Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '15

 
Kategori
Kitap
 

Belki şehre bir film gelir

Sanal dünya, herkese kendini ispatlama şansı tanımasıyla farklı bir yerde durduğunu söylemek gerekir. Özellikle yazılarını gazete ve dergilerde yayınlatma fırsatı bulamayalar için kaçınılmaz bir yerdir. Kitap basacak kadar elinizde yazınız yoksa elinizde bir kitap kadar yazınız var ama paranız yok veya paranız var ama kitabınızı basacak yayınevi bulamıyorsanız kendinizi yıpratmanıza gerek kalmadan sanal âlemde birçok sayfada yazılarınız yayınlayabilir ve düşünemeyeceğiniz kadar tıklama oranlarıyla karşılaşabilirsiniz.
 
Sanal âlemde, bir seçicilik yoktur. Yazıları eleyen, dil, üslup ve tema olarak kontrol eden, edebi yönünü öncelik veren yoktur. Yazılar bir engelle takılmadan rahatlıkla yayınlanır. Yazı illa birilerine hitap edecektir. Hitap etmese de eş dost yazıya göklerde takla attırma konusunda elinden geleni yapar.
 
Kitap seçimi ve film seçimi yaparken iki önemli kritere dikkat ederim:
 
Yazar adaylarının rüştünü ispatlaması ancak matbu yayınlarla olabileceğini düşünürüm. Sanal âlemin niteliği gün yüzüne çıkardığı duyulmamıştır. Sanal âlem kolaycılığın ve niceliğin yeridir. Matbu yayın, yazıya emeğin, özverinin ve araştırmanın gerekliliğini gösterir. Kısaca sanal âlem insanı yormaz ama matbu yayınlar yorar. Dolaysıyla yazı alanındaki başarı sanalda yayınlananlar değil, dergi ve gazetelerdedir. Matbu yayınlardan sanal âleme transfer olanlar hem daha çok takip edilir hem de yazılanlar dikkate alınır. Bende tercihimi ikincisinden yana kullanırım. Sanal âlemin niceliği arasında kaybolmak istemediğimden sanal alemden uzak duranlardanım.
 
İkincisi ise genç yazarlar ve yönetmenlerin eserlerine mesafeli olması gerektiğidir. Genç yazar ve yönetmenlerin kendilerine ait bir tarza ve felsefeye sahip olmadan ortaya bir eser çıkarmalarını pek sağlıklı bulmuyorum. Genç yazarlar araştırmadan, belli bir birikim ve tecrübeye sahip olmadan heyecan ve sabırsızlıklarıyla şöyle böyle imkânlarını kullanarak, hemen kendilerini ispatlama yoluna gitmektedirler. Çevrelerinindi teşvikiyle elindekilerini çok değerli zannederler. Yetersizliklerini görmedikleri gibi, ortaya çıkardıkları eserlerin niteliği konusunda çok düşünmezler. Bütünden çok parçacı anlayışın çalışmaları olduğundan yeni bir şeyler ortaya çıkmıyor. Sanal âlemin etkisiyle genç yazar ve yönetmen adayları gereksiz yere bir özgüven duygusuna kapılmaktadırlar. Dolaysıyla genç yazar ve yönetmenlerin çalışmalarını uzaktan takip etmeyi tercih edenlerdenim.
 
Sinema alanında çıkan bütün kitapları en az gösterime giren filmler kadar takip eden biri olarak, geçenlerde Suat Köçer’in Belki Şehre Bir Film Gelir adlı çalışmasını edindim. Kitaba göz gezdirirken ilgimi çeken bir başlık nedeniyle aldığım kitabı aynı gün içinde bitirdim. Kitabın künyesini incelerken yazarın doğum tarihini görünce kitaba karşı bir soğukluk hissi oluştu. Aradığımı bulamayacağım düşüncesi bütün benliğimi sarsa da yazarın emeğine saygısızlık olmaz, belki özgün yaklaşımlar ya da sinema adına kitabın bir ana düşüncesi vardır diye kendimi teselli ederek, bir solukta okudum.
 
Birbirinden bağımsız yirmi film ve dağınık olarak kaleme alınan denemelerin bütünsel bir bakış açısından ziyade farklı zamanlarda eleştiri olarak yazılan yazılar birbirinden bağımsız bir düşünceyi temsil ediyor. Yazıların dağınıklığını yüzeysel bakış açısını kurtaran tek şey yazıların anlaşılır bir üslup yazılmalardır
 
Bir kısmı sanal bir kısmı da matbu yayınlarda yayınlanan yazıların eş dost beğenisiyle yayınlanması yukarda da belirttiğim gibi hoş görmesem de çabayı takdir ediyorum. Ama denemeleri kitaplaştırma modasına uygun hareket etmek genç yazar adayları için riskli bir durumdur. Acele etmenden birkaç yıl üzerinde araştırmalar yaparak derli toplu bir çalışmaya imza atmaları başarı ve kariyer açısından daha önemlidir. Biraz genç adaylar biraz dikkat etseler yılların eleştirmenlerinin kitap çıkarmadıklarını fark edeceklerdir. Çıkaranlarında Türk sineması üzerine daha az kalem oynattıklarını görecekler.
 
Türk seyircisi, film izlemekle film eleştirisi yapmayı aynı şey zannediyor. Film izleyen herkes film üzerine yazı yazabileceğini düşünüyor nedense. Ve film eleştirisi çok kolay bir iş olarak görülüyor. Türk seyircisi çok film izleyince kendini sinema konusunda otoriter olduğu hissine kendini kaptırıyor. Hâlbuki sinema eleştirmenliği bir roman, bir hikâye, bir makale ve bir deneme yazmak kadar zordur. Sanırım görselliğe dayanarak görülen şeyleri kaleme almak yazarlık olarak algılanıyor.
 
Bunları Köçer için söylemiyorum ama konu açılmışken dile getirmek istedim. Köçer’inde çıkış noktasının bu çizginin uzağında olmadığını da hatırlatmak isterim.
 
Köçer, kısa yazılarını dizgi maharetiyle kitaba yayarak, kitabının hacmini biraz kalınlaştırmış. Kitap hali hazırının yarısı kadar edecekken yüz kırk sayfaya dönüştürülmüş. Kitap okuyucusuna bu tarz yaklaşımları saygısızlık olarak niteliyorum. Kitap dizgisiyle oynanacağına oturup, beş on film daha yazılsaydı kitap hem doyurucu olurdu hem de hak ettiği sayfa sayısına ulaşırdı.
 
Yazılarının biraz daha olgunlaşması gerektiğine inandığım kitabın, üzerinden tekrar ama biraz yıllara yayarak geçilirse ortaya daha verimli bir çalışma çıkacağı kuşkusuzdur.
 
 
Osman Tatlı
suskunsinemayazilari@hotmail.com
www.sinemaelestirisi.com
 
Toplam blog
: 90
: 382
Kayıt tarihi
: 02.08.14
 
 

2004 yılında İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Üniversite yılla..