Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Ben beni (mim)ledim?... Neden blog yazıyorum?

Ben beni (mim)ledim?... Neden blog yazıyorum?
 

Milliyet


Neden blog yazmak istedim? Neden hemen üye oldum? Neden ben beni (mim)ledim.

İnternette sörf yaparken tanıştım "Milliyet Blog" güncesi ile."Üç adımda blog" yazabilirsiniz diyorlardı. Kızım, karşına tesadüfen çıkmış, güzel bir fırsat, neden olmasın? Üye ol ve hemen yazmaya başla diye söylenirken.

Blog katagorisine girince " Neden blog yazıyorum? " soruları ile karşılaştım.

Önce gelenek böyle herhalde dedim. Hemen sayfaları tıklayınca fark ettimki, bu bir oyunmuş. Bende beni "mim" lemiş oldum. Umarım bir pot kırmamışımdır. Adettendir, internette yeni üye olunan sitede yazı yazmaya başlarken herkese merhaba denir. Ben kısaca merhaba diyerek, kim olduğumu, neden yazdığımın amaç ve ilkelerimi, anlatmak istiyorum.

"Keskin kalem"
i böylece daha iyi tanımış olursunuz.

Ortalık bir hayli karışık. En önemlisi, kafalarımız karışık.

40 yılı devirmiş, yolun yarısına merdiven dayamış biri olarak özü, sözü, bir olan, zekasını ve mantığını kullanan, konuşurken boş konuşmalara prim vermeyen, güven veren insanları severim. Güven duymadığım kişilerin ipleri ile derin dibi görünmeyen, kuyulara inmemeye özen gösteriyorum. İnsanlarla hemen samimiyet kuramam. Onları inceler, kendimce belirli testlerden geçirip, temkinli yaklaşarak dostluk kurmaya çalışırım. Yapmacık, riyakar, tanımadığım, dostluğundan veya arkadaşlığından emin olmadığım kimselerle hemen kaynaşamıyorum. Çok konuşan insanlar, "genelde yalan söyler" derler. Çok konuşan, başkalarının avukatlığına soyunan, alaycı, insanlardan da hoşlanmıyorum.

Belkide kendimi korumanın yolu olarak görüyorum. Çevremde ihanete uğramış, acılardan nasibini almış, üzgün, somurtkan, hayata küskün, işsiz güçsüz, insanlar gördükçe temkin duygularım daha fazla ön plana çıkıyor. Zaman kötü, ilişkilerinizde dikkatli olun, herkese güvenmeyin, sırrınızı anlatmayın. (!)

Boşuna dememişler.

Siyasetle ilgili düşüncelerimde aynen böyle. Bir Türk kadını olarak ekonomik ve sosyolojik sıkıntılara başkaldırıp, yaşanan her türlü olumsuzlukda yenik düşmek istemiyorum. Kömür torbalarından medet uman, yiyecek ve erzak torbaları ile oy dilenen, bir gecede doğalgaz ücretlerini yükseltip, düşüren, seçim yatırımı yapan siyasetçiler görmek istemiyorum. Türkiyemizde büyük bir çoğunluk korku, panik içinde, bizler nereye gidiyoruz düşüncesi almış başını gidiyor. Türkiye Cumhuriyeti'ne, Ulu Önderimiz Atatürk' e, laikliğe saldırılar inanılmaz biçimde arttı. İşsizlik, aşsızlık, çaresizlik halkı pençesine almış, yerden yere vuruyor…

Birilerinin umrunda değil. Mahkeme koridorları icra dosyaları ile dolup taşıyor. Kimse borcunu ödeyemiyor. İşten çıkarılan işçiler hakkını aramak için hukuka başvuruyor. Yargıtay' da dosyalar bir yıldan önce dönemiyor. İşe iade davaları iki yıldan önce sonuçlanmıyor. Gidip başka yerde işe başlasalar dava alacaklarını alamıyor.

Toplumumuz parçalanmış ikiye bölünmüş duygularla perişan ve sefil halde (!)

Ekonomik kriz, giderek ocak söndürmeye, can almaya doğru şiddetleniyor. Diğer yanda, kısa süre önce, ülkede önemli mevkilerde bulunmuş değerli bir hukuk adamı ve yargıç Yargıtay Onursal Başkanı Sayın Sami Selçuk; 20 yıllık yargıçlık (hukukçuluk) dönemimde böyle bir iddianame görmedim diyor. CMK hiçe sayılmış, yok farzedilmiş durumda. Ne için diyor? Ergenekon davası için düzenlenen iddianame için. DENİZ FENERİ olayı daha doğrusu yolsuzluğu yani FACİASI; tüm haşmetiyle olduğu yerde duruyor. İktidarın, olaya yönelik tıkanmış, işlemeyen hukuk mekanizmasını hareketlendirmeye, hızlandırmaya en küçük girişimi yok.

