Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ben O'nu yazarken, O can vermekteymiş

Ben O'nu yazarken, O can vermekteymiş
 

Son günlerde çok enteresan olaylar yaşıyorum. Geçen hafta salı günü yazdığım "Üstad n'olur sadece roman yaz" başlıklı yazıda, ülkemizdeki azınlıkların durumuna değinmiş ve Rum'uyla, Yahudi'siyle, Ermeni'siyle her birinin bizim kardeşlerimiz olduğunu, çok uluslu ve çok kültürlü bir dünya imparatorluğunun mirasçısı ve devamı olan genç cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarıyla bu durumu içselleştirmesi gerektiğine değinmiştim. Yaşar Kemal'i "Kürtler azınlık değil bizim kardeşimizdir" argümanı nedeni ile eleştirmiş, tabi ki Kürt kökenli vatandaşlarımızın kardeşlerimiz olduğunu ama o halde azınlıklarımızın ne olacağını sormuştum. Kardeşimiz değilse neyimiz yani? Bu vatanın, devletin, toplumun ve bayrağın ilelebet yücelmesi ve birlikte yaşamasını isteyen herkes, etnik kökeni ne olursa olsun bir diğerinden daha önde ya da arkada değildir. Kanıyla, canıyla, köküyle, kökeniyle öz be öz Türk olup da ihanetin en halisini yapan nice kişilikleri yazmıştır tarihimiz ve de halen yazmaktadır. İşte ben, bu minvalde görüşlerimi belirttiğim yazıdan üç gün sonra Türk Ermeni cemaatinin önde gelen bir isimi katledildi. Acı bir tesadüf.

Bu acı tesadüfün daha etkisinden kurtulamadan, hafta sonu bir yenisi ile şoke oldum. Okuyanlar bileceklerdir, cuma günü "İlk Şarkılarım..." başlıklı bir yazı kaleme aldım. Mandolin ve ud öğrenme sürecimde yaşadıklarım, çalabildiğim ilk şarkılarım derken yirmi beş sene öncesine bir yolculuk yapmıştım. Udumla ilk çaldığım şarkının değerli bestekarı, Suat Sayın üstadımızın yakın zaman önceki vefatıyla yaşadığım hüzünden bahsetmiştim.

Mandolin kursuna gittiğimden ancak ud için ayrıca bir kursa gitmeme gerek duymadığımdan bahsederken; mandolin kursu hocam aklıma gelmiş, hayatta ise uzun ömürler ve sağlıklar, öldü ise rahmet dilemek istemiştim. Bunları düşünmüş ama bir konuşma havası vermemek için yazıma, bu cümleyi yazdığım halde son anda çıkarmıştım yazımdan.

Ve hafta sonu, mandolin öğretmenim Sayın Ahmet Kunt Bey'in cuma günü vefat ettiği haberini aldım. Ben "ilk şarkılarım..." ı yazarken cuma günü, O can vermekteymiş, tam yedi yüz on kilometre uzağımda. Benden habersiz, ben O'ndan habersiz.

Ne düşüneceğimi bilemedim. Bu nasıl bir döngüydü ki insanı allak bullak edebilmek için hiç mi hiç zorlanmıyordu? Cumartesi gecesi "Deja Vu"yu izledim. Zaman dilimleri arasında fantastik geçiş hikayeleri anlatılıyordu. Bu da üzerine tuz biber oldu.

Bugün korkarak yazıyorum. İlk defa yazarken korkuyorum. Kim bilir belki de korkumdan yazıyorum.

Öğretmenim; bembeyaz olmuş saçların, kalın siyah renkli ve kemik çerçeveli gözlüğün, okula gidip-gelirken kullandığın bisikletin, siyah bir ağaçtan yapılmış ve müthiş ses veren ışıltılı mandolinin, sessiz, durgun, onurlu ve gururlu duruşun; yirmi altı sene sonra hala gözlerimin önünde. Ölümünü duyar duymaz mandolinim yanımda olmadığı için ellerim hemen uduma gitti ve başladım "Küçük Kurbağa"yı çalmaya. "Kuyruğun nerede?" diye sordum. "Kuyruğum yok yüzerim derede" dedi yine bana her zamanki gibi. Ha bir de "Yalancı çoban"la dertleştim. Öldüğünü söyledim Ona, inanmadı. Herkesi kendi gibi sanıyor kerata. "Keşke yalan olsaydı" dedim içimden. Haykırdım sonra, keşke yalan olsaydı.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..