Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '09

 
Kategori
Ramazan
 

Ben ve Ramazan

Ben ve Ramazan
 

Minareler ve mahya


Malûm mevsim yaz, aylardan Ramazan. Sıcak hava herkesi etkiliyor. Özellikle de oruç tutanları...

Onların, diğerlerinden daha dikkatli davranması gerekiyor. Çünkü akşama kadar yiyip içemeyeceklerinden, harcadıkları kaloriyi ve suyu telâfi etmeleri mümkün olmuyor.

Oruç tutarken (çalışıp çalışmadığımıza veya işimizin durumuna göre) bir kısım sıkıntılar yaşayabiliriz. Fakat, iftar ederken hisettiklerimiz bize onları unutturur. Zira, günün sonunda oruç açmak insana haz ve huzur verir. Bu, bir süreliğine ayrıldığımız sevdiklerimize yeniden kavuşmak gibidir.

Esasen, hayatı da oruç tutmaya benzetmek mümkündür. Çünkü hepimizin, kavuşmak istediği hayalleri ve umutları vardır. Hayatımız boyunca hep bir yerlere, bir şeylere ulaşmak ve sonra da başarmanın hazzını yaşamak isteriz. Tıpkı gün boyu oruç tutup, iftar vaktinde nimete eriştiğimizde olduğu gibi...

Bir rivayete göre ramazan, "güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması" anlamındaki "ramad" kökünden gelmektedir. Kızgın taş üzerinde yürümek nasıl zahmetli bir eylem ise, oruç ta aynen öyledir. Yani Ramazan, açlığın ve susuzluğun verdiği meşakkate katlanmak demektir. Kelimenin başka anlamları da olmasına rağmen kanaatim, en doğrusunun bu olduğu yönündedir.

Bu sebeple ben de oruç tutacağım derken, o beni tutmasın diye kendimi rolantiye bırakıyorum.

Hiç bir şey için acele etmiyorum, daha doğrusu edemiyorum. Çünkü, zaten standartlara uymayan ağır çekim bir davranış modum var. Normal insan hareketlerini canlandırmak için 25 resim karesi yeterliyken, sanıyorum benimkilere 50 tanesi bile az gelir.

Hal böyleyken, bir de sırtıma Ramazan bindiğinde artık iyice ağırlaşıyorum. Kualaları izlediyseniz, ne demek istediğimi anlarsınız.

Son bir yıldır, aklına gelen her şeyi bahane yaparak kapımı çalan başağrısını içeri sokmamak için bildiğim her önlemi alıyorum. Çünkü o, her durum ve ortam değişikliğini, bana musallat olma sebebi sayıyor.

Bir gün, "sıcağa çarpıldın, " ertesi gün, "ceryanda kaldın" diye gelip, başımın uygun bulduğu bir yerine oturuyor. Şimdi de ziyaretine, Ramazan'ı bahane yapıyor ve günümü zehir etmeye çalışıyor.

(Belki size komik gelecek ama) ben de ondan kurtulmak için başımı bir bezle sıkıyor, onu bunaltıp kaçırtmaya çalışıyorum. Faydası oluyor mu derseniz buna, "ekseriyetle evet!" cevabını verebilirim. Bu uygulamanın bilimsel bir açıklaması bulunmuyor, fakat tarihi çok eskilere dayanıyor. Çocukluğumu yaşadığım köyde de başağrısı tedavileri böyle yapılırdı.

Burada, başa bez dolamanın bazı yanlış anlamalara neden olabileceğini de ifade etmeliyim. Bu durumdayken balkona çıkmamam, kapı ve pencerelerden gözükmemem gerekiyor. Yoksa gözü ilişen komşular beni, dışarıda yapamadığını içeride uygulayan, lâiklik karşıtı (gizli bir) mürteci sanabilirler. Üstelik, serde hocalık ta var. Yani geçmişim, komşularımın böyle bir kanaat geliştirmelerine münasip düşüyor.

Bu nedenle, balkona çıkmam ya da zil çaldığında kapıyı açmam gerektiğinde başımdaki sargıyı çıkarıyorum. Böylece komşuları hem korkutmamış, hem de şüpheye düşürmemiş oluyorum...

Diğer taraftan Ramazan ayı, insanımızın içindeki güzel ve övülesi duyguları dışa yansıtıyor. Toplumda sanki bir iyilik ve cömertlik yarışı başlıyor. Herkes, komşularına ve çevresine güzel davranmaya, onlara bir şeyler ikram etmeye gayret ediyor. Kimisi, yakınlarına davet verirken, kimisi de iftar çadırlarında pişen yemeğin bedelini karşılamak için sıraya giriyor. En fakirimiz bile elindekini paylaşmak için vesile arıyor.

Bütün bunları görünce insanın, "bu ne güzel bir yarış, keşke her gün ramazan olsa" diyesi geliyor.

Ne var ki, Ramazan bazı gereksiz ve bidat sayılan alışkanlara da vesile yapılıyor. Medyanın da desteğiyle, dinle hiç alakası olmayan, "Oruç Baba" ve benzeri türbelerde iftar geleneği giderek daha fazla müşteri kazanıyor.

Muhabir, Oruç Baba'da toplanmış kalabalığın içinden şehir dışından gelen bir kadına, elindeki resimleri soruyor. O, "Bunlar benim çocuklarımdır. İşleri olduğundan onların yerine resimlerini getirdim. Böyle yapınca onlar da gelmiş gibi oluyormuş!" diye cevap veriyor ve elindeki resimleri yaktığı mumun dibine bırakıyor. Demek ki Oruç Baba'nın, kişileri tanıyıp gereğini yapması için sadece resim yetiyor. Ayrıca nüfus örneği, sabıka kaydı ve ikametgâh ilmühaberi gibi belgeler gerekmiyor.

Böylece bazılarımız Ramazan'ı hayır hasenat gibi daha yararlı işlere vesile kılarken, bazılarımız da farkında olmadan dini özünden soyutlamanın vasıtası haline getiriyor. Allah'tan istenmesi gerekenleri türbelerden talep ediyor. Konumuzu, Mehmet Akif'in "Firavunla Yüzyüze" şiirinin son kısmıyla kapatalım:

"Mezara, heykele ait bütün bu velveleler

Bekan için mi hakikat? Meramın oysa heder;

Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli

Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli!" (1)

Geç te olsa tüm inananların Ramazanını kutluyor, bu mevsimin insanlık alemine iyilikler getirmesini diliyorum.

(1)- Yanlış anlaşılmamak için not: Buradaki leş kelimesi, "ölü, ceset, " anlamınadır.

Resim: www.adiyamanhaber.com/b/modules.php?name=News.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..