Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '07

 
Kategori
Tıp
 

Bellek (Hafıza) hakkında her şey

Bellek (Hafıza) hakkında her şey
 

{Bellek, “Beni ya kullanırsın veya kaybedersin” prensibine göre çalışır.}

Bellek, bilincin fark ettiği, düşündüğü, sezdiği ve hayal ettiği tüm gerçekleri saklayabilme ve hatırlayabilme yeteneğinin işyeridir. Diğer adıyla hafıza, sanıldığı gibi beynin bir bölgesine sıkıştırılmış “kuru bilgi deposu” veya “arşivi” değildir. Aksine, beynin ve özellikle üst beynin (korteks) geniş bir bölümüne serpiştirilmiş, canlı ve her an hareket hâlinde olan -belki de en önemli- özelliğidir.

Bu tanımı daha anlamlı kılmak için bazı araştırma sonuçlarına göz atmak gerekir. Hafıza ve beyinle ilgili bilgilerin büyük bir kısmı, beyni zedelenmiş veya ameliyat edilmiş hastalar sayesinde elde edilmiştir. Örneğin, saralı (epileptik) bir hastanın beynindeki hipokampüs bölgesi alındıktan sonra, ameliyat öncesi tüm bilgilerini ve yaşam öyküsünü hatırladığı gözlenmiştir. Fakat yarım saat önce yaşananları hiç anımsayamadığı ortaya çıkınca anlaşılmıştır ki beynin bu bölgesi uzun vadeli hafızada en etkin rolü oynamaktadır ve kısa vadeli hafızada görev üstlenmemiştir. Bu nedenle de yarım saat önceki tecrübeler kodlanamadığı için saklanamamıştır. Bir başka beyin ameliyatından sonra da, beyin kabuğunun genel kültürümüzün ve hayat hikâyemizin belleğe kaydında ve hatırlanmasında etkin olduğu anlaşılmıştır.

Beyin üzerinde şimdiye dek yapılmış bazı çalışmalar sonucunda ortaya çıkmış olan hafıza ile ilgili bir başka gerçek ise; beyinde, önemini tayin etmek için bilgilerin bir ön elemeden geçirildikleridir. Beynimiz bizim için önemli ve özelliği olan, ayrıca duygusal yanı ağır basan tecrübe ve düşünceleri özenle seçtikten sonra uzun vadeli belleğe kaydeder. Bu nedenle beynin “önemsiz” olarak etiketlediği şeyler kısa bir süre kısa vadeli hafızada bekletilir ve ardından hemen unutulur. Örneğin, dün neler yaptığınızı düşündüğünüzde, bütün olanları sırasıyla anımsayabilirsiniz; fakat kimden hangi cümleleri duyduğunuzu bir ses bandına kaydetmişçesine asla hatırlayamazsınız. Ne var ki, konuşmaların içeriğini anımsamanız mümkündür. Demek ki pek çok yararsız detay süzgeçten geçirilip elenmektedir. Ama bazı ayrıntılar ise -henüz keşfedilmemiş sebeplerden dolayı- aynen algılanmaktadır. Konuşulan konular da, bellekte var olan ve iyi ezberlenmiş sözcüklere dönüştürülüp kodlanmakta, böylece içeriği bakımından uzun süre saklanabilmektedir.

Peki, bir yıl önce bugün duyduğunuz konuşmaların muhtevasını hatırlayabilir misiniz? Yanıtınız, büyük bir olasılıkla, “hayır” olacaktır. Ama o gün, doğum gününüz gibi önemli bir günse, bazı detayları anımsayabilirsiniz. Bu, hafızanızın seçici özelliğini gösteren kuvvetli bir kanıttır. Aşırı korku, şok, utanma ve üzüntü gibi duygusal haller, beyinde bazı kimyasal reaksiyonlara ve ancak güçlü mikroskoplarla görülebilecek küçük fiziksel değişikliklere neden olur. Hafızanın, moleküler düzeydeki bu değişikliklerle ilintisi olduğu sanılmaktadır. Çünkü 70–80 veya 100 yıl bellekte saklanabilen bilgilerin ancak maddi birtakım değişikliklerle kalıcılık kazanmış olduğu yeterince açıktır.

