Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Ben bir Şirin kumrudan ayrıldım...:((

Ben bir Şirin kumrudan ayrıldım...:((
 

Şirin'in ayağının sakatlığı bu fotodan belli oluyor


Bu bir hayvan, insan ilişkisidir... Şirin’imden ayrılık öykümdür…

O’nunla tanışma öykümü, hayatıma nasıl girdiğini bir önceki yazımda anlatmıştım. Bana, hayatımın altı gününü paylaştığım, avuç içine rahatlıkla sığabilen minnacık bir kumru yavrusunun beni bu kadar etkileyeceğini, yeni evlat sahibi olmuş bir anne sevinciyle hem bu denli mutlu olup hem böylesi üzerine titreyeceğimi, altıncı günde ayrılık saati geldiğinde ise bu kadar ağlayacağımı söyleselerdi kesinlikle inanmazdım. Gerçi kendimi tanıyorum bu tür bir olay yaşayacağım kesindi ama bu kadarına Avrupa Yakası'ndaki Selin misali oha oldum, şaştım kaldım… Niye mi?...

Günlerdir hazırlandığım, gideceğim günü iple çektiğim çok sevdiğim arkadaşlarımla (Neşe’m ve Cansın Erol) çıkacağım tatil gecesi bıraktığım Şirin’den ayrılmak istemediğim için tatile bile gitmek içimden gelmediği için… Evet yemin ederim o an hiç gitmek istemedim, keşke gitmesem de Şirin’imle kalsam, onu bırakmasam diye düşünmüştüm. (O an onu terk ediyorum düşüncesine kapılmıştım da…) Hatta bıraktıktan sonra hıçkırıklar içinde Leyla’yı arayıp bunu söylediğimde, “Kıyamam Semoşuma” diye sevgi sözcükleriyle teselli etmişti. Hatta “Korkarım kumrucuk seni annesi sen de onu çocuğun sanacaksın” demişti. İşte ben bu yüzden 6 Şubat 2006 yılında göçüp giden kızımdan (kedim Boncuk’tan) sonra içimin gitmesine rağmen hayvan almadım, almamaya kararlıyım çünkü ben benden gidiyorum…

Pazar günü bulmuştum Şirin’i ya beş gün sonra Cuma akşamı da yola çıkıp Uşak’a gidip Neşe’mi alıp, onunla Antalya’ya hareketle Cansın’la buluşup Kekova Üçağız’a gidecektik. Bu geçen beş gün zarfında yaşadıklarımı nasıl anlatsam bilemiyorum, o anları, birbirimize anne çocuk gibi bağlandığımızı nasıl yazıya dökebilirim ki… Her gün gazeteye getirdim Şirin’i, ilk bir iki gün elimi uzatıp sevmek istediğimde kendini geriye doğru çekip tüylerini kabartarak tabiri yerindeyse gardını alarak kendini müdafaa ediyordu aklı sıra. Üçüncü günden sonra bana alışarak bu hareketi yapmadı, bazen avucumun içine alıp uyutuyordum onu. Yere atlayıp hafiften uçma denemeleri de olmuştu. Hele dört ve beşinci günlerdeki hareketleri ona iyice bağlanmama sebep oldu.

Masamın üzerine gazete sermiştim. Minik iki kap içine suyu ve yemini de koymuştum. İşimin çok olduğu zamanlarda ise, getirip götürürken kullandığım içine bez koyduğum plastik kutunun içinde uyuyordu. Bu arada sesini de duyurmuştu bana arada bir incecik ciiiik sesi çıkartıyordu. Yemeğini yedikten sonra büyük bir telaşla bir ayağı hafif aksayarak (sağ pençesinin iki parmağında can yoktu ve pençesinin iç kısmı bu hasardan dolayı şişmişti. Bu yüzden pençesiyle yeri kavrayamıyor yürürken kayıyordu) masamın kenarına gelip cik cik ötüp, kanatlarını titreterek avucumu masamın kenarına getirmemi istiyordu. Evet bunu istiyordu benden ve ben avucumu masanın kenarına koyduğumda pıt pıt atlıyordu elimde uyumak için. En fazla on dakika durup elimden klavyeye atlayıp tekrar yemeğini yiyip pıtı pıtı koşarak masanın kenarına gelip yine cik cik öterek, kanatlarını hafiften çırparak elimi istiyordu.

Bu hareketiyle bana nasıl bağlandığını anladım. Gelen giden iş arkadaşlarım da şaşıp kalmışlardı bu hareketine. Çünkü yaklaşan ele arkası dönük olduğu halde benim elim dışındaki başka bir ele karşı gardını alıyordu yine. O’na benim de nasıl bağlandığımı, aramızda nasıl bir sevgi bağı oluştuğunu varın siz düşünün…

Ben Cuma gününe kadar hep Şirin’i de tatile götürme kararındaydım. Yemini suyunu kutuya koyarım, odanın içinde durur diye düşünmüştüm. Cuma sabahı Neşe’me bir misafir getireceğimi söyledim şakayla, sonra Şirin’den bahsedince, getirmemin uygun olmayacağını söyledi. Odada uçmak ister, etrafı pisler, kapalı kutuda rahatsız olur diye söyleyince hak verdim söylediklerine. Üstelik daha önce oğlumla konuştuğumda götürmene gerek yok ben akşamları evdeyim, bakarım demişti. Ama o ana kadar aklıma gelmeyen acı bir gerçek de balyoz gibi indi beynime… Ben bu yavruyu ancak uçmaya başlayana kadar tutabilirdim., Şirin bir kafes kuşu değildi ki.. Eninde sonunda onu doğaya salmalıydım. Uçmaya alışana kadar benimle kalırsa iyice evcilleşecek, yanına yaklaşan herhangi bir tehlikeye karşı kendini koruma içgüdüsünü yitirecekti. Yani ben yavrucağa kötülük etmiş olacaktım istemeyerek de olsa…

