Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '07

 
Kategori
Babalar Günü
 

Ben de "En çok babamı sevdim"

Elim sevgilinin eline ilk o yıl değmişti. Platonik aşklardan sonra ilk ve gerçek sevgilim olmuştu o yıl.

Yurtdışındaydılar; bir yaz tatiliydi tanıştığımız... Ben 16, o 14 yaşındaydık.

Çok iyi anımsıyorum, babamın izni olmadan bir yakınımın üvey kızını davet etmiştim, konuk olarak.

Aslında... Belki de ilk ona ilgi duymuştum!...

Ve Sevgi’nin gelmesiyle babamın bana karşı tutumu...

Belki de çocuklarının içinde en sevdiğiydim. Çünkü en çok benim isteklerime ilgi gösterir ve değer verirdi.

Ancak hastaydı babam... Keçiören Sanatoryumu’nda tüberküloz tedavisi görmekteydi.

Gıda toptancılığı yapmaktaydı ama, hastalığı nedeniyle, iş; annem ve kısmen de benim desteğimle yürümekteydi. Hastaneye 2 yıl önce yatmış aralıklarla izne gelip gidiyordu.

Muhafazakar bir çevrede yetişen annem o günün koşullarında; güçlükle mal alımı yapıp aynı çevrede esnaflık yapmanın sıkıntılarını da birlikte yaşıyordu. Bu durum doğal olarak iş hacmini düşürmüş, güçlükler ve olumsuzluklar artmaya başlamıştı.

Annem hem işe koşturuyor hem de Ankara da hastanede yatmakta olan babamı ziyarete gidip gelmekte, ihtiyaçlarını getirip götürmekteydi Aynı zamanda da buluğ çağındaki iki çocuğuyla uğraşmakta(birisi ben), üçüncümüz henüz küçüktü..

Bize babamın sağlığıyla ilgili, hep iyi olduğuna ilişkin haberler gelmekteydi...

Babam, o gün de yatmakta olduğu hastaneden izinli geldiği için dükkanda; yanımızda bize destek olmak için duruyordu. Arada gelenler gidenler, hem geçmiş olsun diyor ve hem de ‘hoş beş yapıyorlardı’. Sevgi dükkana tam babam içerdeyken girdi. O andan itibaren babamın mimikleri değişmişti...

Ben Sevgi’yi eşyalarıyla eve çıkartıp gelmemle yaşamımda babamla ilk ve son kez neredeyse burun buruna gelmiştik. Ve babam hiç beklemediğim bir anda hiç beklemediğim bir hareketle suratıma bir yumruk indirdi!...Tokat değil, gerçekten bir yumruk vurdu! Babamın bana vuran elinin parmaklarında kaşlı bir de yüzük vardı. Onunla vurdu hem de!

Bir anda dünyam kararmıştı... Babam beni ben de babamı çok sevmemize rağmen bu yumruğun ne olduğunu anlayamamıştım... Çok üzüldüm ama ağlamadım... Kullandığı ilaçlar bazı duyu organlarını ve sinir sistemini etkiliyordu. Zaman zaman bunlardan yakınırdı çünkü.

Az sonra, dozunu artırarak hakaretler de yağdırmaya başlayınca anladım, konuğumdan hoşlanmadığını... 16 yaşında bir lise öğrencisi eve bir kız arkadaş çağırmıştı. Bu kız da üstelik bir yakınımızın üvey kızıydı. Bütün tepki buna yoğunlaşmıştı. Bense artık elimden bir şey gelememesinin çaresizliğini yaşıyordum, konuğumu düşündükçe.

Aradan zaman geçti, baba oğul birkaç gün içinde bu yaşananları unutup gittik. Konuğumda fazla beklemeden evine dönmüştü. O da anlamıştı durumu çünkü. Belki de... Benim ilk aşkım olacakken bir anda evine dönmüştü Sevgi....

Ben, işte ilk aşkımla bu yaşananlar sonrasında tanışmıştım. Yaklaşık bir aydı izinleri. Bizim tanışıklığımızla geçen süre, 20 gün kadar oldu. O, yurtdışında yetiştiği için daha modern görünüyor, ben ise dar bir çevre ve küçük bir yerleşim biriminde yetişmenin verdiği çekingenlik içindeydim.

El ele tutuşurken ilk o uzatmıştı elini!..O gündü belki karşı cinse duyduğum en yüksek heyecan!..

Akşamları binbir güçlükle buluşabiliyorduk. Evlerinin yanına gidip, geldiğimi haber vermenin bir yolu olmalıydı... Telefon yok, başka haberleşme araçları yok. Sadece ıslık çalabilirdiniz, onu da ben bilmiyorum. Evet yanlış okumadınız, ben şu an bile ıslık çalabilme yetisine sahip birisi değilim. İşte bu nedenle yanımda bir arkadaşım ‘ıslıkçı’ olarak bulunurdu.