Bu kalıcı fiziksel şekillenmenin ise bir tek nöronun diğer binlerce nöronla kurduğu “köprüler” (dendritler) sayesinde oluştuğu kabullenilmektedir. Evdeki kedinize mamasını vermek için konserve tenekesini açmaya başladığınızda, sesi duyan hayvan hemen yanınıza koşar. 0 anda, kedinin ağzı sulanmaya ve midesine gastrit salgılar dolmaya başlar. Bu; kedinin beyninde işitme duyusuyla uğraşan hücrelerin sindirim sistemi ile ilgilenen hücrelerle dolaylı veya dolaysız bir bağlantı kurduğunun göstergesidir. Bu tür bağlantıların yıllarca beyinde saklanabilmesi, bize, beyinde gerçek anlamda moleküler birtakım bağların inşa edilmiş olduğunu göstermektedir. Bu köprülerin kurulması için öncelikle beynin bir bilgiyi veya uyarıyı uzun vadeli hafızaya almaya karar vermesi gerekir. Bu karar verilince, nöronların çekirdeğindeki genetik kodlar otomatik olarak harekete geçer ve yeni proteinler üretilmeye başlanır. Canlı dokuların “tuğlaları” niteliğindeki bu materyalleri kullanan hücreler, çevredeki diğer hücrelere uzanan ilave bağlar inşa ederler. Böylece oluşan dendritler sayesinde hücrelerarası kalıcı şebekeler meydana gelir.

İç veya dış etkilerden ötürü, bu şebekelerdeki hücrelerden sadece birinin uyarılmasıyla başlayan ateşleme (elektriksel ve kimyasal iletişim), zincirleme reaksiyonla hücreden hücreye aktarılarak, geçici bir aktif devreye dönüştürülür. İşte bu faaliyetlerle birlikte, bir anda birçok şey anımsanır. Hatırlama (recall) denen bu sürecin tam olarak nasıl oluştuğu henüz kesinlik kazanmamıştır; ama en çok kabul gören varsayım şudur: Bilince ulaşan uyarıların önem ve şiddetine göre; ya birkaç yüz nöronu ve bunların dendritlerini kapsayan küçük ve lokal devreler aktive olur veya devreler büyüdükçe büyür ve milyonlarca hücrenin ve bağlantılarının oluşturduğu büyük devrelere dönüşür. Bir devre içindeki hücrelerarası sinyalleşmeler devam ediyorken, henüz tam olarak ne olduğu bilinmeyen bir “dekoder” (veya çözücüler), protein moleküllerinin bir sisteme göre dizilişinden oluşmuş bağlantılardaki kodları deşifre eder ve bilince ulaştırır; böylece hatırlarız.

Düşüncenin de gene bu devrelerin aktivitesi sonucu ortaya çıktığı sanılmaktadır. Beyindeki bilgi işlem üç aşamada gerçekleşir:
• Girdi; bilginin aktarılması
• Depolama; bilginin belleğe yerleştirilmesi
• Program; bilginin örgütlenmesi ve yorumlanması

Bilince ulaşan bir uyarı, bilgi veya düşünce “anabellek”e (uzun vadeli hafızaya) alınmadan önce, genellikle beynin Talamus denen bölgesindeki az dendritli hücrelerin ateşlediği ve ortalama 20 saniye kadar devam eden devrelerde bekletilir. Bu sırada beyin bunlardan hangilerinin saklama (store) özelliğine sahip olduğuna karar verir ve gereksiz olanları elimine ederek, unutur. Saklanması gerekenler ise, kolayca geri çağrılabilmeleri için, ilgili görülen nöronlara aktarılır ve orada inşa edilen yeni bir dendritin üzerine kodlanarak kaydedilir. Hatırlama miktarı ise başlıca üç şeye bağlıdır:

• Malzemenin (bilgi, uyarı veya düşüncenin) anlamlı olma derecesi ve önemi
• Malzemenin ne düzeyde iyi öğrenildiği
• Malzemeden önce veya sonra öğrenilen diğer malzemelerin bozucu etkileri.

İlerleyen yaşla birlikte bellek yitiminin de ilerleyeceğini düşünmek doğru değildir; çünkü daha önce belirtildiği gibi, hafıza beynin bir bölümüne sıkıştırılmamıştır, yaygındır ve çeşitli imge ve imajların farklı bölgelere kaydolması sayesinde fonksiyon gösterir. Örneğin, yaşam boyu tanınan insan yüzleri ayrı bölgelere, bu insanların ses tonları başka bölgelere kaydedilir. Ve de belleğin yüzlerle ve seslerle ilgili gücü çok az kayba uğrar. Bizleri hafıza zayıflığı konusunda yanılgıya düşüren şey, kısa vadeli belleğin işleyişi hakkındaki bilgi noksanlığıdır ve beyindeki bilgi-işlem yöntemlerinin tam anlamıyla anlaşılamamış olmasıdır. Bilgiler uzun vadeli hafızaya devredilip, depolanmadan önce kısa vadeli hafızada bekletilirken, Talamus’ta bir fonksiyon kaybı varsa, bilgi depolamada aksaklıklar baş gösterir. Ve bu durum sonuçta, hafıza kaybı şeklinde anlaşılır ve anlatılır.

