Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

perihan reyhan ALKAN

http://blog.milliyet.com.tr/pra

28 Temmuz '08

 
Kategori
Deneme
 

Ben olmak!!!

Ben olmak!!!
 

Olmak, ya da olmamak. İşte asıl mesele bu. Ben mi olacağız, yoksa başkası mı? Yani Kendimiz gibi, kendimize özgü, kendi istediğimiz gibi mi, başkaları gibi, başkalarına özgü, başkalarının istediği gibi mi?

Kaçımız düşündük bunu. Kaçımız serdik kendimizi önümüze de düşündük tüm yanlarımızla. Nasılız; kendimiz gibi mi, kendi istediğimiz gibi mi? Ya da başkalarının istediği, başkaları gibi mi? Kendimiz miyiz, başkaları mı kısaca?

Yaşam biçimim, tercihlerim; yani saçımın rengi, şeklinden tutun da, ne yiyeceğime, kaçta yatıp kalkacağıma, bu kadar eve kapanmayıp, nerelere seyahate çıkmam gerektiğine kadar fikir beyan edip neredeyse yaptırım uygulama girişimlerine çevremin hep sinir olmuşumdur.

Koskoca kadınım yahu, bu güne dek bir yanlış, bir hatam mı görülmüş ki? Hem öyle de olsa benim yanlışım, benim hatam. Çok büyük olup, çevremdekilere, yaşadığım ülkeye, değerlerine de zarar vermedikçe, bu açıdan yanlış olmadıkça, beni bağlar benimle sınırlı yanlışlarım. Aklım yerinde şükür. Bunak değil, alil değilim. Dostane uyarırsınız kendinizce doğruya eğindirme adına; dahası benim bileceğim şey. Benim de kendimce doğrularım var. Sizin doğrularınız doğrultusunda yaşamak zorunda değilim ki.

Yazılarıma gelen eleştirilerde de beni ben olmaktan çıkartma yönlendirmelerine, başkaları gibi görmek istemelerine de rastlayınca, yeter artık dedim kendimce. Evet yeter. Halide Edip gibi yazarsam, sonlamalarım Halit Ziya gibi olursa, Yahya Kemal öyle yapıyordu diye yaparsam, Ömer Seyfettin’in tarzı o diye öyle olursam ne anlamı kaldı ben olmamın? Yazmamın ne anlamı kaldı? Onların birer kopyası olmaktan öte ne anlamı kalır ki yazdıklarımın? En önemlisi de, beni okumaya ne gerek var yazmamın da yanı sıra?

İlk mektup roman yazıldığında hayır yazamazsın, edebiyatımızda yok bu denilip karşı çıkılsa ve edebiyata kazandırılmasa, bu gün o güzelim eserleri okuyabilmiş olamayacaktık, böyle bir tür olamayacaktı edebiyatımızda.

Bir ara değişik bir yazın şekli denemiştim o sıralar yazmaya başlayacağım gazete için. Olmaz; gazetecilikte olmaz böyle şey, görülmüş değil. Üstelik tümünü başlıkta özetlemişsiniz, gerek duyulmaz okunmaya demişlerdi. Yine de bırakmıştım birkaç örnek. Bir müddet sonra gelen telefondaki ses: Bu günkü yazınızı okudunuz mu diyordu. Şaşırdım, “Nasıl oldu, hani olmazdı?”dedim. “Yazılarınızı okuyunca, başlıkta kulağı ters gösterip, yazıdaki süreçte yol aldıkça düzelterek, en doğrusunu da son cümlede verdiğinizi gördük. Gazetecilikte bir ilki yapmış oldunuz, hoş da oldu” dedi. Sevindim. Olabilmeliydi. Kurallar Tanrı buyruğu değildi, gelişebilir, değişebilirdi, iyiden, doğrudan güzelden yana.

Hep denenmişi dener, hep geçmişi tekrar eder, hep benzerlerini bezersek sıkılmaz mıyız zamanla? Dolap beygiri gibi hissetmez miyiz kendimizi sürekli aynılar etrafında dönmekle.

İnsanoğlu tekâmül eden bir varlık olduğuna göre, her alanda olduğu gibi yazında da bu kuralı hayata geçirebilmeli, yazılarında kendisi olabilmeli. Ben diyebilmeli, bu benim diyebilmeli ve okunulduğunda, okuyanlarca daha kim olduğu söylenmeksizin bu o denilebilmeli.

 
Toplam blog
: 290
: 553
Kayıt tarihi
: 11.03.08
 
 

İlk ve orta öğrenimimi Gölcük/ Kocaeli, lise ve üniversite öğrenimimi Ankarada gördüm. İlk okuldan..