Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '08

 
Kategori
Aile
 

Beni ben yapan onlar

Beni ben yapan onlar
 

Onları, tek bir kişiden tanırız annemizden, bana da öyle oldu doğal olarak, annemi ilk hatırladığım günü hatırlamaya çalışıyorum şu an.

Harbiye’de çayır sokakta otururduk o yıllarda, annemin dediğine göre Beyoğlu tarafında oturan tek aile de bizmişiz sülalede, o yıllarda İstanbul’u 2 bölgede tarif ederlermiş Beyoğlu ve Aşağı taraf, oturduğumuz evahşap üç katlı bir evdi ilk hatırladığım geniş ve ferah merdivenleri idi çok güzel yapılmış bir evdi, bir aile için yapılmış anlaşılan, giriş katında ev sahiplerinin yaşlı anneleri otururdu , oğlu ile ve o odaya hiç giremezdim çok merak etmişimdir, kapısı hep kapalı idi, sokaktan pencerelere bakıldığında , içerisi hep karanlıktı, sanki hiç ışık yakmazlardı, ve korkardım, eve girmek için demir bir kapı vardı ve annem kapıyı anahtar ile açtığında yavaş yürümek, ses çıkarmamak zorundaydık, rahatsız olurlardı, anneme kinayeli cümlelerle, rahatsızlıklarını belli ederlerdi, annem de hem onları kırmamak hem de rahatsız olmamaları için hep dikkatli olmam gerektiğini söylerdi.

Annemle ilgili hatırladığım ilk bu onu hep idare eden bir olarak tanıdım bazen isteyerek ama hep mecbur olduğu için, birilerini kırmamak, rahatsız etmemek, onları onlardan önce düşünmek, hayatımda hep böyle yaptım, onları onlardan önce düşündüm, hiç keyfimce kızmayı, düşünmeden kızmayı aklımdan geçirmedim, sonra yukarı çıkardık en üst kata, bizim katımıza, bir önde oda vardı ve bir de arkada orta kısımda da mutfak bulunurdu.

Mutfak benim trenimdi, üç kapısı vardı ben birinden müşteri olarak biner, diğerinden biletçi olarak inerdim, o mutfakta, hatırladığım aklımda kalan, annemin kuruması için astığı çirozları, ve yağlı kağıdın içinde yaptığı uskumru buğulamasıdır, kokusu ve yapılışı hala aklımda, alt kısma soğanlar halkalar halinde yerleştirilir. Onların üstüne domatesler rendelenir aralara biraz kekik sonra uskumrusonra domates ve kabukları ayıklanmış limon dilimleri ve defne, paket yapılır üstüne çatalla delikler küçük delikler açılır, ve hafifce suyla ıslanmış tepsiye dizilirdi sonra da yemeğe yakın bir saatte fırına verilirdi , fırın dediğim şimdikiler gibi değil , aygaz tüpü de yok, gaz ocağı üstüne konan taşınabilirbir fırın.

Sonradan öğrendim ki o evde annem ve babam ben doğamadan önce ağabeyimi 1 yaşındayken kaybetmişler. Annemin, bir ağabeyimin olduğunu, fakat onun öldüğünü dediği gün ilk sorduğum soru, aynı yatakta ve aynı yerde mi yattık oldu. Sanki aynı yatakta yatsaydık ne değişecekti ama o bile yalnız olmadığım duygusunu yaşattı bana ama hepsi o kadar. Ondan geriye bir tek resim var.

Onları böyle bir örnekten tanımış olmak belki de onlara karşı hayranlığımın sebebi, onlar en az onun kadar güçlüdürler , sonra ikinci tanıdığım kadın Fatma teyzedir. Fatma teyze bize temizliğe gelirdi, kadınlığının gücünü dişiliğini, hayata olan sadakatini, mütevazılığını, ailesini ayakta tutmak için romatizmalarını yok sayıp, olanca onuru gururu ve erdemi ile , yapabileceği tek iş olan başkaların temizliğini yapıp hayata tırnaklarını geçirmiş, onu 9cu senfoninin sonundaki o büyük kreşendo gibi yaşayan, benim Fatma teyzem, elinde büyüdüğüm, kilisede paskalya ayininde okuduğum ilk ilahiyi, annemle dinlemeye gelen, ve kiliseye gideceği için, bizim evde Abdest alan benim Fatma teyzem, işte o, dertlerini sıkıntılarını Annemle ablasıymış gibi paylaşan, benim Fatma teyzem işte o bana kadını bana Müslümanı, orucu, ramazanı, bayramı, Kiliseyi, anlatan kreşendo gibi Fatma teyzem, onu iyi ki tanımışım, artık yok ayrıldı aramızdan ben askerdeyken ayrıldı. Nur içinde yatsın, “luyserin meç barge Fatma teyze” bu da benden taaaaa içimden onun için………….

