Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '08

 
Kategori
Eğitim
 

Ben sana birinci olamazsın demedim ki!

Ben sana birinci olamazsın demedim ki!
 

Sizi bilmem ama ben her yıl Haziran - Temmuz ayları boyunca ÖSS, Ağustos ayı boyunca da YAŞ (Yüksek Askeri Şura) haberleri dinlemekten / okumaktan bıktım. Gerçi yine de kötü haber konuşmaktan iyidir ama bir ülkenin bir mevsim boyu en önemli gündeminin bu iki konunun oluşturmasında bir gariplik yok mu? YAŞ konusunu başka bir yazıya bırakıp şu ÖSS konusuna girelim biraz.

Bu ülkede eğitim denen şey ÖSS’den mi ibaret? Aslında konuşulan ÖSS bile değil; bu sınavda dereceye giren öğrencilerin hangi dersaneye gittikleri, o dersanelerin derece sahibi öğrencilere ne gibi hediyeler alacakları, hangi okulları tercih edecekleri falan konuşuluyor sadece. Bu yıl yeni bir durum daha ortaya çıktı. Meğer ÖSS’de ilk sıralarda yer alan öğrencilerin bazıları geçen yıl istedikleri okullara yerleştikleri halde sırf yeniden yüksek bir derece alıp kendilerini ispatlamak istemişler ve ispatlamışlar. Onun gururuyla poz vermişler kameralara... Suratlarda “hepinizden zekiyim” gülümseyişi, kafada falanca dersane şapkası, tişörtü... Tabii salt kendileri değil, aynı gururla hatıra fotoğrafına ilişen ebeveynleri, dersane yöneticileri...

Ne diyelim. Aferin, helal olsun! Sizden zeki, sizden başarılı kimse yok sınavcanlar! Hepiniz birer dehasınız! Sınav şampiyonu çocukların anne-babaları, aferin size de; kazandınız bu koşuyu çocuklarınızın bacaklarıyla...

Ancak benim anlamadığım bir şey var. Kendimi bildim bileli her yıl birileri ÖSS birincisi olur. Sonuçlar açıklandığı anda öyle bir hava yaratılır ki, sanırsınız bu çocuklar okullarından mezun olup mesleğe atıldıklarında her biri dünya çapında bilimsel buluşlara imza atacak, başarıdan başarıya koşacaklardır. Oysa bir süre sonra isimleri anılmaz olur. Çoğunun tercihi elektrik-elektronik bölümleridir. Oralardan mezun olup ya bir firmada sıradan bir elektronik mühendisi olarak çalışmaya başlarlar ya da bir an önce kapağı yurt dışına atmanın çaresine bakarlar. O fakülteye son sıradan giren öğrenci de benzer şeyi yapıyor zaten. O zaman bu kadar gürültü koparmanın alemi ne?

Eğitim sistemi dediğimiz şey Türkiye’de çoktan beridir “dersane” olgusuna indirgenmiş durumda. Eğitim hayatınızın bir döneminde yolunuz dersaneden geçmiyorsa ne başarılı olma ne de adınızı duyurma şansınız var. Peki dersaneler eğitim veren yerler mi? Hani öyleyse belki bunları bir çeşit özel eğitim kurumu olarak da kabul edebiliriz. Ancak biliyoruz ki dersaneler öğrenciyi eğiten değil, sadece sınava hazırlayan yerler. Eğitim sisteminin en önemli amacı öğrenciye soru sormayı ve onun cevaplarını bulmanın yollarını öğretmek olması gerekirken biz bütün enerjimizi “soru cevaplamak” üzerine yoğunlaştırıyoruz. Böyle olunca da ortaya “şifre çözme ticareti”ne dayanan bir eğitim düzeni çıkıyor. Okullar ve sınav sistemi birtakım şifreler hazırlıyor. Dersaneler yüksek ücret karşılığında öğrencilere o şifreleri nasıl çözüleceğini öğretmeyi vaat ediyor. Parası olan parayı bastırıp şifre çözme tekniğini öğreniyor. Sonra da o imkâna sahip olmayanlarla aynı koşullarda sınava giriyor.

Sürecin bu kadar basit işlemediği, bu öğrencilerin aynı zamanda okullarında da başarı sahibi öğrenciler olduğu söylenebilir, ama o zaman son yıllarda ÖSS’de birinci, ikinci vs olup da dersaneye gitmemiş bir tek öğrencinin bulunup bulunmadığı sorusu gelir akla. Gerçekten var mıdır öyle bir öğrenci? Bildiğim kadarıyla yok.

Yani eğitim, öğrenci seçme ve yerleştirme sınavı falan dediğimiz şey sonuçta gelip “dersane”ye dayanmış durumda. Üniversite bitirmeden bir işe girebilmeniz kolay değil, üniversiteye girebilmek için de dersaneye gitmeniz şart. Aynı zeka ve başarı düzeyindeki iki öğrenciden dersaneye gidebilenin şansı gidemeyene göre çok daha yüksek. Ülkemizde eğitim güya parasız ama bu alanda milyarlarca liralık bir sektör oluşmuş durumda. Bir öğrencinin bir yılık dersane ücreti binlerce lirayı buluyor. Dar gelirli, yoksul ailelerin bu ücreti karşılayabilmeleri imkânsız. Onların çocukları yarışa birkaç adım geriden başlamak zorunda. Dersane ücretini ödeyip sınav şifresi çözmeyi daha iyi öğrenenler ülkenin en iyi okullarında okuma imkânına kavuşurken bu okullardan mezun olanların daha iyi yerlerde iş bulma ve daha çok kazanma şansı da artıyor. Ötekiler ise nispeten daha kötü okullara yerleşip mezuniyette de ya işsizlik ya da daha düşük ücretlerle iş bulabilme durumundalar. Yani zamanla adaletsizlik daha da artıyor.

Üstelik devlet üniversiteleri yurt ve harç ücretlerini saymazsak hâlâ büyük ölçüde parasız eğitim veriyor. Yani, o parasızlık yüzünden iyi bir eğitim alamayan, dersaneye gidemeyen öğrenci ve ailesi devlete ödediği vergilerle zamanında parayı verip dersaneye giderek sınavda başarılı olup iyi bir üniversiteye yerleşen öğrencinin eğitim masraflarını finanse ediyor. Buna da adaletsizliğin katmerlenmesi diyebiliriz herhalde...

Elbette eğitim sistemimizin tüm sorunlarını dersane sorununa indirgemek istemiyorum. Onlar olmasa da tartışacağımız sayısız sorun olacaktı. Ama dersane olgusu halen bu sistemin çarpıklığının en somut göstergesi durumunda. Nitekim, sadece bu yılın ÖSS’de başarılı öğrencilerinin geçmişine bakarak bu sonuca varabildik.

Tabii eğitim sistemi sınav ve dersane olarak anlaşılmaya başlayınca, öğrenciliğin en yaşamsal boyutu da sınav başarısı olacaktır. O başarı da derece olmayınca ne yapsan eksik kalacaktır. Konuşulan onların başarısı, kazandıkları hediyeler falan olacaktır. "Bu işte bir ahlaki sorun var mıdır yok mudur?" sorusu ise onları pek ilgilendirmeyecektir. Demiştik ya, eğitim anlayışımızda sormak değil cevaplamaktır aslolan. Beş şıkkın içinde ahlakla ilgili bir seçenek yoksa zaten düşünmeye de gerek yok.







 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..