Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '12

 
Kategori
Anılar
 

Ben çocukken- 12

Ben çocukken- 12
 

Nasıl keyifli bir öğleden önce geçirdim bugün bilseniz.

Bir iş için erkek kardeşimle Şile'ye gitmek durumunda kaldık. Aslında oraya gidecek olmak, bu kadar işim arasında öyle büyük bir yük gibi geliyordu ki, bir gün öncesinden gerilip gerilip durdum. Çok ilginçtir, ben ne zaman böyle gitmek istemesem, gerilsem gitmeden önce, sonu hep keyifli olur. Bunu bile bile de her seferinde aynı durumu yaşarım nedense:)

Sabah erkenden çıktık yola, konuşa konuşa nasıl vardığımızı anlamadık. Önce, Şile'den işimizi yapacak memurları alıp Ağva yakınlarındaki annemin köyüne doğru yol aldık. Bu yolda ilerlerken hep tanıdık evler, tanıdık manzaralar karşısında ebetteki çocukluğumla beraberdim. Ana yoldan köye ayrılan yola saptığımızda memurlara, "ne uzun zaman oldu gelmeyeli, benim çocukluğumun yazları burada geçti" deyiverdim gayri ihtiyari. İki memurdan biraz daha yaşlıca olanı, "yirmi otuz yıl sonra 'benim çocukluğum burada geçti' diyecek kimse kalmayacak" dedi. Haklıydı, şimdiden köy, yaşlılar mekanı gibi olmuştu bile. Hemen hiç genç ve çocuk yoktu, tüm gençler evlenir evlenmez İstanbul'a gitmişti.

Köye varınca erkek kardeşimi memurların başına memur (!) edip dolaşmaya çıktım. Hiç, ama hiç bir şeyin değişmediği bir köy burası. Kırk yıl önce nasılsa şimdi de aynı. Sadece çocuk algımla devasa gördüğüm evler, çeşmeler, yollar daha bir ufak göründü gözüme.

Köyün ekmek pişirilen açık fırını, bir dahaki ekmek pişirmede açılmak üzere, ağzı tahta perdeyle kapatılmış şekilde aynı yerinde aynı heybetiyle duruyor. Ne zevkli idi, bu fırında pişen ekmekleri çıkar çıkmaz taze taze ısırıp yemek.

Fırının biraz yukarısında, çamaşır yıkamak için ayrılmış, taşlarla çevrilmiş bölüm de duruyor. Burada ateş yakılır, büyükçe bir çamaşır kazanı o ateşin üstüne konup çamaşırlar sakız gibi olana dek kaynatılırdı.

Çeşme de aynı yerinde, musluğundan su da akıyor ama, artık evlerde su tesisatı bulunduğundan sadece el yüz yıkama işlevini görüyor. Hey gidi, omuzlarımızın üzerinden, boynumuzun arkasından geçirdiğimiz, iki ucunda iki kovayı taşıyan ipler bulunan su tahtasıyla ne çok su taşımıştık evlerimize.

Annemin amcasının evinde kalırdık geldiğimizde ki o ev zaten annemin çocukluğunu geçirdiği evdi. Ufak bir tadilat geçirmiş o kadar. Geçtim karşısına, baktım durdum uzun uzun. Ne çok anım vardı bu evde ve hepsi de güzeldi, anneminkilerin tersine. Altında ahır vardı, köydeki her evde olduğu gibi. Dört beş, belki daha fazla inekleri vardı, bayılırdım ahıra girip inekleri izlemeye. Akşam olunca süt sağılma saatleri gelmiş demekti, benim en sevdiğim zamanlardı bunlar. Bir keresinde ben de denemiştim süt sağmayı da becerememiştim. Meğer ne sertmiş ineklerin memeleri.

Sonra tavuklar, horozlar, kazlar; mısır taneleri atardık önlerine bahçede, yemeleri için.

Evin arkasına doğru yürümeye başladım, çocukken bana upuzun ve geniş görünen yol meğer ne kısa ve darmış. Köşedeki büyük ağacı görünce hem heyecanlandım hem içim sızladı. Bu ağaca bayramlarda salıncak kurulurdu. Büyük bir salıncaktı bu, kolanlı salıncak denirdi adına. Geniş, kalın ve uzun bir tahtanın iki ucundan ağacın en sağlam dallarına kalın ipler uzanırdı. İplerin ortasında kalan tahtaya üç beş yedi bazen sekiz on kişi oturur, tahtanın iki ucunda ayakta duran iki kişi de ipleri tutup hareket ettirerek bunları sallardı. Müthiş eğlenceli olurdu bu sallanış, kahkahalar ta uzaklarda yankılanırdı. İçim sızladı demiştim; gencecik yaşta ölen dayımın kızı Neşe ablamla da çok sallanmıştık çünkü burada.

Bir de eğlenceli anımı anlatıp öyle bitireyim yazımı.

Yaz sıcağı, temmuz sanırım, kız kardeşimle köydeyiz, annem yok, İstanbul'dan gelmemiş henüz. Biz, akrabalarımızla tarlaya mısır çapalamaya gittik. O kadar sıcaktı ki Halide ablam biz biraz rahatlayalım diye elbiselerimizin arkasındaki fermuarı açtı, kız kardeşimle bir süre bu şekilde eğilip kalkıp mısır çapaladık. Yorgun argın eve geldiğimizde tam oturup dinleneceğiz, o da ne? Sırtımda, elbisenin içinde bir şeyler kıpırdıyor. Bir değil üç değil beş değil bir sürü yerde. Elimi arkaya attım, omzumun üstünden geçirdim, bir şeyleri yakalıyorum kaçıyor. Çıldıracağım, hemen Halide ablaya açtırdım fermuarı, açılır açılmaz o fermuar, bir dolu çekirge uçmasın mı havaya? :)

Aynı şekilde kız kardeşimin içinde de çıktı bu zıp zıp zıplayan yaratıklar. Acayip bir çığlık attığımı hatırlıyorum. O gün bugün nerede çekirge görsem basarım çığlığı.

İyi ki gitmişim, çok keyif aldım.

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..