Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Ben ve Kendim

Ben ve Kendim
 

Alarmın saati, kötü bir rüya gibi silkeleyerek uyandırıyor beni çıkıyorum ‘ortopedik’ yatağımdan, dişlerimi fırçalıyorum, yüzümü yıkıyorum, üzerimi değiştiriyorum, iki dilim sarelleli ekmek hazırlıyorum ve yola koyuluyorum benim her gün sekiz saatimi esir alan, alana. Topkapı’dan geçiyorum önce, sonra Sayın Özal’ın anıt mezarının yanından, Sağmalcılar ve Bayrampaşa ceza evinin önünden hiç yokmuşçasına uyur uyanık ilerliyorum ömür törpüme.

Kocaman demli bir bardak çay alıyorum kafeden, klonlanmış iş arkadaşlarımın yanına oturup kahvaltı yapıyorum, hep ekmeğin bir dilimini bırakıyorum, çayım elimde dışarı çıkıyorum, boş bardağı kafenin ilersinde en son masaya bırakıyorum, çocuklar arkamdan bardak topluyorlar.

Çalışırken tonlarca çay ve kahve içiyorum ve hep yarım tonunu çöpe atıyorum atarken kenarlarına dökülebiliyor ve temizlikçi kadınlar siliyorlar. Sonra öğlen oluyor ve yemeğe çıkıyorum…

Yemekhane dolu, işçi kadınlar, adamlar doldurmuşlar masaları 480 bin liraya çalışan insanlar, aceleyle yemeklerini, yiyebileceklerinin en fazlasını yemeğe çalışıyorlar. Önümdeki brokoliyle pilavı didikleyip duruyorum, çatal metal dokunamıyor, içim gıcıklanarak tutuyor, tavuktan bir çatal, yoğurttan bir kaşık, burun kıvırıyorum, hoop tamam gerisi çöpe. Çaprazdaki teyze, yiyemediklerini küçük kaplara dolduruyor sonra belki kendisi, belki çocuğu ya da torunu…

Amerikan malı sigara içiyorum, ama günde iki tane diye kendimi rahatlatıyorum ( ama Amerikan mallarına karşıyım Cola içmiyorum, McDonalds’a gitmiyorum, perhizli halimle lahana turşusu yiyorum. ) Kafeden bir çay daha alıp yine en son masada bırakıyorum, çocuklar arkamdan topluyorlar…

İş yerindeyken dostlarım ya da ailemden birileri arıyor, sonra ararım diye meşgule alıyor ama hiçbirisini aramıyor aramadığım gibi unutuyorum, ama telefonları her zaman seni çok seviyorum kendine iyi bak diye kapatıyorum.

Sekiz saatin sonunda, servisime biniyorum, Mustafa ağabey ile kendi çapımızda emperyalizm eleştirisi yapıyor kısık sesle Türk sanat müziği dinliyoruz, hiç farkına varmadan yine Bayrampaşa ve Sağmalcılar cezaevlerinin önünden geçiyoruz, Sayın Özal’ın anıtı, Topkapı ve nihayet semtimdeyim.

Dilenci bir kadın duruyor hep, kınalı saçlı küçük kız çocuğuyla beraber, tıp fakültesinin karşısında. Üzülüyor kızıyorum, cık cık cık, birkaç adım sonra unutuyorum, öğlen yememişim acıkmışım Tosun Paşa’ya gidiyorum, yarım tavuk çorba, yarım biftek yiyorum mevsim salatayla beraber, çaylı sözlü bir sohbetin ardından ayrılıyorum oradan kaldırım taşlarının çizgilerine basmaya ya da basmamaya çalışarak evime geçiyorum.

Alışkanlık bütün ışıkları yakıyorum, müziğin sesini açıyorum, üzerimi çıkarıp gelişi güzel ( çirkin değil ama ) atıyorum. Arkamdan birileri toplamıyor bu kez, kendim toplayacağımı bildiğim için fütursuz değil füturlu dağıtıyorum. Mutfağa geçiyorum, çok iyiyim ben, evdeki her gıdayı sokak kedilerine atıyorum, çünkü evde yemek yemiyorum ama ısrarla bir şeyler alıyor ve ertesi gün atıyorum. Tuvaletteki su damlıyor içimi acıtıyor ama elimi en az üç litre suyla yıkıyorum.

Haberleri izliyorum aynı zamanda; savaş, tecavüz, şiddet, hırsızlık, gasp, çeteler… Offf diyorum Foucault demiş her şey iktidar olma sorunu yüzünden (çok biliyorum ya ). Tiksiniyorum kapatıyorum televizyonu. Bilgisayarı açıyorum, alışkanlık msn’i açıyorum, başında olmasam da saatlerce açık kalıyor, ben o sırada kim bilir ne işlerle uğraşıyorum, günlük en az elli sayfa kotam var okumak zorundayım Zizek elinden ömrüm tükeniyor, kotayı doldurmaya çalışıyorum yavaş ilerliyorum, oh nihayet…

Zaman en kıymetli hazinemdir, ama saatlerimi msn başında harcıyorum, yalnızlığımı seviyorum ama hiç yalnız kalmıyorum, birilerinin yalnızlığımı işgal etmesine izin veriyorum, hayvanları seviyorum ama şimdiye kadar, bir kedi, bir tavşan, üç Japon balığı birkaç lepistes, onlarca civciv öldürdüm bir köpeğinde ölümüne dolaylı yoldan sebep oldum. Doğayı seviyorum ama sadece ilkokuldayken bir fidan diktim başka dikili ağacım yok.

Tüketim çılgınlığına karşıyım ama sekiz tane kol çantam, onlarca şapkam ve sayamadığım kadar kupam var, çalıştırılan çocuklardan bir şey almayın diyorum ama onların her şeyini fazlasını ödeyerek ben alıyorum.

Akşam oluyor, onbeş litre suyla yüzümü yıkıyor dişlerimi fırçalıyorum, tuvaletten damlayan su için hala içim sızlıyor, banyodan çıkıyorum lambayı söndürmeyi unutuyorum sonra tekrar dönüp kapatıyorum. Saatimi ayarlıyorum, kotamı doldurmam gerek, lambayı açıyorum kitap okumak için, okurken uyuyorum sabaha kadar ışık açık kalıyor ve tekrar aynı döngü, farklılıklar yaşansa da aynı temel yapı üzerinde ilerliyor.

Sanırım kendimle biraz fazla yüzleştim. Bunları neden yazıyorum? Bazen konuşuruz, ne yaşadığımızı bilmeden, konuşuruz, öyle olmasını isteriz ya da öyle olmayı, narsist bir bilincimiz vardır, eleştirmeyi sever özeleştiri yapamayız, kendi galaksimizin hep merkezindeyizdir ama asla uydusu olamayız başka bir evrenin. Düzenli günlük tutmam ama yer yer tuttuğum, bana ve yaşadıklarıma dair notlar bulunur muhakkak bir yerlerde, okuyayım dedim çok garip, komik, kötü bunu ben mi yapmışım dediğim şeylerle karşılaştım.:)belki böyle yola çıkmak gerek, kendimizde bir şeyleri değiştirerek toplumu değiştirebiliriz. Benim banyonun ışığını kapatmam gerek yine sanırımJ

 
Toplam blog
: 46
: 1591
Kayıt tarihi
: 08.07.07
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik mezunuyum. Şu anda özel bir telekomünikasyon şi..