Hemen telefonumda kayıtlı Fatih’teki bir hayvan barınağını aradım. Durumu anlatınca bana Büyükçekmece’de Empati adlı bir veterinerin telefonunu verdiler. Müge isminde genç bir veteriner hekimle görüştüm. Hayvan sevgimden ötürü pek çok sokak hayvanını da değişik veterinerlere götürdüğüm için veteriner, mesleğini severek mi yapıyor, hayvanları seviyor mu anlarım. Müge çok tatlı, yüreği sevgi dolu bir genç kız. Bunu ilk konuşmasında anladım ve durumu anlattım ona. Ben “Şirin’e nasıl davranmalıyım, aşırı sevgi zarar verir mi” onu danışmak için aramıştım. Mügecik beni dinledikten sonra getirin biz bakar, büyütür, doğaya salarız deyince bir anda kalakaldım. Hadımköy’den Büyükçekmece de yakın sayılırdı. Üstelik biraz orada tuttuktan sonra yine Büyükçekmece’de bulunan kanatlı hayvanlar rehabilitasyon merkezine göndereceğini söyledi. Peki ben akşam getireceğim deyip kapattım telefonu.

O andan itibaren beni görmeliydiniz… Bir yandan işimi yapıyor, bir yandan hüngür hüngür ağlıyordum. Hele ki Şirin’in pıtı pıtı koşup da elimi aradığı anlarda kopuyordum ağlamaktan. Bir anne düşünün yeni doğmuş çocuğunu imkanlar elvermediği ya da bakamadığı için bir kuruma vermek zorunda ve yüreği kan ağlıyor, işte abartısız bu duygular içindeydim. O’nu ilk iki gün bir bebek gibi beslemiştim. İki çeşit toz yem alıp, bulamaç yapıp minik bir çubukla ağzına sokmuştum annesinin gagasından yedirir gibi. Bebeğim gibi olmuştu benim. Neyse ki sonraki günlerde toz mamayı yemeye başlamıştı. Onun için en uygun yer olacaktı burası ama elimde değildi sanki onu terk ediyordum. O kadar alışmıştım ki bu duygularımı kelimelerle anlatmam mümkün değil.

Ömer bey geldiğinde durumu anlattım, beni öyle ağlar görünce de beni götüreceğini söyledi. Saat altıya doğru çıktık, yarım saatten fazla süren yolda her zaman sürekli konuşan ben tek kelime konuşmadan sessiz sessiz ağladım. Empati’ye geldiğimizde arabadan inip içeri girerken ağlamaktan konuşamaz haldeydim. Sağolsun Müge bu gibi durumlarla pek sık karşılaştığından sanırım çok anlayışlıydı. Büyükçe cam bir kafese koydu. Benim salak saçma sözlerimi anlayışla karşıladı. “Yeni gelişiyor ya çok yiyor, yemi bitmiş mi diye sürekli bakın olur mu? Bana çok alışmıştı arada bir konuşursanız kendini yalnız hissetmez. Geceleri üşür diye üstünü örtüyordum siz de örtersiniz değil mi? İyi bakacağınızı biliyorum siz benim sözlerime aldırmayın” diye salya sümük konuşup durdum. Hocam kapıda bekliyordu, ayrılık vakti gelmişti. On gün sonra geleceğim seni görmeye deyip vedalaştım. Yolda birden aklıma pençelerinin üşüdüğü bu yüzden elime gelmek istediği geldi. Hemen aradım yine hıçkırıklarla gece ayaklarının altına bir bez koyarsanız üşümez diye belirtince merak etmeyin biz gerekeni yaparız dedi telefona çıkan kişi.

Onun için en doğru olanın bu olduğuna kendimi inandırıp kendimi yatıştırmaya çalıştım ama gece otobüs yolculuğum boyunca hep aklıma geldi ve ben sürekli ağladım… Otobüsten inerken getirseydim ne kadar eziyet çekecekti iyi ki Neşe’m uyardı beni de getirmedim deyip rahatladım da tatilim huzurla geçti.

Antalya’dan aradığımda bir türlü Müge ile karşılaşamadım ama telefona çıkan kişiler iyi olduğunu söylediler. Ne olur daha minicik iyi bakın olur mu, ben dönünce görmeye geleceğim diye de belirttim.

Bugün pazartesi, sabah aradığımda henüz merkeze göndermediklerini aynı yerde olduğunu söylediler. Sevinçle aman bugün de göndermeyin ben akşama görmeye geleceğim dedim. Eve onda da gitsem olur onbirde de, onu görme düşüncesi içimi sevinçle dolduruyor akşam olsun istiyorum bir an önce… Acaba beni tanıyacak mı merak ediyorum, yine koşa koşa elime gelecek mi?

 
Toplam blog
: 203
: 2037
Kayıt tarihi
: 23.10.06
 
 

İnsanların yapmaktan mutlu oldukları hobileri vardır. Benim de en severek yaptığım, hayatımda yen..