Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '18

 
Kategori
Öykü
 

Bendeki Yol Öykün/2 (Deneme) Adını Alevlere Yazmak Belki de Bu...

Yol ve yolculuk, belki de bitmeyen çile… Neyi değiştiriyor, kurtuluyor musun anılardan?
Kaçış bu, kaçışın ta kendisi,
Nereye kadar kaçış, belki bir arayış, o da neyi bulana kadar?
Bulsan da anılar boğar atar adamı boşluğa.
Boşluk neresi ki, var mı böyle bir olgu?
En iyisi karanlıkta yaşamak…

Belki çok az bir ışık, az biraz aydınlık ve yazmak, yazdıkça boşalıyor sanki insanın beyni…

Yazmak…
Neyi ne kadar yazmak, insan kendi gizemi ile ne kadar kalır ve açığa çıkar? İşte o zaman gizem yok olmaz mı?
Anılar sahipsiz kalıp, belki de sahip değiştirmez mi? Hangimiz çok değer verdiğimiz bir insanın, bir tutam saçını yok etmek için yakabiliriz, “O” cızıltı da yüreğimiz isyan etmez mi, veya umarsız kalabilir miyiz, “ATEŞTEN SESLER’E”? Yaşadığımız hayat kesitleri, hep başımızda bir çekiç gibi dururken, güzel olanlar, gülücüklerimiz olurken, bizim anılardan kurtulma çabasıyla, yaşanmışlıkları inkâr mı, etmek istediğimiz?

“Adını alevlere yazmak” bizim feryatlarımızın son çareleri mi, tutunduğumuz, tutunmak istediğimiz ümit mi, tutuştuğumuz? Anılarda gömülmek, unutmayı haklı kılabilir mi? Peki yaşam devam etmiyor mu, kim, kimin toprağına, bir nebze tohum ekebilir, kim kimin anılarına engel olabilir?

Hayat engeller zinciri mi, neden yaşandı?

Şimdi kurtulma çabaları niye? Saygı duyduğumuz yaşamın parçalarını ne yapabiliriz, düşüne bildik mi hiç?

Tırnağımızın küçük bir parçasını, yıllarca saklayan sevgiyi, anılar boşluğunda nereye atabiliriz, bilenimiz var mı? Hadi söylesin biri, hadi sen söyle eyyy sevği…bu ne biçim iş

En iyisi paslanmaz bir metalden kutu yapıp sahip olunan toprağa gömmek, daha sonra kendinin gömüleceği bir yere…
Ya bulunursa, ya da birileri okursa üzülmez mi, sevgi? Üzülmek için mi yaşandı?

Neyse;
Yol kısa da olsa çok uzun bir yolculuk olacak, belki de upuzun bir gece…

İnsan bu ya, kendi gizemi ile savaşıyor… Kendi kendine…

Adına ne denirse densin, yalnızlık kanatan, yaralayan ve de yok edici bir mızrak değil mi ve insanın buna karşı bir savunması var mı, gözyaşından başka?

Anılar yalnızlığın yol arkadaşı değil mi ki, yok etmek için olmadık çarelere başvurulan?

Sonuçta bütün kalabalıklarımıza rağmen sorulsa da, kendi kendimize itiraf etsek de, yalnızım, yalnızız işte denmez mi?

Yaralı bir martı da olsa, avcılarca vurulmuş bir yavru ceylan olsa, kurtlarla savaşan bir kuzu da olsa, mağlubiyette söylenen tek şey yalnızlık işte, yalnızım işte olmaz mı?

Her şeye bahane mi yok? …Cumartesilere, şekeri az kahveye, sıcağa, geceye, ama en zoru yalnız geçen en uzun geceler, denmez mi, şekersiz bir çay içerek, hem de koyusundan?

Uzak bir ihtimal de olsa yalnızlık, kim yaşamadı ki? Nereye, kaçılacak ki?

Yalnızlıkların yaşandığı bir yer, yalnızlıklarla yaşanabilen bir kent, bir ülke var mı coğrafyadaki dünya haritasında… Ben bilmiyorum, bilen var mı diye de sormak saçma bir soru. Kim okuyacak ki yazdıklarımı, özel biri mi var, yoksa gizem dolu yaşadıklarımı paylaşacak biri mi kaldı?