Gece evin etrafında bir yerde mevziilendiğimizde ‘ıslıkçı’ arkadaşım, haberleşmeyi sağladıktan sonra uzaklaşırdı. Bense o ilk aşkımla bir saat kadar sohbet ederdim. Dedim ya... Yetiştiğim çevre muhafazakar bir çevre. Ben o güne kadar, kızlarla konuşurken bile yüzümün kızardığımı anımsarım.

Bana elini uzatıp tutan ilk aşkımın, izinleri süresince beni öpmesini bekledim hep sabırla.

Ama belki, o da benden bekledi bu davranışı. O kadar kısaydı ki izin süreleri... Bu beklentim gerçekleşemeden birbirimize veda etmiştik.

Bu vedanın son veda olduğunu da daha sonraki yıllar gösterecekti.

Onlar gittikten sonra mektuplaşmaya başlamıştık. Her 15-20 gün ya da ayda bir mektup geliyor ben de hemen yanıtlamaktaydım. Ama benim gönderdiğim mektuplar ‘vasıta mektup’ tu. Bu terimi de posta dağıtıcılarından o zaman öğrendim. (Mektup, yazılan kişinin dolaysız adresine değil; bir tanıdığınınkine ‘...eliyle’ ibaresiyle, esas alıcı ismi yazılıp gönderilmesi işlemi. Onun dışında birilerinin eline geçmeyecek yani)

Son günlerde babamla ilgili olumsuzlukların yaşandığı haberlerini dolaylı öğrenmekteydim. Hastalığı süresince yapılan tedavilerde kullanılan ilaçların böbreklerde rahatsızlık yarattığı haberini almıştım. Ama bu rahatsızlığın ne demek olduğunu anlayabilecek bilgi sahibi değildim. Sebebi gerçekten kullanılan ilaçların yan etkisi miydi bilmiyorum, ‘üre’ dediler. İlk kez duymuştum bu hastalık adını o zaman.

Annem, babamın rahatsızlığının ciddi olduğunu anlamış olmalı ki Ankara’da babamın yanında. Yakınlarımızdan yanlarına gelip giden oldukça babamın iyi olduğu haberi veriliyordu bize.

O gün babamın taburcu olacağı haberi geldi. Bense oturmuş ilk aşkıma mektup yazmaktaydım... Koşarak dükkana ev komşumuz Dokumacı Mehmet geldi: ‘Baban geldi seni çağırıyor’ dedi. İçimin burkulduğunu hissettim sanki bir an, babam hastanede yatarken ona ihanet ediyormuşum hissi kapladı içimi. Hemen kapattım işyerimizi. Koşarak evin bulunduğu sokağa döner dönmez evimizin girişindeki kalabalık içimde fırtınalar estirmişti. Olağan zamanlarda hiç kimsenin evinin önü; endişeli, hüzünlü bir kalabalıkla dolmazdı!..

Evimizin çok dik merdivenlerini uçarcasına çıktım... Matem evine girmiştim! İlk olarak bitkin ve perişan annemi gördüm. Sonra kız kardeşim Hatice ve en küçüğümüz Abdullah’ı... Bir ölümün ardından ağlıyorlardı, umutsuzca!

Küçük odaya girdiğimde; cansız bedeni yere bir battaniye üzerine yatırılmış babamı son kez gördüm...

Her nedense güçlükle ağlayabildiğimi anımsıyorum. Hem şaşkın... Ve hem de ona karşı utanç içinde hissediyordum kendimi.

Babamı kaybedeli 31 yıl oldu...

Günümüzde artık insanlar; ne ‘tüberküloz’dan ne de ‘üre’den ölüyorlar!

Babam öldüğünde 43 yaşındaydı, ben şimdi 47...ve..

Birisi 23 diğeri 17 yaşlarında iki çocuk babasıyım.

Bugün babalar günü!

Ne acısı eksildi, ne de sevgisi...Hep o son anı gözümün önünde ... Ve bir gün gelecekmiş gibi beklemekteyim!

Benim babam bir Hasan Âli Yücel değildi belki... Ama ben de Can Yücel gibi; “Hayatta en çok babamı sevdim!”

TÜM BABALARIN BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!

H.Hüseyin Dulun

 
Toplam blog
: 355
: 1099
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

1960 Ankara doğumlu bir Çankırılıyım. İşimin burada olması nedeniyle, Antalya'da yaşamaktayım. Ti..