Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '10

 
Kategori
Anılar
 

Ben Yeşili Çok Severim

Ben Yeşili Çok Severim
 

Mevsimin en güzel günlerinden biri...

Yaşadığımız yer Antalya olunca gerisini siz tahayyül edin...

Biraz sonra, yeşille mavinin kucaklaştığı eşsiz doğaya, piknik alanlarına gideceğiz. Bu gönül güzelliği içinde siz blogger arkadaşlarımla küçük bir pazar sohbeti yapmayı arzu ettim;

Sizlerin konuğu oluyorum kısa bir süreliğine...

-Kahve az şekerli, lütfen...

Şimdi gelelim gerçek Pazar Sohbetine;

Aradan zaman geçse de, yaşayanlarda hoşluk bırakan anılar güzeldir.

Bankada çalıştığım günler... Oturduğumuz apartmanda üst katta çok iyi görüştüğümüz bir aile var, baba öğretmen, anne ev hanımı...

Büyük oğulları Serkan, bir kaç aydır çok istediği Ankara Kara Harp Okulunun birinci sınıf öğrencisi...

Aileden ilk kez ayrılmanın burukluğu içindeki Serkan fırsat buldukça annesini telefonla sık sık aramakta.. Biraz olsun hasret gidermekte biraz da anlatılabilecek kadar durumlardan bilgi vermekte...

Hafta sonlarında Ankara merkezde nasıl tur attıklarını, etrafındakilerin kendilerini gıptayla nasıl süzdüklerini genelde annesine anlatıyor.

Ama Serkan da maşaallah, fidan gibi delikanlı... Uzun boylu, ince yapılı, ne giyse yakışıyor...

Hele resmi harp okulu kıyafetiyle Serkan bambaşka havalarda oluyor...Yürürken mağazaların büyük boy vitrin camlarında kendi görüntüsüne bile hayranlıkla bakıyor, adeta Serkan kendine hayran...

Yine böyle bir hafta sonunda arkadaşlarından kısa süreliğine ayrılmış, caddede yalnız yürürken, karşıdan yeşil kıyafetli çok hoş alımlı bir bayanla karşı karşıya gelir. Gözlerini alamaz bayandan... Acaba bir iletişim kurabilir miyim diye hoş duygularla aniden ve hiç düşünmeden:

-Ben yeşili çok severim... deyiverir...

Kendinden yaşça biraz büyük hanımefendi, kendini bir şey sanan bu toy delikanlıyı alaycı bir bakışla süzüp:

-O zaman söyle babana, sana bir yoncalık alsın... diye cevap verir.

Bizim genç çok bozulmuştur, o moral bozukluğu ile annesini arar ve dertleşerek ferahlamak amacıyla durumu anlatır. Anne biraz teselli eder oğlusunu...

Telefon kapandıktan sonra, konuşmalar aynen babaya anlatılır. Ve olay unutulmuş gibi görünür.

Yaz tatilinin yaklaşmakta olduğu bir pazar günü yine anne-oğul konuşmaktadırlar...

Gazetesini okuyarak pazarın keyfini çıkarmakta olan baba, anne ile oğulun konuşmalarına uzaktan kulak kesilir. Kendini tutamaz ve konuşmalara uzaktan müdahale ihtiyacını duyar:

-Hanım sorsana Serkan ne zaman geliyormuş?

Daha cevabı beklemeden baba telefona yaklaşır, ahizeye:

-Oğlum gel artık, acele et! Sana iki dönüm yoncalık aldım, şu sıralar en taze en çıtır zamanı...

Anne ile karşıda oğul Serkan, unutulmuş gibi görünen bu olayla geçmişi anımsayıp gülümsemekle yetinirler.

Daha sonraları Serkan'ı gördüğümüz zamanlarda esprinin atmosferi uygunsa biz, ara sıra yoncalığı sormadan edemedik...

Gülşen abla, Ali bey, kulaklarınız çınlasın. Serkan'ın bu mini öyküsü ile bugün sizlerleydim. Sadece ben değil, okuyan bloggerlerimizle hep birlikte, sizdeydik...

Kahve için teşekkürler...

Gününüz güzel olsun, baharlar içinize dolsun...

Gönüller dolusu selam ve sevgilerimle...

Yurdagül Alkan.

 
Toplam blog
: 344
: 1671
Kayıt tarihi
: 09.04.09
 
 

Özel bir finans kuruluşundan emekliyim. Hayatın her aşamasını acısıyla tatlısıyla yaşamış biri ol..