Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '08

 
Kategori
Doğal Hayat
 

Ben büyüyünce mavi olacaktım

Ben büyüyünce mavi olacaktım
 

tekerleki sandalye


Yirmili yaşların başında sapasağlam bir gençken bir gecede tekerlekli sandalyeye mahkûm biri oluverseniz! Ne yapardınız? Süleyman Akbulut başarılı, sportmen bir genç. Henüz 21 yaşında. 5 ekim 1991'de, üniversite son sınıf öğrencisiyken Ankara'dan İstanbul'a dönüşte bir trafik kazası geçiriyor. Ve felç oluyor.
"Ankara'yı bırakıp İstanbul'a dönecek olmamın hüznü, bir taraftan da sevdiğim kadını bu şehirde bırakacak olmanın sızısı vardı her yanımda."
İşte gerçek hayat mücadelesine o an başlıyor.
Yaz aylarını andıran bir sonbahar günü sırt çantasıyla ayrıldığı İstanbul'a, evine, sedye üzerinde dönüyor.
Ailesi, arkadaşları dört dönüyor, pervane oluyorlar etrafında, ancak nafile, geri dönüş yok.Geçmiş geçmişte kalıyor. Aşklar, arkadaşlıklar, dostluklar…Yalnız, cevapsız, sevdasız geçiyor artık zaman…Artık önünde yeni bir hayat var, yeni ve farklı bir hayat.
Hiç yürüyemeyeceği, koşamayacağı bir hayat...
Her şeyin yaşanılarak öğrenildiği bir hayat…
Ona tutunmalı hem de sımsıkı tutunmalı.
Kazanın üzerinden geçen on yedi yılın ardından umut dolu, hayat dolu, üstelik yardıma ihtiyacı olanlara ışık veren bir Süleyman Akbulut bugünkü. Artık farklı misyonlar üstlenmiş… Omurilik felçlilerinin yardımına koşan biri o. Zaferi nasıl kazandığını anlatıyor bizlere.

Kitaptan;

"Donuk bakışlarla odanın duvarlarında gezdirdim bakışlarımı. Bu sarı duvarlar... ne kadar da hüzünle kararmıştı sabahın griliğinde? Duvarlarda asılı resimler ne kadar gölgeli, sehpaların üzerinde duran biblolar ne kadar da karanlıktı? Hem... hangi gün ölmeliydim ben?
Ölmek mi demiştim? Ben... bu cümleyi daha önce de kullanmamış mıydım?
Pencereyi kapatmak için odama giren annem yüzünden bir anda sıyrıldım zihnimdeki savaştan. Onun beni uyandırmak istemeyen tedirginliğiyle odaya girişi ve neredeyse ayakuçlarına basarak odanın bittiği yerdeki pencereye varmasının ardından dikkatlice pencereyi kapatıp perdeyi çekmesini ses çıkarmadan, uyandığımı fark ettirmeden izledim.
Her kadın içinde annelik denen duyguyu taşırdı. Annelik, akıl sınırlarını bile zorlayacak kadar özen göstermek demekti sevdiğine, ama aynı kadınlar, Melike gibi nasıl da yıkıcı olabiliyordu anaç yanlarına rağmen? Hatta bu kişi sevdiği bile olsa nasıl da yalın, rasyonel ve yıkıcı bir kimliğe bürünebiliyordu bir anda? Kurdun kuzu doğurması gibi bir şeydi bu sanki... Dün gece evimden kovduğum Melike ve bu kâbusun başladığı andan beri gözünü bile kırpmadan yaşamını bana adamış kadın... annem. Kadın denen şey hangisiydi?
Neden hâlâ düşünüyordum ki; hiç ama hiçbir şeyin önemi kalmayacaktı birkaç gün sonra. 'Unut bunları' dedim kendi kendime. 'Unut ve yoluna git.' Ne kadar sakin durmaya çalışsam da ürpermiştim yine. Oysa yüzyıllarca, hatta binlerce yıl yaşamak, hatta hiç ölmemek
isterdim; her insan gibi.
İnsan neden sonsuza kadar yaşamak isterdi? Bir sonraki günü görmek için mi, yoksa her ne kadar gün geçerse geçsin yine de kendini hiç büyümeyecek gibi düşünüp, büyümek denen şeyin ne olduğunu görmek için mi? Ben ölünce ne olacaktım ki? Ve ölünce...
ne olamayacaktım?
Büyüyünce de mavi olamayacaktım mesela... Yalnızlık beni ürkütmeyecekti; yine de her an birine sevdalanabileceğimi düşünemeyecek, sevdalandığım kadının yüreğinde yer edinebilmek için elimden geleni yaparken yaşadığımı hissedemeyecektim. Bir daha güzel bir şiir
okuyamayacaktım. Sonra bir de... birkaç kadeh rakıyla sarhoş olup kendimi
kaybedemeyecektim. Baba da olamayacaktım mesela... soyumu geleceğe bırakmanın anlamsız içgüdüsünde huzur bulamayacaktım.
Hiçbir şeye kızamayacaktım sonra, kızdığıma haddini bildirip rahatlayamayacaktım. Sonra başım bile ağrımayacaktı hiçbir zaman... bir yerlerim de kanamayacaktı. Hiçbir şey yüzünden tasalanmayacak, hiçbir şeyden tedirgin olmayacak ve en önemlisi hiçbir şeyden korkmayacaktım artık. Büyümeyecektim ben. Büyümeyecek ve onun yerine... sadece ölecektim. Ben ölünce... kahverengi, soğuk, nemli bir şey olacaktım."
(sayfa 390)

Yazar Hakkında

Süleyman Akbulut 1970'te doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul'da tamamladı. 1988'de Hava Harp Okulu sınavlarını kazandı, deneme uçuşlarını tamamladıktan sonra 1. sınıfın başında ayrıldı ve aynı sene kazandığı Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri Bölümü'nde yükseköğrenime başladı. Ancak üniversite son sınıfın başlangıcında, 5 ekim 1991'de geçirdiği bir trafik kazası sonucu belden aşağısı felçli kaldı. Felcin ardından bir yıl rehabilitasyon amaçlı tedavi gördü.
Sonraki beş yıl ortaokul, lise ve üniversite hazırlık seviyelerinde matematik dersi verdi. Bu dönemde yazdığı yazıları, Masalsı Yüzleşmeler isimli bir kitapta topladı. 1998'de Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği'nin (OFD) kurulmasına paralel olarak eğitimden geçirilerek oluşturulan ilkyardım eğitim grubunda yer aldı. 2001'de OFD'nin yönetiminde görev aldı. Bu kapsamda derneğin yasal, sosyal konulardaki işlemlerini yürüterek kamu kurum kuruluşlarına davalar açılması ve bunların takibinde görev aldı. İstanbul genelinde yayımlanan Yaşam gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. OFD'nin ulusal ölçekte yayımlanan Kimlik dergisinin genel yayın yönetmenliğini sürdüren Akbulut derneğin başkan yardımcılığının yanı sıra İstanbul Üniversitesi Özürlüler Araştırma ve Uygulama Merkezi danışmanlığını da yapmaktadır.

Sandalye
Ben Büyüyünce... Mavi Olacaktım
Yazan: Süleyman Akbulut

 
Toplam blog
: 105
: 880
Kayıt tarihi
: 18.06.07
 
 

Delice biri, aşka inanan zaman zaman hayatı tiye alan deniz tutkunu işte kısaca...