albay Arif Doğan’dı programın konuğu. Gözünde siyah gözlüğü, burnuna takılı olan oksijen tüpü ile programda bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Belli ki bir yerlere mesaj yolluyor Albay Arif Doğan. Jitem denen illegal yapıyı bizzat kendisinin kurduğunu ileri sürüyor. Halen bu birimin başında olduğunu ifade ediyor Albay Arif Doğan. Bu birimin kuruluşu ve görev tanımının hepsinin yasal dayanakları olduğunu söylüyor. Oysa ne tuhaftır ki yıllardır Genelkurmay tarafından Jitem denen o derin yapılanmanın inkâr edildiğini biliyoruz. Ne zaman Jitem konusu gündeme gelse, genelkurmay derhal böyle bir yapının olmadığına dair açıklamalarını yapardı. Oysa Albay Arif Doğan Jitem’in kuruluş sürecinden kimi kesitleri programda dile getirdi. Türkiye sathına yayılmış olan onbin kişilik bir elemanı olduğunu ve şu anda Jitem’in beklemede olduğunu söyledi. Adeta ince bir taktik savaşı vardı 32 Gün programında. Albay Arif Doğan “Ya beni bu dertten kurtarın, ya da herkesi yakarım” dercesine bir takım hususlarda serzenişte bulunuyordu.

Bu saatten sonra geriye dönüşün olmadığı malum. Doğu, Güneydoğu gün yüzü görecek. Onca katliamlar, onca çekilen acılar, dramlar, trajediler yapanın yanına kâr kalmayacak. Çorap söküğü gibi gelecek her bir olayın arkası. Dedik ya, “Gerçekler direngendir” diye.

Belki bir gün yolum Munzur’a düşer ve Munzur’un o soğuk suyundan çıkan alabalıktan tadarım. Belki bir gün Van Gölü’nün kıyısında bir akşam serinliğinde yürüyüş yaparım. Belli mi olur?

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..