Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ben bugün bunu gördüm

Ben bugün bunu gördüm
 

by Suret (Hüznüyle gülümseten adamdan...)


Duşa kabinin açılır iki kapı kanadı çelikli gibi mıknatıslı gibi oluyor ya, birbirine yaklaştırınca kendiliğinden gibi otomatik gibi kapanıveriyor, işte o anın hastasıyım, büyük müptelasıyım. Duş alayım almayayım günde en az 4 kez duşa kabin kapısı açıp kapamadan yaşayamam, yapamam ben bunu.

Bunu duydum ben: (Parkta oturan çatlak sesli bir amca karşısındaki bir gence fırçalar tarzda anlatıyor.) –aptal ayrı abdal ayrı. Aptal böyle hesabını bilmeyen, manyak gibi salak gibi bişi. Abdal ermiş kişi, feylozof insanı.

“Bilmukabele” lafının bol bulamaç kullanılabileceği ender günleri iyi değerlendirin, cümlelerinizin içine mutlaka serpiştirin. “Sabahat abla her şeyden önce ev baklavası bilmukabele olmuş ellerinize sağlık” filan deseniz bile olur gibi.

Telefonda “öptüm” denildiğinde “tamam” diyen insan, sen ne biçim bir soğuk iç organlara sahipsin? Senin ciğerin ve göynün sakatat da sanki kasap dolabında muhafaza edilmiş gibi. Ne olur “ben de” desen göynümü alsan, a zalımın gızı.

Bayram münasebetiyle zırt pırt zili çalıp şeker toplayan çocuklar için kapıya makarna süzgeciyle şeker bıraktım. Yarım saat sonra kapı yine çaldı, veletlerden biri “şeker bitmiş abi” dedi. Makarna süzgecini tekrar doldurdum ve yanına “lütfen birer tane alınız” diye not yazdım. Uzun sürmedi yine bitirmiş veletler. Sanırım hep aynı tayfa, toptan şekeri keşfettiler komple alıp aralarında pay ediyolar, son çare kapı zilinin kablosunu kestim, kafam rahat ama içim huzursuz gibi.

Sevgilinin kulağını öperken küpesini yutma tehlikesiyle karşı karşıya kalan insan da, kendi içinde ne şahane bir adamdır. Onun gözleri küçük yüreği büyük, ruhu karmakarışık, hafif göbeği var, ayakkabıları ise kuşkusuz bağcıklı.

Mısır patlağına kavurga diyen bir milletin ahfadıyız. Bu bence gurur verici, neşeye boğucu bişi.

Ben bugün bunu da duydum : (Kır kahvaltısına takılan bir abla ayaklarına dolanan kediden bahsediyor.) – Soytarı patisiyle ayağıma vuruyor, "yine yeniden tereyağlı pide ver” demek istiyor.

Şu hayatta, “Kendin pişir kendin ye” sloganı-tabelası kadar da beni sinirlendiren ve sövdüren ne bileyim böyle dehşete düşüren başka da bi şey yoktur. Ya ne olacağıdı a nursuz! ben pişireceğidim de sana mı yidireceğidim a sinsi! Sinekten yağ çıkartan pis!

Ben bugün bunu anladım: Herkesler her şeylerini tazeleme derdine düşmüş. Bir çoğu: bedenlerini, tenlerini, kaslarını, saçlarını, elbiselerini, yaşam alanlarını, zevklerini, eşyalarını, cinselliklerini tazeleme derdinde. Pek azı: içkisini, çayını, ruhunu, hüznünü ve gülümseyişini tazelemeyi yeterli buluyor. Aslında pek azı farkında yaşamın anlamsızlığının ve bizim onu anlamlı kılmak için verdiğimiz saçma çabanın. Bi düşünsene blog, nelere anlam yüklemeğe kalktığımızı: kariyerli bir iş, konforlu bir yaşam, yasal bir evlilik bağı, uzun bir ömür. Birey kendi hiçliğinde boğulmaya başlayınca görüyor ki, beyhude çabalar bunlar, “ya sonra” diyor o zaman “ya sonra …”.

Bu kronik, bu vurdumduymaz, bu bitkinleştirici, bu çıldırtan anlamsızlığın içinde yaşamayı biraz olsun soslandıran şeyler de var elbet. Aşk gibi. Öyle toplumsal bir kabul görmüş, karşılıklı bir birlikteliği filan dahi gerektirmeyen bir aşktan söz ediyorum. Hatta sizin “sevgili” olarak dahi görülmediğiniz böyle adlandırılamayacağınız soyut bir iç yangısı. Hiç kuşkusuz kendi başınıza da yaşayıp külletebileceğiniz, bedeninizden, organlarınızdan, terinizden ve kendi sesinizden ziyade içsel bir ürpertinin duyumsandığı, berrak sisli ve gri buharlı bir vapur iskelesi siluetinin manzarasını oluşturduğu yalnızlık düşü, aşkın en yalın hali olsa gerek. Kimseye muhtaç değilsiniz, sadece hissediniz.

Eroir

Kaybolduğun hiç tanımadığın sokaklardan dönmüşsündür.

Güvenli limanında demirlemiş, insan-içi kıyafetlerini sıyırmışsındır.

Uzunca ara verdiğin narkotik sigarandan çekersin hışımla.

Biraz sonra bir zarurete yol yapacaksındır yalnızca

Alışkanlık dolu spontan öpüşmelere gideceksindir

Dudaklarını ince bir zarla kapatıp, akşamdan kalan öpüşleri saklayamadan.

Genç bir kızın izlerini sileceksindir dört odalı kalbinden

Ve de asosyal gülüşlerini tembel gözlerinden.

Yol bitsin istemezsin yada tersine dönsün öyle süreyim dersin

Bir düştesin bir otobüste

Boş koltuktaki hayalle sevişmişsin öylesine

Kalmaya mecalin yok, umutlu bakışlar atmaya

Gideceksin, fevkalade yalnızlığına gömülüp güleceksin

Senaryon böyle yazılmış çünkü

Yönetmen için basit bir figüransın nede olsa

Ucuz bir korku filmine dönersin otobanın ıssızlığında

En çok da biçimli burnunu özlersin ansızın yol sapağında

Virüslü ruhun kafa karışıklığı bulaştırır masum dudaklara

Ben Buldum

Özlü Laf: Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar. Paulo Coelho bulmuş.

Hoşça kalın.

Coming Soon (Gelecek Program): Bu da neymiş böyle? 

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..