Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ben bu yazıyı yazmak istemiyorum

Ben bu yazıyı yazmak istemiyorum
 

Ben bu yazıyı yazmak hiç istemiyorum. Lütfen inanın bana, gerçekten. Ben mesela şuan; kanepemde yayılmışken; bilgisayarım kucağımda; mis kokan çayımın, tembelliğimin en önemli şahidi ve unsuru olan, üzerinde ne ararsanız bulabileceğiniz, kocaman sehpada buharı tüterken; “media player”da Sezen şarkıları çalarken; duygularınızın birkaç teline illa ki dokunacak içli bir aşk yazısı yazmak isterdim. Şimdi çok uzaklarda atan bir kalbi, bakan iki gözü ne kadar özlediğimi anlatırdım örneğin. Ya da, kahve sohbetlerimizden derleme birkaç cümleyle; insan psikolojisinden girip, kadın-erkek ilişkilerinden dem vurup, birbirlerini ne kadar anlamadıkları konusunda okkalı bir cümleyle yazıma nokta koyardım mesela. Ya da gördüğüm bir filmin ardından, Hollywood sinemasının sığlığı üzerine birkaç paragraf eskitebilirdim hiç zorlanmadan. Acıyın bana, yapamıyorum...

Çünkü yaşadığım ülkede olup bitenler; hiç dinlenmeden, ard arda atılan bomba gibiler, sersemletiyorlar beni, yalpalıyorum adeta.

Millet sevgisinin; gözlerinden çok, gönülleri kör, kulakları duymaz, “yoketme” dürtüsünün hareketlerine ve sözlerine yön verdiği insanların tekelinde olduğu bir yer oldu benim doğduğum yer. Sevgisi; milletini aştı, ona zarar vermeye başladı.

Topluluklarda ve kurumlarda konuşlanmış, konağının kanını emerek yaşamış, ondan beslenmiş bu insanlar. Nefretle yayılan düşünceler beyinlerini kaplamış, muhakeme gücünün yerini almış.

Millet sevgisinden bahsediyorlar ama, gözlerinden, ağızlarından nefret kusuyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenlerin, kendilerinden görmediklerinin nefes alıp vermesine tahammülleri yok. Kanlı eller alınlara koyuluyor. Kanlı eylemlere göz yumuluyor.

Bu denli büyük bir tepkiselliğin altında; çok zaman önce beyinlerde kistleşmiş sağlıklı olmayan bir ruh hali seziliyor. Koruma güdüsü anlaşılabilir ama, paranoyaya varan bir saldırganlık itkisiyle doğan oluşumlar çürük kokusu veriyor benim ülkemde.

Benim yaşadığım yerde, dünyanın en iyi edebiyatçılarından biri seçilen, ülkesine nobel tacını alıp getiren bir aydın barınamıyor. Faşistler, göğsünü gere gere boy gösteriyor orda burda, maçta, sokakta; o canını kurtarmak için, bırakıp gitmek zorunda kalıyor topraklarını. Benim gözümün önünde ise; Hrant Dink öldürüldükten sonra; birkaç gün içinde çöken, kararan yüzü kalıyor Orhan Pamuk’un.

Bombadan korkulmuyor, kalemden korkulduğu kadar. Gazetecimin yakası davadan kurtulmazken, bombacı elini kolunu sallaya sallaya kirletiyor boş beyinleri. Hukuk sistemi benim yazarım için ekspres hızıyla işlerken; diğer bazı malum davalar zaman aşımına uğruyor.

Bu körü körüne hissedilen bağlılık; geriye bir adım oluyor ülkem için. Ego yüksekliği mi, kompleks mi olduğunu bir türlü anlayamadığım bu düşünce tarzı gözleri bürüyor; çok sevdikleri ülkenin ilerlemesi umurlarında bile olmuyor.

Şu günlerde, televizyonumda bir sürü ceketli adam, sürekli konuşuyor. Çünkü, faşistlerin egolarını zedeleyen; beyniyle, kalbiyle, kocaman gülümseyişiyle adam gibi bir adam öldürüldü benim doyduğum yerde. Okumuş ve seçilmiş oldukları için onlara söz veriliyor, ama hepsi bir yanlışı başka bir yanlışla düzeltmeye veya açıklamaya çalışıp duruyor. Onlarca çözümsüz kelime topluluğu uçuşup duruyor her akşam kocaman anavatanımın içindeki küçücük odamda.

Benimse; ne yazık, sık sık nüks ediyor şu yarım aklıma gitmek. Çoğalan bağnaz ve faşistlerden; adaleti kendi tekeline alan beli silahlılardan kaçıp; başkalarının doğduğu, doyduğu yerlere gitmek. Neye yarar, uzaktan daha mı az üzüleceğim ülkemin geri adımlarına?

 
Toplam blog
: 4
: 456
Kayıt tarihi
: 23.01.07
 
 

Ankarada yaşıyorum. 27 yaşındayım. Moleküler biyoloji ve Genetik bölümünde doktora yapıyorum, akadem..