- Kategori
- Aşk - Evlilik
Ben senin; Sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım…
Sen benimsin!
http://www.youtube.com/watch?v=BFRhFVhPnYQ
(Nilüfer - Dokunsalar Ağlarım)
''Ben senin; sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım.
Biri bitse biri kalır.
Seni hiç bırakmayacağım.''
Cemal SÜREYA
Önce Eylül serinliğinde sabahlar biriktirdim senin için. Sonbaharı ilk defa bu sene bu kadar çok sevdim. Yaş 35, yolun yarısı diye mi bilmem, ilk defa bu sene gri yağmurları bekledim… Hep aynı şeyler oldu senin dışındaki kısmında hayatımın… İnan sensiz zehir oldu yediğim içtiğim, gezdiğim gördüğüm… Hangi şiiri okusam, hangi filmi izlesem, hangi şarkıyı dinlesem seni gördüm, bizi gördüm, o kimselerin yaşayamayacağı ve anlayamayacağı aşkımızı gördüm…
Seni ‘öyle uzaktan sevmeyi’ öğrendim senin yokluğunda. Ahh sevgilim, güldüm evet ve yaşadım da sensiz; ama n’olur bil ki her nefeste kendime kıza kıza; her gülüşün ardından kınayarak kendimi… Seni bir kehribar ok ucu gibi sapladım göğsüme; bir güldüysem inan bin ağlattım kendimi arkasından; bunaltan, boğuk, sensiz gecelerde… Yine sevdim seni, hep sevdim seni, çok sevdim seni… Sevdim tek seni, sevdim ilk seni, sevdim son seni… Sevdim öyle uzaktan seni…
'Uzaktan seviyorum seni!
Kokunu alamadan,
Boynuna sarılamadan.
Yüzüne dokunamadan.
Sadece seviyorum!
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Elini tutmadan.
Yüreğine dokunmadan.
Gözlerinde dalıp dalıp gitmeden.
Şu üç günlük sevdalara inat,
Serserice değil adam gibi seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni,
Yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden.
En çılgın kahkahalarına ortak olmadan.
En sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan.
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Kırmadan,
Dökmeden,
Parçalamadan,
Üzmeden,
Ağlatmadan uzaktan seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni;
Sana söylemek istediğim her kelimeyi,
Dilimde parçalayarak seviyorum.
Damla damla dökülürken kelimelerim,
Masum beyaz bir kâğıtta seviyorum.''
Cemal SÜREYA
Sonra durup bu sonbahar kapısında ömrümün, nasıl yakışıyorsa her tonu sarının, grinin, kahverenginin; suskunlaşan, mahzunlaşan doğaya; yakıştırdım ben de öylece kendimi sana… Anladım bir daha asla böylesine yakışamaz hiçbir âşık maşukuna…
"Ben sana hep üşüyordum,
Çünkü kıştım.
Nakıştım, bakıştım.
İnkâr etmiyorum da bunu,
Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım.
Ve lütfen inkâr etme;
Sana en çok ben yakıştım."
Özdemir Asaf
Oysa yalan yok, kızdım da bazı bazı ben sana… Sevmeyeceğim diye yemin bile ettim… Resimlerini sildim, mektuplarını yırttım, aynalarda seni seviyor diye gözlerimin içine bakıp kendi kendime hakaret ettim… Sevgilim ben seni yitirdiğimde; mahalledeki oyun arkadaşımı, kuytularda öpüştüğüm ilk aşkımı, zor günler için sırtına yaslandığım ve aslında tek aşkım olduğunu yaşadıkça daha iyi anladığım hayat arkadaşımı, gökyüzünün en tepesinden yeryüzünün en derinine kendimizi paraşütsüz bıraktığımız ateşli tutkudaşımı da kaybettim…
Aslında biliyorum ne büyük budalalık ettiğimi; seni giderek daha az sevdiğime inandırmaya çalışarak kendimi…
“Daha az seviyorum seni
Giderek daha az…
Unutur gibi seviyorum
Azala azala…
Aramızdaki uzaklığın karanlığında
Geçeler kısalıp gündüzler uzuyor öyle olunca
Daha az seviyorum seni…
Kendini iyileştiren bir yara gibi
Daha az…
Ve zamanla…
Sen geceyi tutuyorsun
Ben nöbetini…
Uzak dağ kışlalarında
Görmüyoruz birbirimizi…
Usul bir sis iniyor
Kopmuş yollara…
Işığı hafif uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin
Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda
Sevgilim, sevgilim
Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da…
Artık daha az seviyorum seni
Unutur gibi ölür gibi
Daha az
Yeniden öğretiyorum kendime
Onca aşkın öğretemediğini
Yeniden öğretiyorum
Yalnızca sevdiğimi değil
Evladımı (seni) kaybettim ben
Kaç acı birden imtihan etti beni
Bir tek gece vardır insanın hayatında
Ömür boyu sürer nöbeti
Buda öyleydi
İyi ol…
Sağ ol…
Uzak ol…
Ama bir daha görme beni…”
Murathan MUNGAN
Baktım ki sevgilim, ne kadar söylesem az kalacak, baktım ki çaresizlik yakamı bırakmayacak; sığındım o dev şairlerin, dev yüreklilerin dokumuş oldukları o dev mısralara ve dedim ki ‘hayır başka türlüsü olmayacak, sensiz asla olmayacak, olamayacak…’
'Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.''
Attila İLHAN
Döndüm dolaştım; kendim, kendime dolandım karmakarışık ip yumakları gibi; sıkı sıkıya sarılmış, bir hücrenin en köşesinde yere atılmış tehlikeli bir suçlu gibi, bir örümceğin ağında ölümü bekleyen eli kolu bağlı bir kurban gibi; en koyu anında gecenin, damıtılmış bir çaresizliğe, acı bir mecburiyete boyun eğdim sevgilim…
Milyon yıl gün görmeden, güneş görmeden toprağın altında sıkışıp kalan şeyler gibi; sıkıştım sensizliğin ve dayanılmaz hasretinin altında; başkalaştım sevgilim ben de, seni özleye özleye başkalaştım; kendim de dâhil herkese her şeye yabancılaştım…