Fakat kazanılmamış bir şeyin kaybedilmesi sözkonusu olamayacağı gibi, bu hafızaya girmemiş ve kazanılmamış bilgilerin kaybından söz edilemez. O halde bu durum; bellek yitimi değil, depolama mekanizmasındaki bir bozukluktur. Bu nedenledir ki pek çok “yaşlı” insan, 60 yıl öncesini dün yaşanmış gibi anlatabilirken, dün yaşananları çok az anımsayabilirler. Çünkü 60 sene önceki depolama sağlıklı şekilde gerçekleşmiş ve bilgiler herhangi bir kayba uğramadan düzenli ve kuvvetli bir şekilde depolanmıştır. Oysa dünkü tecrübeler bu mekanizma bozukluğu yüzünden uzun vadeli hafızaya kaydedilemeden ve daha kısa vadeli bellekteyken elenip saf dışı bırakılmıştır.

Kısa vadeli bellekteki bu aksaklığa sebep olan etkenlerden biri, yaşlanmanın getirdiği girdi zayıflığıdır. Özellikle 40 yaşından sonra, aniden veya yavaş yavaş ortaya çıkan görme, işitme, tat alma, koku alma, acı duyma gibi beş duyu mekanizmalarındaki kapasite yitimi ile birlikte hareket kabiliyeti ve tepki hızı gibi bedensel dinçlikte azalmalar görülür. Böylece, girdinin bilince ulaşması daha az etkili ve daha yavaş gerçekleşir. 0 nedenle de girdilerin belleğe kayıtları “silik” veya etkisiz olur. Diğer sebepler arasında; entelektüel merakın azalması, kötü alışkanlıkların birikmesi, pratik sorunlarla daha fazla uğraşma gereği, hastalıkların artması, sinir sistemindeki değişmeler, hormon ve nörotransmiter salgılarının azalması ve bütün bunların “yaşlanmanın bir gereği olarak kabullenilmesi” sayılabilir.

Son yıllarda oldukça popüler hale gelen hafıza oyunları ve belleği geliştirme metotları, beynin bu nörofizyolojik çalışma düzeninden yararlanılarak tasarlanmıştır. Burada da dikkat edilmesi gereken konu şudur: Hafızanın saklama ve hatırlama işlerini yapması, bilincimizin kontrolü dışında (istençdışı) cereyan etmektedir. Bu nedenle hızı yüksektir ve hatta tüm yaşamımızı “bir film şeridi gibi” çok kısa sürede gözler önüne getirebilecek sürattedir.

Oysa birtakım tekniklerle hafıza oyunlarına girişildiğinde, bu faaliyetler bilincin kontrolüne girer ve özellikle hatırlama (recall) işlemlerinin hızı çok yavaşlar. Bunun sebebi; saklama ve hatırlama işlemlerinin bilincin farkında olduğu imajlar yardımıyla yapılmasıdır. Zira bu yöntemler uygulanırken, hafızanın otomasyonu durdurulur ve bilincin “manüel imaj seçimi” devreye sokulur. Bu durum da, hız kaybına yol açar ve hafızayı doğal fonksiyon göstermekten alıkoyabilir. Yani sakıncalar doğurabilir...

Ayrıca bu işi hobi veya meslek haline getirenler, kuvvetli hafıza kavramı ile üstün zekâ kavramını birbirleriyle karıştırmakta, hafıza tekniklerini başarıyla uygulayanları birer “dâhi” olarak lanse etmekte ve bilerek ya da bilmeyerek toplumu yanlış bilgilendirmektedirler. Konuyu zekâ türlerinin de hesaba katılması gerektiğini hatırlatan bir açıklama ile kapatalım: Belleği işlek bir insan; hafızası tembelleşmiş birine kıyasla zihinsel fonksiyonları bakımından daha avantajlıdır. Fakat bu onun daha “zeki” olduğu anlamına gelmez. Örneğin; Yaşar, belleği son derece tembel ama 100 metre mesafeyi 8 saniyenin altında koşabilen üstün atletik zekâya ve fiziksel kapasiteye sahip bir genç; Kemal ise çok kuvvetli bir hafızaya, fakat vasat bir analitik zekâya sahip olsun. Bu iki insan hakkında konuşurken, kesinlikle birinin değerinden daha zeki olduğunu söyleyemeyiz.
Doğrusu, “Kemal’in hafızası, Yaşar’ınkinden daha kuvvetlidir,” olmalıdır.

Bellek sağlığınıza çok çok önem vermeniz, gerekli vitaminleri almanız, yeterince uyumanız ve kimyasallardan uzak durmanız dileğimle...

 
Toplam blog
: 147
: 2923
Kayıt tarihi
: 05.05.07
 
 

İngilizce öğretmeniyim, çevirmenim, dilmaçım, araştırmacıyım. / Beş kitabım var: Beynin Kimliği, ..