Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '09

 
Kategori
İzmir
 

Ben atı, suya kadar götürürüm!

Ben atı, suya kadar götürürüm!
 

TRT. Sanatçının çekimlerini belgesel için görüntüledi. Yayın bu C.tesi saat 19,30 da TRT 2'de


Biz gittiğimizde: TRT, sanatçı Tarık Dursun K' nın, İzmir Karşıyaka'daki evinde çekim yapıyordu. Ünlü yazarımız da lâf yetiştiriyordu onlara. Bir ara soluklandığında bir 'Hoş geldin Muzaffer' diyebildi, o kadar. Bu Cumartesi saat 19, 30 da, TRT2 de yayınlanacak bu belgesel.

Gerilere kaydık bir ara. Erol Büyükburç’un konuğu idim. Ne kadar sanatçı varsa, hepsini evinde iftara çağırmıştı. Biz, İzmir’deki gazetemiz için, yemekteki davetli sanatçıları resimlerken, kapı çaldı, SES Dergisi ekibi girdi içeri. Sehpaları kurdular, sonra toplamağa başladılar. Erol’a da çıkıştılar: ‘Başka gazeteci varken, bizi niye çağırıyorsun!’ diye. O da, ‘Yatılı misafirimdir, üstelik arkadaşım’ diye ikna edebildiydi onları. Topluca SES’ te kapak’ta çıkmıştı resimleri. Demek isteyeceğim, bu TRT. cilerden, ben resim çekerken pürüzlü lâf eden olmadı. Demek onları atlatsam da, atlatmasam da hava hoş oluyor her halde..

Esas Foça’da yaşıyor. Karşıyaka’daki evine de gelip gidiyor.’Orası, fikren çalışma kampım benim.’ Diyor Tarık Dursun. Ve ekleyerek: ‘Mecbur oluyorum çünkü. Burası da dinlenme kampım. Foça’nın bir günü, şehrin bir buçuk katı ediyor. Hayat orada, ağır çekimli sinema filmi gibi. Her şey uzun ve sınırsız. Vakitsizlik, rafa kalkmış. Sere serpelik var. Ha, unutmayayım, 900 adımlık da sahil şeridi var gezilecek. O kadar.

Kendisi bu yıl, 14 nci İzmir Kitap Fuarının onursal başkanlığını da yapıyor. Söyleştik yazı sanatı üzerine. Sormadan anlattı, uç uca maharetle ekledi:

ROMANCILIK MI? ‘Roman yazarken dinleniyorum. Hikâyeler öyle değil. O gün bitmesi ve görücüye çıkması lâzım. Romanı erteleyebilirsiniz. Yeni yayınları takip ediyorum. Titizlikle okuyorum. İşimiz bu. Yazmakla anlatmak arasındaki dil farkı, bakmakla görmek arasındaki farka benzer. Zor sanattır yazmak. Kendini bu işe adayacaksın.

Her yazarın zor yılları vardır. Yaşar Kemal, Fikret Otyam’a mektubunda yazmıştır: ‘ Sobaya kömür alamadım. Buzdolabı aldım borçla, yarı fiyatına evin kapsından sattım onu’ diyebilmiştir.

KENDİMDEN MEMNUN MUYUM? 45 yıl karımın desteğini gördüm. Ben, yazdığım hikâyenin duyulmasını isterim. Benim kadar da noktalı virgül kullanan yazar yoktur. Sigara ve içkiyi seyrek içiyorum. Edebiyat kuşağı, bizim zamanımızda zengindi. Bizim kuşak iyiydi. Behçet Necati, Rauf Mutluay gibi değerlerle yetiştik.

YAZMAK MI? Kitapların, toplumu değiştirecek güce sahip olduğuna inanmıyorum. Bizler, alçak gönüllülükle işi idare ediyoruz. Toplumun üzerine ölü toprağı serpilmiş sanki. Böyle başa, böyle tarak diyorum. Yazmak, boşalmak demektir. Romanınızı bitirdinizse, keyfinize diyecek yoktur. Ardında da üzülürsünüz, zira, bin tane kitabın 1-2 yıl içinde bitip bitmemesi sizi düşündürür. İlk kitabını çıkaracak olan kimsenin boyu, birkaç santim uzar bilirdik amma, bir şey olmadı.Yazarı güçlendiren, okurdur.

KÖŞE YAZARI: İnsanlarımız okumuyor. Bir gazeteye 15-20 dakika zaman ayırabiliyor insan. Okundukça yazar olunur. İyi bir yazardan kötü okur olmaz. Kötü bir okurdan da iyi bir yazar olunur. ‘Gezmeden seyyah, okumadan âlim, yazmadan kâtip olunmaz’. Bazı yazarlarımız ağızdan dolma tüfek gibi. Hele bazıları da tüfek bile değil! Yazar enflâsyonu mu dediniz? 1965 lerden beri sürmekte ve de aynen öyle.