Hatta dosyanın Almanya’dan Türkiye Cumhuriyeti savcılarına intikalindeki gecikme ne kadar uzarsa, o kadar memnun olacak gibi görünüyor. Almanya’dan Türkiye’ye dosyaların intikali konusu 150 günden fazla oldu her ne hikmetse hala dosya gelemedi (!) Toplum beklenti halinde. Güzelim ülkemiz ne durumlara geldi daha doğrusu getirildi görüyor musunuz? İçimiz acıyor. Yarınlarımızdan umutlu değiliz. Bütün olanlara karşın; ne yazık ki; “Bekleyin, durun hele bu işin sonu nereye varacak” diye merak etmeyen bir aymazlık içindeyiz(!)

Ülkemizde binlerce fakir insan varken, televizyon kanallarından 2, 5 Tirilyonun üzerinde para toplanıyor. Neden bu paralar bizim ülkemiz insanı için kullanılmıyor? Madem bu kadar zenginiz neden bizim ülkemiz insanı için harcanmıyor? Acaba biz Filistin halkı gibi savaş durumunda olsaydık onlar bize el uzatırmıydı? Arap ülkeleri 2, 5 Tirilyon para toplayıp bizim emrimize amede ederler miydi? Yazıktır, ayıptır, günahtır. Ülkemiz insanına gelince kriz var bahanesi ile insanlar işten çıkarılıyor, kimse bu işsiz insanlara el uzatmıyor. Filistin halkın'a bir gecede Tirilyonlarla ifade edilen paralar toplanıyor. Yoksa kriz yokta biz mi uyduruyoruz? Yaşadıklarımız bir rüya mı?

Futbol Federasyonu bile coştu.

Doğuda hastalar tedavi olmak için kilometrelerce yol tepip büyük şehirlerdeki makinalara girmek için sıraya giriyor. Ülkemizin değerli iş adamları Filistine 2, 5 milyon dolarlık makinalar gönderiyorlar. Sorularım bir tane iki tane değil ki...

Yüzlerce belki binlerce (!)

Sorular sorular sorular... ????

Verilecek bütün yanıtlar cevapsız. Sırf başbakanımız arap ülkelerine hava atıp desinler diye bir gecede 2, 5 Tirilyon para toplandı. "Biz neymişiz be ağabey diyesim geldi"? Gülümsedim !

Bu nedenlerden dolayı solgun renkleri hiç sevmiyorum. Canlı, parlak renkleri, güzel insanların ruhlarına benzetir, özdeşleştiririm. Ülkemizinde, toplumumuzda canlı ve parlak renklerle ışıl ışıl, cıvıl cıvıl olmasını istiyorum. Keşke bizim ülkemizde de her şey yolunda gitseydi, kriz gerçekten bizi teğet geçseydi de, 5 Tirilyon toplayıp yardım etselerdi. Kendi ülke insanına gelince yok, elin arap' na gelince var. Biliyorum asla benim hayallerim gerçek olmayacak.

Belkide benim isteklerim gerçekleşmesi mümkün olmayan boş bir hayal (!)

Bu kadar mı adaletsiz bu dünya?

Günlerimi boş, monoton, solgun geçirmemek için, henüz ilkokul yıllarında öğretmenim' in önerisi ile günlük yazmayı başladım. O gün, bugündür yazarım. Sevdiklerimi kaybettiğim, üzgün hayata küskün olduğum bir gün sinirlenerek bütün yazdıklarımı sobaya atarak yaktım. Amacım geçmişin kötü anılarından kurtulmaktı. Şimdi ellerim bomboş. Kendimce geçmişime sünger çekip beyaz bir sayfa açtım. Bundan böyle artık defterlere, boş kağıtlara değil, internette edindiğim günceme yazmak istiyorum.

"Keskin kalem" rumuzunu neden tercih etmiş olduğumu, merak edenleriniz olabilir?

Babam ( Milli Eğitim Müfettişliğinden ) emekli olduktan sonra, yaşadığmız şehrin yerel gazetesinde köşe yazarlığı yapmaya başladı. Köşesi' nin ismi "Keskin kalem" di. Babam ölünce, kardeşlerim sende babamız gibi yazmayı seviyorsun, rumuz senin hakkın dediler. Babamdan miras kaldı, bende büyük bir onurla sahiplendim. İnanın çok heyecanlıyım. Umarım benim kalemimde babamın kalemi gibi keskin olur. Okuyanlar beğenir, bu sayede babamın rumuzu yeniden hayata geçip okuyuculara ulaşacak. Yazımı zaman ayırarak okuyan sizlere, güncemi onaylayıp yayımlayan editörlere, böyle güzel bir imkan yaratan "Milliyete" teşekkür ederim.

Herkese selam, sevgi, saygılarımı sunarım.

Kusura bakmayın kimseyi tanımıyorum ve "mim" leyemiyorum.


KESKİN KALEM...














 
Toplam blog
: 13
: 5499
Kayıt tarihi
: 02.02.09
 
 

Üniversite mezunuyum. Lojistik firmasında yönetici olarak çalışıyorum. Yaşam yolunun yarısını sağlık..