Savaş bu, insanın kendisi ile veya kendi kendine savaşı, ya da yüreğinle.

İnsan kendi yüreğine savaşta her şey mubahtır diyebilir de, böğrüne, böğrüne olmasa da sırtından sızlatabilir mi?

Dedim ya yol kısa, ama gece çok uzun, artık kendime acıyorum, binlerce soruyu beynimde üretip cevapsız bırakmam, yıkıyor bütün duvarları, hüznü büyütüyor içimde, kendi kendini besleyen…
Çaresizliğin bedeli belki de son çırpınışları yüreğin…yalnızlık gece öten bir kuş, isimsiz, tarifsiz, kimsenin sevmediği… Çıngıraklı bir yılan sanki, hani adına ‘pton’ denilen…

Yeter artık yeter diyorum, yok olunmuş, yok etmişsin, daha neyin peşindeyiz şimdi?

Birileri çıkacak, yok senin yazdıkların veya anlatmak istediğin her şey terse çevrilmiş mi diyebilecek? Öyle bir yürek olsa kurban olurum ona, o gür yüreğe. Her şeyin bir sonunun var olduğunu ispat etmeye çalışmak ne kadar anlamsız bir düşünce. Ama biliyorum her acı çeken bir gün acılarının inişe geçen bir ivmeyle asgariye ineceğine inanmak zorunda yoksa, yoksa sı yok bunun…

Aniden bir ses, tiz ve yalvarırcasına;
__Hadi artık gidelim, yeter artık, bu karanlık otoban’ın dinlenme yerinde denizin köpüklerine arabanın ışığında yakamoz yaptırma çaban niye, mektup mu yazıyorsun dudakların kıpırdıyor?
__Sus be kadın, sus az biraz sus …Demek geliyor içimden…

Her acı kendi kınında kalır, iki tarafı keskinlenmiş bıçak gibi, gibi işte.
İnsan kendi yarasının kabuğunu koparma hakkı bile olmadığını, beyninde şimşek çakarcasına anlıyor gibi, basıyorum gaza…

__Hızlı gidiyorsun, aman dikkat et!
__Sus be kadın sus bile diyemiyorum

Ay gökyüzünde yarım gibi, defneyaprağına benziyor,
Sol tarafta dönme çabasındaki rüzgâr jeneratörünün kanat sesleri,
İnsanlar uyuma çabasında.
Gecenin ikinci yarısı olmuş,
Benim için bitmeyen gecelerden biri,
Rüzgâr uğulduyor yan aynalardan,
Garip, garip sesler uğultular, inler gibi.
Karşı yönden gelen aracın uzun ışıkları,
Kör bir karanlık, yuvarlanan ışıklar.
Bir ses…
__Geçti canım geçti, biraz dinlen istersen.

Sus be kadın sus bile, diyemiyorum … Ellerimi tutuyor
Sağ elim avuçlarının arasında, gözlerime bakıyor. Bir iki damla yaş akıyor…
Benim için ağlayan biri daha! Sus diyorum yüksek sesle. Saçlarımı geriye doğru parmaklarıyla itiyor. Göz göze geliyoruz, hırçınlığım üzerimde…
__Yapma, yapma diyorum, yapmaaa!
Ne zaman saçlarıma dokunulsa kanıyor yüreğim, diyemiyorum. Susuyorum, susuyorum gene.

Ben ne zaman konuşsam, birileri ağlar…
Ben ne zaman sussam, hep ağlıyorum…

Bu yol, bu gece, bitmez gecelerden biri olacak gene…
Ah! Güneş bir doğsa…
Sağıma bakıyorum uyumuş… Uzun sarı saçları dizlerine doğru…
Yeleğimi çıkarıp, üstünü örtüyorum…
Sessiz dahi düşünmüyorum…
Uyusun…
Ve gece çok karanlık… ben çok yalnızım, hoş, sende yalnızsın ya, bir fark var aramızda, yalnızca, ben uyuyamıyorum geceleri, içimdeki sıkıntı aldı başını gidiyor… kalabalıkların içinde de yalnız olur mu insan, tek başa olur mu, tek başa acı olur mu? Hadi boş ver…
Bu yol bitecek, bitmeli yoksa ben biteceğim…

Mustafa Yılmaz
(İzmir-Çeşme)

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 25.4.2008 16:29:00

 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..