EDİTÖRLÜK: Bizim yazı işleri müdürlerinin, yeni isimleri bu sıfat. Sadece sıfat, başka yeniliği yok. Çabuk karar vermek, manşete çıkacaklara tayin etmek, önemlidir. Editörlük önemli. Daha saygın hale getirilmeli. Şimdi her önüne gelen editör. Editör enflâsyonu mu? Evet, aynen öyle

GENÇLERE? Bir Çin ata sözü: ‘Ben atı, suya kadar götürürüm’ Yani atı, suyla baş başa bırakırım. At burada, yılanla mı, çıyanla mı, deniz ejderi ile mi, lağımla mı karşılaşır, burası beni ilgilendirmez demeğe getirilmiştir. Değerlerin skalası değişti günbegün. Bizden sonrakilere de ayıp oluyor.

GÂVUR İZMİR: İzmir, kocaman bir taşra. Yerli ve geleneksel tarihi dokusu içinde hep demokrat kaldı. Osmanlılın batı’ya açık iki penceresi İzmir ve Selânikti. Her türlü uygarlık İzmir’de başlamıştır. İlklerin memleketidir. İlk kurşun, burada atılmıştır. Buradaki gâvurluk, yenilikçi manasındadır. Dışa dönüklüktür, milliyetçiliktir, vatanseverliktır. Ayrıca, İzmir, eline ve diline de çabuktur.

DÜŞ GİBİ: Masal okumayı seviyorum. Hayâllerimizi artırıyor. Çocukların düş dünyasını genişliyor. 6-7 bin şiir okudum. Şimdi şiir antolojisi hazırlıyorum. Masallar sizi çocuklaştırır.

AŞMAK: Yazar, başta kendisini aşmalı. Aynı olayların dışına çıkabilmeli kelime kalıplarını değiştirmeli. Yazar çağdaş olmalı. Toplum zaten yalnızlaşıyor. Zaten yalnızdı, şimdi iki kat bu yalnızlığı… Şunu belirtmek lâzım ki, çağımız, yalnızlıklar içinde yalnızlıkları yaşıyor. İyiler sadece, masallarda kaldı.

SAYGI: Her daim doğa kanununun pençesinde olmak, sıkıyor insanı. Yer veriliyorsa bir toplumda, yaşınız dikkate alınıyor. Sonumuz, ilâhi icabata uyacak şekilde tecelli edecektir amma, bu ihtiyarlık denen nesne, can sıkıcı. Doğa, elinden tutmuş, adım adım seni ölüme götürüyor, göstere göstere hem. Elinden kurtulup kaçamazsın.

ÖDÜLLERİ: TDK. ile Sedat Simavi Edebiyat ödülü sahibi. Ayrıca hikâye, roman, şiir, ve edebi eserlerine sahip sanatçımızın aldığı plâket, mansiyon ve ödüller, vitrinlerden sehpalara taşmış vaziyette. Koyacak yeri kalmamış. Sualimiz üzerine: ‘ Çok ağır değişiyoruz. Bunun da farkındayız. Uygarlık atılım yaparken bunu görmezden gelirseniz, bu, eşyanın tabiatına aykırı bir şeydir. Biz tembel milletiz. İklimin de etkisi var. Çalışmayı sevmiyoruz. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler esprisi içindeyiz. Siyasal iktidarlar kitaba düşman. ‘Uyanır da devrim yaparlar!’ diye kuşku var.’ Dedi.

HAYATI SEVİYOR: Yaşına göre enerjik. Çalışmak, onun için bir ibadet gibi. Halâ daha üretiyor, ortaya eserler koyuyor. İnsan sevgisi ve kalenderlik, kitaplarındaki gibi. Hayatta her boyaya girmiş çıkmış.Üstelik, derin bir hoşgörü sahibi. Durup durup, beklenilmeyen bir anda yüksek sesle espri patlatıyor ki, deme gitsin.

TRT’cileri göstererek. Bunların yerine ben olsam, senin Foça’daki 24 saatinin belgeselini hazırlardım. Koskoca yalnızlıkta kendini nasıl çocuklar gibi şen şakrak, hafızası yerinde, yakışıklılığı yerinde, deniz ve insan sevgisiyle olan muhabbetinin filmini çekerdim’ dedim. Bilgiç bilgiç gülümsedi.

BELGESELLER, HER ŞEYİ KAPSAMALI: Değil mi ya! Belgeselde; detaycılık ve kapsam alanı, iç içedir. Bunu ayırt ederek nüansları vermek lâzım. Geriye, ‘ Aaa, onu da söyleseydik . Aaaa, onu da çekime dahil etseydik, veya ‘tüh, o ek belgesel filmi, eklemeyi unuttuk’ gibi lâflar ediliyorsa, o belgesel, safsatadır. TRT; Dolaplardan taşan plâketleri ve onların çarpıcı hikâyelerini de, ben yokken, görüntüye aldı mı diye, merak ediyorum. Bakaciz…Göreciz!..

Veda ederken de, ‘’ Gel foçaya’ da mangal yapalım, şişeleri açalım’ dedi. Sesi, denizin pırıltısı gibi ışıl ışıldı. Bense. TRT’ cileri işaretle: ‘ Onları bu geceden itibaren atlatacağız ya, sen ona bak’ derken, karşılıklı bilgiç bilgiç ve suskun gülümseyerek veda ettik.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..