Daha sonraki yıllarda , okulda anasınıfında öğretmenim, oryort Mari, yarı annem gibidir onu çok severdim, insanlığı, bu satırları yazmam da büyük emeği olanlardan biridir. Yıllar sonra ben 35 yasına geldiğimde bir yazgünüydü ve kurtuluşta bir yere gidiyordum, oryortum (öğetmenim) karşıdan geliyordu. Ben adımlarımı hızlandırdım, ellerine sarıldım, Becos (becocuğum) diye bana sarılmasını anlatamam Onca yıl sonra beni bir çırpıda tanıması , çok güzel bir duygu, ve bu duyguyu bir erkek asla ama asla vermez, bu kadınlara has bir davranıştır. O da ayrıldı aramızdan cenazesi, Feriköy kilisesinden kalktı, gelenler koca koca adamlardı, birbirine uymayan bir sürü insan tek ortak noktaları tabutunun önündeki çelenkte açık seçik yazıyordu Oryort Mari , bu kadar, sıra kiliseden ayılmasına geldiğinde son duayı bütün öğrencileri hepbirlikte okuduk, yarı Annemizdi , gözlerlerimiz yaşlı, oryortu omzumuza aldık, papaz önde kiliseden çıkmadan son dua için durduk, önde ben sol taraftayanımda, şimdi perpada tüccar olan arkadaşımız arkada tornacı Mıgır, yanında kaportacı Kapriel, gittik ve toprakananın koynuna koyduk onu.

Daha sonraki yıllarda babamı da toprak ananın sıcak kollarına teslim ettik. O günden sonra ikimizin de hayatı tamamen değişti, bir parçamız eksilmişti, artık akşamları sofraya 3 kişi oturmayacaktık. Annem artık bir çocuğun bütün sorumluluğunu tek başına taşımak zorunda kalacak, o güzel kadınlığını dişiliğini yok sayacak, kimi zaman bir erkek gibi davranmak, haksızlıklara çirkefliklere karşı koyacaktı, o günlerde ne düşündü bilmiyorum, sonradan çok şeyi konuştuk onunla ama bu konuyu konuşmazdı kendinden bahsedilmesini hiç istemezdi ama şimdi anlayabiliyorum, bir kadın için dişiliğini yok saymak çok ama çok zor bir şeydir, insanın kendi vücuduna karşı çıkması onun istediklerini yok sayması doğaya karşı çıkması bir erkek için düşünülemez bile oysa kadınlar, bunu başarıyorlar.

Sanırım bu onlara doğa tarafından verilmiş bir özellik ve düşünebilen varlıklar olarak da onlar bu yetilerini geliştirip üst noktalara taşıyabiliyorlar, şimdilerde düşünce biçim değiştirdi, ama yine de var. 1980 de önceleri gibi değil tabi, başka bir şekilde başka bir biçimde ben anlamaya çalışıyorum onları, bana göre hayatlarının baharında olanları, kullandıkları tümcelerde güven, ne istediğini bilmek, ne olduğunu bilmek neler yapabileceklerini bildiklerini, anlıyorsunuz, bunu 21 yaşında bir insan dan duymak çok güzel yalnız atladıklarıbir tek şey var, insan asla kalıplara sığmaz, onun kalıplarla ilgisi yoktur, sürekli bir gelişme içindedir, bunu bilmek gerekir aslında bu ana düşünce etrafında oluşturulmalıdır, geriye kalan her şey, yoksa elinizden kayıp gidenleri nasıl fark edeceksiniz.

Becocik,

 
Toplam blog
: 6
: 579
Kayıt tarihi
: 03.08.08
 
 

1960 yılının Kasım ayında İstanbul' da Harbiye' de doğdum. Dedem okumak için İstanbul' a geldiğinde ..