- Kategori
- Futbol
- Okunma Sayısı
- 606
Ben Fenerbahçeliyim…

Evet… Ben Fenerbahçeliyim…
Aslında olmamam gerekir, çünkü İstanbul’un Fenerbahçe semti ile uzaktan yakından bir ilgim yok. Birçoğunuz gibi “İstanbul basını”nın etkisi altında kalarak, İstanbul liglerinin (çok eskide kalan) haberleri ile büyüyünce elbette her sene birinin şampiyonluğu kaptığı üç takımdan birine bağlanıyorsunuz.
Ben Fenerbahçeli doğmadım…
Ha… Sonradan da olmadım. Aklım futbola ermeye başladığında “Emmim” Fenerbahçeli idi, biz de sanırım ona uyduk. Ya da benim doğduğum sene Fenerbahçe İstanbul Ligi şampiyonu olmuştu, belki de ondadır…
Mesela 1938 yılından 1946 yılına kadar bir yıl hariç, hep Beşiktaş İstanbul ligi şampiyonu olmuştur. O bir yıl da Fenerbahçe idi zaten…
Henüz Türkiye Ligi kurulmamıştı, ben de yeşil sahalara değil, toprak sahalara çıkmıştım… Bizim top peşinde koştuğumuzda sahalar toprak zeminli idi. Ya da maçlardan önce ineklerin otladığı mera…
Futbolu hep “Heyecan verici” olduğu için sevdim yine herkes gibi. Kitleleri peşinden koşturan ender seyirlik bir oyun.
Ama bugüne kadar anlamadığım, anlayamadığım işin bir başka yönü var…
İşin içine karışan “Şiddet” boyutu…
İnsanların veya başka bir tanımlama ile taraftarların maçların “Heyecan” tarafı ile ilgilenmeleri yerine, şiddet boyutuna vardırmalarını hiç mi hiç anlayamamışımdır…
Acaba bende mi bir eksiklik var diye de merak etmişimdir hep…
Oysa…
Seyrederken bir keyif alabileceğimiz, sonucundan karşılıklı şakalar çıkarabileceğimiz kadar güzel bir ortamı yaratmak yerine…
Şiddet niye?...
Hep “Kazanma hırsı” mı?
Öyleyse yanlış değil mi?
Ya da “Hep kaybetme korkusu” mu?
Bu da yanlış değil mi?
Spor, yeteneklerin geliştirilerek ve çok çalışılarak başarının yakalanabildiği bir uğraş bence… Sporcu çalışmalı, yeteneklerini geliştirmeli ve başarmalı. Seyreden de bu başarıdan heyecan duymalı, zevk almalı ve bundan sonra “Tatlı rekabet” yerini almalı.
Görünen o ki olaylar hiç de böyle gelişmiyor…
Kazananın sevinirken, kaybedenin üzüldüğünü anlamak mümkün… Ama oyun bittikten sonra her iki tarafın da “Aşırıya” kaçmasını doğru bulmuyorum ben…
Biliyor musunuz; bu şiddeti “Taraftar” yaratmıyor. Çünkü “Gerçek taraftar” işin spor rekabeti yanına bakıyor ve ondan sonra da bir hafta işin şaka tarafı ile eğleniyor, aynen bizim yaptığımız gibi…
Bu sabah Galatasaray’lı arkadaşlarımızla uğraşmamız ne kadar zevk veriyor ise, bir başka zaman Galatasaray’lıların bizimle eğlenmeleri de o kadar güzel ve şık olacak…
Peki, niye böyle olmuyor?
Aklıma geldiği gibi cevap vereyim, belki de doğru bir tespit olur…
“Taraftar” amatör, takım ise “Profesyonel” de ondan diyorum…
İşin içine “Para” girince bozuluyor mu ne?
Sözü burada bitirelim… “Mor menekşe” saksıda güzel durur, onu incitmeyelim…
26 EKİM 2009
Önerilerine Ekle Beğendiğiniz blogları önerin, herkes okusun.
